
HÜZÜNLÜ YILLAR ESKİ TÜRKİYE
Nihat KURTOĞLU
Eski Türkiye’nin idarecileri gerçekten de eskimiş, köhne ve sıkıntılı darbelerden besli bir devlet anlayışı ve yapısına sahipti. İnsanların inançlarından dolayı üniversiteye gidemediği, dinine uygun kıyafetin kamusal alan gibi bahane ve safsatalarla yasaklandığı, din eğitimi verilmeye çalışılan İHL’ lerin önünün puan engeliyle kesildiği ve bu nedenle okul birincisi dahil olmak üzere başörtüsü nedeniyle üniversitelerde okuyamayıp ya eğitimden vazgeçtiği veya öz yurdunu bırakmak zorunda kalarak gurbet ellere; yurt dışına gittikleri o eski türkiye, İmam-Hatip Liseleri yüzünden diğer meslek okullarında da puan engeli nedeniyle yeterli kalifiye eleman yetiştirilememesine sebep olunan dolayısıyla ekonomiye darbe sayılacak kararlara imza atılan o eski türkiye… İlkokuldaki minik yavrulara Kur’an-ı Kerim öğretmenin yasaklandığı o dönem, ah eski türkiye… Gerek fert ve gerekse toplum olarak travmalar, psikolojik bozukluklar yaşatacak kadar rayından çıkmış yanlişlıklar, baskı ve haksızlıklar dönemi o eski türkiye… İşte o benim de şahsen yaşadığım ve travma denebilecek birkaç örnek;
Seksen öncesi İHL’de orta kısımda okuyorum ve çocuk yaştayım. Sınıfımızda beraber okuduğumuz tertemiz bir arkadaşımızın vurulma ve ölüm haberini alıyoruz. Hepimiz ölüm korkusuyla yaşıyoruz. Hep beraber mateme düşüyoruz. Okuldan eve giderken meydanda bir siyasi grup çeviriyor etrafımı. “Sen kimsin, necisin lan? Hangi partidensin?” “Parti falan tutmam, İHL de okuyorum.” diyerek kurtulmaya çalışıyorum. “Haa! demek yeşil komünistsin, öyle mi?!” diyerek tam bir meydan dayağına hazırlanıyorlardı ki, Allah’tan içlerinde bizim okulda okuyan biri beni tanıdı da: “Bırakın lan onu, o bizim okulda!” diyerek beni okkalı bir meydan dayağından kurtarmıştı sağ olsun. Özlemiyorum o eski türkiyeyi sağcısını, solcusunu…
Erzurum Atatürk ünv. İlahiyat fakültesinde okurken aynı evi paylaştığımız bir arkadaşımızın cüzdanında darbecilerin sakıncalı bulduğu birinin telefon numarası çıktı diye sorgusuz sualsiz götürülüp, bilmediğimiz bir yer veya yerlerde 45 gün alıkonulmasını ve çırılçıplak, soğuk su işkencelerine maruz bırakılmasını kabullenemiyoruz, özlemiyoruz o eski darbe ürünü türkiyesini…
İlahiyat fakültesinde okuyorum 12 eylül sonrası darbecilerin etkili ve yetkili olduğu dönem. Başörtülü kız öğrencilerin din eğitimi veren bir fakülteye; ilahiyata bile alınmadığı bir ortamda dersin birinde bir de bakıyoruz ki, darbeci ürünü kişiler sınıfları geziyor. Başörtülü öğrenci arıyorlar. Hepimiz anlamakta zorlanıyoruz ve kızmaya ve sinirlenmeye başlıyoruz. Hocalarımız sabır tavsiye ediyorlar ve bizi zor zaptediyorlar. Bu ruh halinde ders yapmaya çalışıyoruz. Özlemek ne mümkün böylesi eski türkiyeyi…
Karamancı İmam-hatip lisesinde çalışıyorum öğretmen olarak yıl 1999. 28 şubat darbecilerinin getirdiği puan engeli nedeniyle okulumuzun binlerce öğrencisi üniversiteye ayağında puan prangalarıyla giremeyeceğini anlamış ve okul değiştirmeye, yani düz liselere gitmeye mecbur bırakılmışlardır. Dolayısıyla birkaç binden birkaç yüzlere kadar düşen okul mevcudu nedeniyle yaklaşık 150 öğretmen norm fazlası olmuş, bu nedenle de başka okullarda görev yapacağımız tarafımıza bildirilmişti. Birkaç tane okul seçeneği içinde bir okul belirlenmiş ve okuldan ayrılma zamanımız gelmiş bulunuyordu. Okuldaki son bayrak merasimimizi yapmak için çıktığımız okul bahçesinde hepimiz hazin bir veda töreninin içinde bulmuştuk kendimizi. Yıllardır alıştığımız öğretmen ve öğrencilerimizden ayrılıyor olmak ve de bu 28 şubat darbesinin mağduru olarak ayrılmak öylesine zor gelmişti ki, öğrenci ve öğretmenler olarak hep birlikte ağladığımızı hiç unutmuyorum. Genç orta ve ileri yaştaki insanların içine düştüğü ortamı bir hayal edebilir misiniz? Allah aşkına! Aklıma geldikçe de eski türkiyeyi hatırlıyor ve o günleri özlemediğimi ve hatta o anları unutmak istediğimi düşünüyorum ama nafile… Hele bir öğrencimi, adını da on beş yıl geçmesine rağmen unutamadığım S.B yi… Ayrılık ateşi ile alevlenmiş yanıyorken, üzerime benzin döktüğü olayı unutmam mümkün mü? Törenden sonra mahzun bir halde okulumdan ayrılmak için dışarıya park ettiğim eski arabama oturmuş bir türlü hareket edecek mecali bulamamış bekliyorken çok sevdiğim öğrencilerimden olan S.B küçük bir besmele levhasını hediyelik paket yaptırmış vedalaşmak için kalabalıkta beni aramış ve bulmuştu. Tam başımız dumanlı, gözlerimiz sağanak yağışlı bekliyorken camda belirmişti, ben de onu fark etmiştim. Camı açtım ama o da bizim gibi perişan olmuş ağlamaklı bir haldeydi ve konuşmak ne mümkündü, yalnızca hıçkırıklarla, gözyaşlarıyla titreyen elleriyle hediyesini bana ulaştırabilmiş ama tek kelime söyleyemeden veda edemeden kaçıp gitmek zorunda kalmıştı öğrencim. O gün bu gün nerede, ne halde haberim yok ancak hediyesi evimin en güzel köşesinde duruyor ve duracak ben fani dünyada var olduğum sürece. Bu satırları yazarken bile duygulanıyorum ve gözlerim doluyor. Hatırlamak istemiyorum o günleri, bütün darbeleri, yaşadığımız travmaları ve o eski türkiyeyi…
O otobüslerde sigara dumanıyla bırakın küçücük evladımı, büyük olarak bizlerin bile dayanamadığı o şehirlerarası yolculukları bilmem siz hatırlıyor musunuz? İlk görev yerim olan Bartın’a gidiyoruz, Bartın’ın kıvrım büklüm yollarında ilerlerken sigaradan rahatsız olan hatta hastalanan küçük oğlumu sapsarı kesilmiş benizlerimizle: “Az kaldı oğlum, sabret.” diye avutmaya çalışırken ön koltukta oturan vatandaşımızın üzerine istifra etmesini, hanım ve benim ne kadar mahcup olduğumuzu hiç unutamıyorum. Neyse ki vatandaşımız olgun çıkmıştı da; “Olur kardeşim, çocuktur.” Diyerek bizi teselli etmişti. Başka bir zaman da, Doğu otobüsüyle memleketime giderken ihtiyaç molasından sonra otobüse binen doğulu kardaşlarımızın hep birlikte sigara yakmalarını ve otobüsün içine neredeyse birbirimizi göremeyecek kadar sigara dumanının dolduğunu ve bu pis havayı teneffüs etmek zorunda kaldığımızı unutamıyorum. Özlemiyorum o duman altı otobüsleri ve eski türkiyeyi…
İHL’den ayrılmak zorunda kalıp da görev yaptığım ilköğretim okulunda kendisini neredeyse sigarasız olarak göremediğim tiryaki müdürümüzden öğretmenler odasında çok sigara içildiğini söyleyip te buna bir çözüm bulmasını istediğimde, bana: “ Kardeşim bodrum katta küçük bir hizmetli odası var git orada otur.” demesini hiç mi hiç unutamıyorum. Ve özlemiyorum eski türkiyeyi. Sigarasız hayat projesinin geç de olsa hayata geçmesine en çok destek veren ve onlara müteşekkir olanlardan biri de herhalde benim. Binlerce, milyonlarca şükürler bu günleri gösteren Rabbimize, sonsuz teşekkürler Yeni Türkiye’yi sağlayan ve başaran insanlara!.. Ve daha nice yepyeni Türkiyelere!.. Ruh ve beden sağlığı içerisinde hep beraber inşaallah!
*eski türkiye; Türkiye Cumhuriyeti Devletini değil, temel insan hak ve özgürlüklerine uygun olmayan devlet ve millet uygulamalarını ifade etmektedir.