Bin yıl sürecek denilen 28 Şubat soğuğunun iyice hissedildiği günlerdi.
Kayseri’de bulunan işyerimize o güne kadar hiç görmediğim üç kişi gelerek Emniyet Siyasi Şube’den belki de Terörle Mücadele’den geldiğini söyleyerek benimle görüşmek istediklerini söylediler.
Hayrola buyurun görüşelim teklifime özel bir yerde görüşmek istediklerini söyleyince kapalı diğer görüşme odamıza geçtik ikisiyle, üçüncüsü dışarıda kaldı.
Oturur oturmaz İstanbul’da tanıdığım olup olmadığını sordular, ben de başta İstanbul’da yaşayan ağabeyim olmak üzere alış veriş yaptığımız tedarikçilerle de tanıştığımızı söyledim. İstanbul’un çok sık gidip geldiğim bir yer olmadığını üç beş yılda bir ancak bir vesileyle gidebildiğimi ekledim.
Galiba söylediklerimden tatmin olmamışlardı.
Sonra da İHH İnsani Yardım Kuruluşunu tanıyıp tanımadığımı sordular. Ben de tanıdığımı, genel merkezinin İstanbul’da olduğunu, Başkanının Bülent Yıldırım olduğunu, Kayseri’de de yeni yeni tanınmaya başladığını söyledim. Bülent Yıldırım’ı veya İHH’dan birilerini tanıyıp tanımadığımı sordular. O gün için Bülent Yıldırım’ın benim biraz tombul halim olduğunu ama hiç tanışıp görüşmediğimizi, sadece medyadan tanıdığımı, başka da İHH’dan kimseyle bir irtibatımın olmadığımı söyledim.
Epey bir müddet İHH ve onlarla irtibatım konusunda ısrarcı oldular ama ben de hep aynı şeyleri söylemeye devam ettim.
İstedikleri cevabı alamamış olsalar ki, en sonunda pes edip yanlarında getirdikleri siyah klasörün içinden iki bilgisayar çıktısı sayfayı önüme koydular ve son iki ay içinde birçoğu İstanbul görüşmeleri olan bu telefonlarla defalarca niye görüştüğümü sordular.
Listeyi elime alıp incelediğimde bir çoğu İstanbul olan ve karşısında kaçar dakikalık görüşmeler yapıldığını gösteren listelerdi. Bu numaraların kimler ve neden defalarca, çoğu akşamları olmak üzere görüştüğümü ısrarla sormaya devam ettiler.
Ortada bir yanlışlık vardı ama bu ithamlar karşısında kendimi bir türlü aklayamamanın çaresizliği içindeydim.
Görüştüğüm numaraların İHH Genel Merkezi olmak üzere çoğunun İHH ile irtibatlı kişiler olduğunu söylediler.
Evimin Argıncık’ta olduğunu telefon numarasının da o bölgeye ait bir numara olduğunu söylediler. Sonra ev telefon numaramı söyleyince, bana ait olan diğer numarayı sordular. Görüşmelerin bu numaradan yapıldığını söylediler.
Evet mesele aydınlanmıştı. Önceden bir mahalleye ait telefon hattı kıymetli olduğu için aynı numarayı alıp bir başka mahalleye götürmek mümkün değildi. Taşınma esnasında o numarayı ya birine emanet edecektin veya devredecektin veyahut ta yıllarca sıra bekleyip aldığın adına çıkan numarayı kapattıracaktın. Ben de o mahalleden taşındığım için o telefon hattını aynı işyerinde yıllarca beraber çalıştığım bir arkadaşın evine naklettirmiştim. Ve söz konusu olan o numara o arkadaşımın kullandığı telefondu.
Meselenin aydınlığa kavuşması hem beni hem de onları rahatlatmıştı. Ama telefonu kullanan arkadaşımın da İHH ile herhangi bir irtibatının olmadığında ısrar ettim. O görüşmeleri arkadaşımın yapmış olası imkansızdı ve en azından bu ilişkiden haberim olurdu.
Sonra bu arkadaşımın 1995’li yıllarda Bosna Savaşı’nda Bosna’ya, Kososva'ya giden, daha sonra Ogadin’e gitmiş olan Osman Karakuş’un ağabeyi olduğunu anlayınca, odaya arkadaşımı da çağırdılar. O da kardeşi Osman’ın zaman zaman kendilerinde kaldığını ve bu görüşmeleri onun yapmış olabileceğini söyledi.
Durum açıklığa kavuşmuştu, bu görüşmeleri yapan o anda yurt dışında olan Osman Karakuş’tu. Görevli arkadaşlar olayı anlamanın rahatlığı ile müsaade isteyip gittiler.
Osman Karakuş bir müddet sonra yeniden Kayseri’ye geldi ama Bosna Savaşı’na katılmış, Ogadin Savaşını görmüş, içine şehadet ateşi düşmüştü bir kez. Ağabeyileri her defasında Kayseri’de kalıp işine gücüne bakmasını, evlenip yuva kurmasını isteseler de Osman’ın aklı fikri dünyanın neresinde olursa olsun küfürle mücadele eden Müslümanlara arka çıkmak ve onların yanında olmaktı.
Bu dönemde İstanbul’da yeni çevresi olmuş ve oradan bir kızcağız ile evlenmişti de. Kayseri’ye geldiğinde Bosna savaşına katılmak için yurt dışına çıkma niyetinde olduğunu anlayınca en büyük ağabeyi takibe almış Osman’ın gitmesine engel olmak istiyordu. Hatta İstanbul’a otobüs bileti alıp gitmek istediğini duyunca terminalde büyük bir kovalamacadan sonra yakalamış, kolundan tutmuş bırakmak istememişti.
Ama kim tutabilirdi Osman’ı? Yine elinden kaçırmış ve içine düşen şehadet aşkının yoluna yeniden revan olmuştu.
Bir müddet sonra Osman’ın Çeçenistan’da Ruslara karşı savaşan grupların yanında, Cehar Dudayev’in, Şamil Basyev’in ordusuna katıldığının haberini aldık.
O günlerde Çeçenistan’a aynı niyetle giden onlarca gençten biriydi Osman. Çeçen mücahitlerin yanında Ruslara karşı savaşıyor ve kendini üzerine düşen sorumluluğu yerine getirdiğine inandırıyordu.
Ve bir süre sonra da Rus saldırısında Osman Karakuş’un da şehadet haberi memleketine ulaştı.
Osman Karakuş 3 Şubat 2000 tarihinde şehid olmuştu. Allah şehadetini kabul etsin.