
'İKRA'!'YI OKUMAK
Nihat KURTOĞLU
Oku! yaradan Rabbinin adıyla… Bu emir Kur’an’ın ilk ayeti bildiğiniz üzere, insanlık tarihi boyunca sayısı yüzbinleri bulan elçiler zincirinin son halkası Hz.Muhammed’e yönlendirilen bütün emir, yasak, tavsiye, nasihat, yönlendirme ve sakındırma biçimindeki kutsal vahiy incileridir.
Bütün Kuran ve asıl itibariyle diğer vahiy kaynaklı kitaplar binlerce yıllık insanlık tarihinde insanlığa yol göstermeyi ve şu dünya denen geçici sınav ve ebedi hayata hazırlık alanında insanları ve cinleri dolayısıyla bütün mahlukatı ilahi sınır ve çizgiler dahilinde eko sisteme(fıtri dengelere) zarar vermeden mutlu ve huzurlu bir hayat yaşamalarını hedeflemiştir.
Daha vahyin başlangıcında, ilk ayette okuma bilmeyen(ümmi) bir insana Hz. Muhammed’e (as) neden “oku!” şeklinde hitap edildiği dikkatlerden kaçmamıştır. Bu durumu nasıl okumalıyız? Yani anlama ve idrakimiz nasıl olmalı? Türkçede de olduğu gibi Arapçada da kelimeler birden çok ve farklı anlamlara gelebilmektedir. Buna müşterek anlam denir. Bu cümlelerden de anlaşılacağı gibi okuma eylemi yalnızca alfabeden oluşan kelimeleri okumak anlamına gelmez, aynı zamanda olanı biteni idrak etmek, anlamlandırmak, farkına varmak ve içinde bulunulan gayri İslamiliğin, tevhid dışılığın, dolayısıyla insanlığın içinde bulunduğu şirk, zulüm ve zulmetin yok edilmesi fıtri fabrika ayarlarına dönmek için ona göre bir eylem planı geliştirmek anlamlarına da gelmektedir. Bu bağlamda okumak yalnızca elifbayı sökmek olsaydı son peygamber Hz.Muhammed (as.) hemen okuma yazma öğrenmeye gayret etmesi gerekirdi, ama öyle olmadı; “Kuran’daki bilgileri Yahudi ve Hristiyanlardan çaldı ve aktardı.” gibi birçok itham iftira da boşa çıkmış oldu. Bu ve benzeri hikmetlere binaen efendimizin ümmi (okuma yazması olmayan) olması gerekiyordu.
Bu bağlamda Ku’ranı ve İslam’ın ikinci dereceden kaynaklarını yalnızca bilgi bazında öğrenmekle kalmayıp, bu bilgilerin bilimle ve gerçek hayatla ahenkli bir uzlaşısı sağlanmalıdır. Her döneme en uygun İslam algısı İslam’ın gerçek ve bozulmadan günümüze kadar gelebilmiş sağlam kaynaklarından yine İslam’ın ehil insanlarınca (müctehid) temin edilmeli ve ümmetin imani algısı sağlam temeller üzerine bina edilmelidir. Her çağda Müslümanların yeni yeni sorunlarla karşılaşması ne kadar doğalsa, bu sorunlara İslam’ın ana kaynaklarından İslam’ın yiğit alim insanlarının çözüm üretmesi veya çözümüne katkıda bulunması da o kadar doğaldır. Hem ontolojik anlamda hem de psikososyolojik olarak dünya sahnesinden çekilmek zorunda bırakılan İslam dünyası yalnızca kendi dengelerinin oluşmasında bile yeterli katkıyı veremediğinden Dünya’nın, birçok insani, ahlaki erdemden yoksun biçimde kendi heva ve heveslerinin esiri olmuş kişilerin veya grupların ellerinde oyuncak olmasına da neden olmuştur. Bu bağlamda İslam’ın inşa edebildiği sınırlı sayıdaki müslümana ve onların yolundan İslam’ı takip edebilmiş yiğit insanlara ayrı ve de daha büyük sorumluluklar düşmektedir.
Çağımızda gelmiş geçmiş, zamana ve insana direnememiş vahiy kalıntılarını da bilmek ve anlamakla beraber, 1400 küsür yıllık vahiy olan Kuranı en ileri düzeyde anlayıp, algılayıp 21.yy insanlığının idrakine sunulabilecek “Murad-ı İlahi”yi bihakkın yansıtan naturel, katıksız,hormonsuz İslami düşünce ve eylem planını gerek ferd ve gerekse toplum için oluşturacak ve harekete geçirecek lokomotif beyinlere,sadece Allah rızasına odaklanabilen, hedef şaşmayacak ve insanların ve cinlerin şeytanlarının şaşırtamayacağı anayiğit ve babayiğitlere olan ihtiyacımız aşıkardır. Bu görev kendini Müslüman olarak tanımlayan kişi ve toplumlara ait olmakla beraber, müminlerin hiçbir hedef ve niyeti duadan azade olmadığından gelin birlikte dua ile noktamızı koyalım. Ya Rabbi! İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi helak etme, rızana ulaşmada vesile olacak mükemmel beyinlerle bizi güçlendir. Amin!