
ERDOĞAN'LA TÜRKİYE BİR KÂBUS MU? (1)
Nihat KURTOĞLU
Cihan devleti olarak bütün hata ve yanlışlardan azade olmasa da dünyada hak ve adaletle hükmetmiş bir milletin torunlarıyız. Sağlam ve köklü bir devlet geleneğimiz var. Yüce Yaradan’ın “Biz emaneti dağlara arz ettik, onlar kabullenmedi ve onu insan yüklendi.” şeklinde veciz bir anlatım ile ifade ettiği bu mübarek ve kemikleri çatırdatan zorlu görevi insanlar ve özelde biz müslümanları pratik olarak yüklenmenin sorumluluğunu taşıyoruz omuzlarımızda. Ne zaman ki bu yükü taşıyanlar veya taşıması gerekenler görevden kaçtılar veya layıkıyla gayretli ve başarılı olamadılar, işte o zaman genelde tüm insanlık, özelde de bütün Müslümanlar(ümmet) perişan, ümsüz(annesiz, korumasız) bir et yığınına dönüştürülerek, mustaz’af durumuna düşürüldüler.
Batılıların tabiriyle 19. yüzyılın hasta adamı Osmanlı Devleti yıkılmış, İslam Ümmeti paramparça olmuş ve onları derleyip toplayacak hiçbir kurum ya da çözüm mekanizması bırakılmamıştı. Türk ve Arap dünyası onlarca küçük ve suni devlete bölünüp, bir kısmı zalim Sovyet Rus emperyal imparatorluklarının, bir bölümü de ABD ve Batılıların uydu sömürgeleri şeklinde varlıklarını sürdürmeye mecbur edilmekle kalmadı, batılı emperyal güçler ve yerli işbirlikçileri bu sözüm ona devletleri modernleştirme ve çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırma teraneleriyle yığınlarca müslümanı uzunca bir zaman kendi kapılarına köle yapmışlardı. Doğu geri kalmıştı, barbardı, medeniyet(!) batıda ve batıya yönelmekteydi. ABD ve Batının geçmişindeki milyonlarca Kızılderili katliamı, Afrika’nın sömürgeleştirilmiş ülkelerinden zalimce ve zorbaca kaçırılan ve köleleştirilen yüz binlerce Kunta Kinte’nin (Müslüman siyahiler) hesabını kim ve nasıl sorabilirdi?
Çok geçmeden koskoca Osmanlının enkazı İslam ülkecikleri olarak ırkçılık ve ulusçuluk vebasıyla tanışma şerefine(!) nail edildik. Bin yıl kader birliği iman kardeşliği yapmış farklı etnik gruplar birbirlerinin yan profilden ayağına bakmaya hatta kanını dökmeye kadar gittiler. Bu bölme, kolay sömürme ve yönetme işlemleri bazen ırk, bazen mezhep ve tarikatlar, bazen de cemaatler kullanılarak yapıldı. Bu işte araçlardan ve şahıslardan çok amaçlar, menfaatler önemliydi. Nasıl olsa yeni dünya düzenini(!) onlara borçluyduk. Onlar da bunun karşılığını petrolden, doğal gazdan işbirlikçi şirketlerden, doğal madenlerden ve de yöneticileri atamak ve idareye katkı vermek gibi fedakarlıklarıyla(!) alacaklardı, yüzlerce yıl öyle de yaptılar. Tabi arada bir onların bu oyunlarının farkında olanların çıkabileceği gayet doğaldı, onlara da her an ve her şartta müdahale edilmesi gerekebilirdi. İşin ciddiyetine göre A,B,C hatta D ve E planları hazırlanmıştı. Dünyanın efendi milletlerinden oluşmuş ABD’nin kozmik plancı ağabeyleri gerekli stratejik araştırma kurumlarını çoktan ayarlamış, yerinde ve lüzumlu müdahaleler nasıl, nerede, ne zaman ve ne şekilde yapılacağı bilimsel siyasal ve sosyolojik olarak belirlenmişti. Uzun bir süre işler tıkırında da gitmişti. Demokratik kazalarla zaman zaman halk kendinden ve değerlerinden olan birilerini iktidara getiriyor, ancak bu durum ya kadife devrimlerle veya post/dostmodern darbelerle tereyağından kıl çeker gibi hallediliyordu. Henüz millet olarak tek parti ve şeflikler döneminden yeni çıkmış, insan hak ve özgürlüklerinden habersiz, baskı ve sindirilmiş bir toplum görüntüsü veriyorduk. Bu konjonktürde Adnan Menderes ve arkadaşları kolay lokma idi. Çok önemli bir tehlike gibi görünmüyordu ancak Sam amca ortakları işi şansa bırakamazlardı. Görev askeri cuntaya havale edildi, İş ummadıkları kadar kolay olmuştu. Yaşasın “bizim çocuklar!” 12 eylül 1980 bir demokrasi ayarı gerekiyordu, “yaşasın bizim çocuklar!” 1993’te eee bu Turgut ta çok olmuştu zaten. Eşi’nin çağdaş ve modern(!) görüntüsü biraz rahatlatıyordu. Ama artık çok olmuştu. Kredisi tükenmişti, Bizim çocuklar acemi bir çocuğa; Kartala görev vermişler o da, “The God kahretsin” ıskalamıştı mecliste. Kurşun mikrofona ve parmağının ucuna isabet etmesin mi? Bu kadarı da fazlaydı very very çok şanslıydı. O da neydi, o sıcağı sıcağına söyledikleri? “Allah’ın verdiği canı O’nun isteğinden başka alacak yoktur.” Bu şuur altı cümlelerinin ani tezahürü kararlarının doğruluğunu bir kez daha kanıtlıyordu. A işe yaramadı ama B planı başarılıydı ve… Sırlarıyla sır olmuş, sırra kadem basmıştı. Otopsi raporlarında kanında zehir maddelerinin bulunduğu belirtiliyor ancak zehirlendiği telaffuz bile edilemiyordu. Helal olsundu, amma da temiz iş çıkarılmıştı. Adnan Kahveciler, Eşref Bitlisler ve diğer F16’ların yazılım şifrelerini çözen mühendislerin temize(!) çıkarılması çerez yemek kadar kolaydı. Bu konuya İnşallah devam edeceğim.