
ERDOĞAN'LA TÜRKİYE BİR KABUS MU?.. (2)
Nihat KURTOĞLU
ABD ve ortakları istedikleri ülkede ve coğrafyada gerekli ameliyat ve operasyoları diledikleri şekilde yapabiliyorlar, özellikle orta doğu Müslüman ülkelerinde demokrasiye ince ayarlar çekilerek çıkarlarını koruyup gözetecek kadroları iş başına getiriyorlardı. Öyle ki, bu işte artık uzman bile olmuşlardı. Artık endişeye gerek yoktu ve işler yolundaydı. Hem dünyayı keyiflerine göre yönetiyor hem de kaymağını yiyorlardı. Her birinin ülkelerinde en azından 30 bin,40 bin dolarlık kişi başına düşen gelirleri vardı. Bir milyardan fazla insanın açlık sınırının altıda bir gelirle yaşaması (yaşamak denirse) neden önemli olacaktı ki?!. Zaten ataları ve zihin babaları Charles Darwin; “Türlerin Kökeni” adlı yapıtında(!) kuvvetli ve üstün ırkların hayatta kalacağını, diğerlerinin doğa kanunlarına göre yaşama haklarının bile olmadığını söylemiyor muydu?! Hasılı rahatları fiziksel, fikirsel, söylem, eylem, teorik, pratik, sosyolojik, psikolojik vs. her açıdan gayet yerinde idi. Ta ki, kendisinden hiç ummadıkları biri çıkıp ta “one minute” diyene kadar. Oh, my God! Ne oluyordu? Yoksa bu bir kabus muydu? Hayır, hayır! bir kamera şakası da olabilirdi. Kamerayı gösterin de bir el sallasınlar, olsun bitsindi. Ancak kimse şaka olduğunu söylemiyor, can dostları Şimon Peres’e yapılan bu saygısızlık(!) ortalama 3500 yıllık Yahudi tarihinde Yahudi dostlarına (dolayısıyla kendilerine) yapılmamıştı. Uykuları kaçıyor, uyuyamıyorlar, uyumayı başarsalar, bu defa da kabus görüyorlardı. Nasıl olurdu?! İşler gayet tıkırında işliyordu. Nerede hata yapılmıştı? Ustalıklarının ve uzmanlıklarının verdiği rehavetle kerhen veya mecburen okeyledikleri biri çıkıyor, kendilerine her anlamda bağımsızlıktan, milli mücadeleden bahsediyor, Nato’ya rağmen Çinlilerle, Japonlarla anlaşmalar yapmaya kalkıyor, koydukları güya ambargolara rağmen, İran’la her türlü gizli aşikar ticaret yapmaya kalkıyordu. Birleşmiş milletlerin veto hakkı bulunan beş üyesinin durumunu ve konumunu kıyasıya eleştiriyor, güçlü ve etkili hitabetiyle hem Türkiye’de hem de İslam dünyasında mazlum halkların gönüllerini fethediyordu. Bu da ülkeyi üst üste ekonomi başta olmak üzere her alanda ilklere taşıyor, Standart and Poors, Moody’s ve Fitch gibi tarafı malum uluslararası paravan kredibilite değerlendirme kuruluşlarının artıdan eksiye doğru kasıtlı mecburi istikamet notları da fayda etmez hale gelmişti. Mısır da başarılı olan bizim çocuklar(!)dan General Sisi başarmış ve onları rahatlatmıştı. Merhum Müslüm babanın ”sıla mı, gurbet mi? adını sen koy!” şarkısından esinlenerek; “darbe mi, demokrasi mi? adını sen koy.” Biz koyamıyoruz. Diyorlar ve helvadan yapıp taptıkları demokrasi ve hümanizm(insanı merkeze alan felsefi sistem) putlarını bir güzel yiyorlardı. Bir de 528 kişiye yarım saatte idam kararı verdirmişlerdi ki, ellerine sağlıktı. Eh artık uzun yıllar orada endişeye gerek kalmamıştı. Başı ezilmesi, hizaya getirilmesi gereken tek ülke şu an için Türkiye idi. Yoksa bu Osmanlı genlerini taşıyan Anadolu aslanının titreyip kükreyip fabrika ayarlarına dönmesi ve dolayısıyla ABD ve Batı’nın güdümünden çıkıp, özgürlüğe yelken açması anlamına mı geliyordu? Maazallah!.. Türkiye’de şu ana kadar sözden anlamayan bütün iktidarların kulakları çekilmiş, bir şekilde hizaya getirilmiş, aksi durumda da bertaraf edilmişti. Şu ABD meskenli, menşeli ve diplomalı, icazetli Tansu’yla Merhum Erbakan’ın koalisyonuna zor katlanırken, Erbakan’ın talebesi mektepli Erdoğan’ın tek başına 12 yıl iktidarda kalması ve bir şey yapılamaması olacak şey miydi? Hiç de yenilir yutulur bir hata değildi. Üstelik çıraklık, kalfalık ve üstüne üstlük bir de ustalık icazetini almış ahi teşkilatının yegane üyesiydi. Halkın güvenine mazhar olmuş, yıllarca ülkeyi oy kaybetmeden, yıpranmadan kasetlenmeden ve dahi kafeslenmeden yönetmeyi başarmıştı ve bu durum Osmanlıdan bu yana görülmemiş bir performanstı. Müzmin PKK enstrümanları, Geziler, 17 ve 25 aralık dostmodern darbe girişimleri, ana ve yavru muhalefetler derken uygulanacak bütün planlar uygulanmıştı. Ama ne yazık ki, o hala ayaktaydı. Türkiye kölelik zincirlerinden kurtulmaya azmetti bir kere. Kurani ve tarihi misyon ve sorumluluklarının bilincine doğru yelken açtı. Vira bismillah! Yelkenler fora!.. Hz.Nuh gibi başından şucu bucuları kaldırıp bütün sadece mü’minleri, Müslümanları çağırıyoruz bu gemiye. Yeni ufuklara ve umutlara yelken açıyoruz ümmet olarak. Emin olun ki, onlar yeni tuzakların ve planların peşindedirler ve uyumuyorlar şu an, ya siz, biz yani ümmet, uyuyabiliyor musunuz? “Ey iman edenler! Sabır(aklı selimi kaybetmeden sorun ve sıkıntılara çözüm arama sürecinde gösterilen dayanıklılık ve tevekkül hali) ve namazla Allah’tan yardım isteyiniz, şüphesiz Allah sabredenlerin yanındadır.” (Bakara;153). Haydi teheccüde, haydi namaza ve haydi duaya!