
BİZ MİYİZ SUÇLU? YOKSA…?!
Nihat KURTOĞLU
Yüzyıllardır Filistin, Suriye ve Irak başta olmak üzere ortadoğu ve bütün İslâm coğrafyalarında kan ve göz yaşı hakim. Müslümanların dünyasına İslâm’ın güneşi uzunca bir zamandır ısı ve ışığını ulaştıramıyor. Milyonlarca Müslüman kan ağlıyor hâlâ. Yüzyılların sorunları Müslümanların dini, hayati kurumlarının ve çözüm mekanizmalarının olmayışı nedeniyle kangren olmuş durumda. Amerikan ve Batı emperyalizminin altında inim inim inlemekte olan bir buçuk milyarı aşkın İslâm dünyasında birileri çıkıp kendilerince bu haksızlığa, hukuksuzluğa, zulüm ve düzensizliğe kendi yöntemleriyle dur demeye çalışıyor, kendilerine göre çözüm bulmaya çalışıyorlar. Ama bilgi yok, ama tecrübe yok, psikososyal destek, siyasi, ekonomik güç yok, birlik ve beraberlik yok, bu uğurda mücadelenin gerektirdiği meşru müdafa kurumları yok, ortak bir tavır sergilenemiyor. Bölük pörçük olmaktan ayrılık ve tefrikalardan kaynaklanan otorite ve güç kaybı nedeniyle kendi dertlerine kendileri sağlıklı bir çare aramak, bulmak ve uygulamaktan acizdirler. Hep Batı’nın ve Amerika’nın dayattığı sözde çözümlere mecbur bırakılıyorlar. Amerika ve Batı’nın İslâm coğrafyalarındaki plan, entrika ve operasyonları hiç bitmek bilmedi, bilmiyor. Evangelist Hıristiyanlar ve Ortodoks Yahudiler başta olmak üzere yalnızca kendileri dünyanın efendileriydi ve istedikleri gibi dünyayı ve içindekileri dizayn etme hak ve yetkisine sahip idiler. Nitekim de böyle uzun yıllar devam edegeldiler. Zaman zaman istenmeyen olaylar olsa da, önlerinde duracak güç ve kabiliyette hiçbir zorlukla karşılaşmıyorlardı. Mısır’da olduğu gibi seçimmiş, demokrasiymiş hiç de önemli değildi. Zaten arap emirlik ve krallıklarının demokrasiyle ne alakası olabilirdi ki? Önemli olan tek şey Amerika’nın ve Batı’nın menfaatleriydi. İstedikleri ülkenin yöneticilerinde istedikleri tadilatı ve tebdilatı kafalarına ve menfaatlerine göre yapıyorlardı. Bazen Rusya’yla menfaat çatışması olsa da bu kolay işti. Paylaşımlar, anlaşmalar peş peşe geliyor ve sorunlar kısa zamanda hallediliyordu. Milyonlarca kızılderiliyi vahşi diye vahşice öldüren bir medeniyete(!) birkaç milyon Müslüman da neydi ki. Üstelik petrol ortadoğuda fışkırıyordu ve Müslüman kanından çok daha değeri vardı.
Koskoca İslâm medeniyetinin hâk ile yeksan olması ile öksüz ve yetim kalan İslâm ümmeti annesini kaybetmiş, sığınak ve barınaktan yoksun, ser sefil bir biçimde hayatını sürdürmeye çalışan milyonlarca insanın ne önemi vardı. Daha dün İsrail sudan bahanelerle Filistin’de Gazze’nin tepesine yüzlerce ton bomba yağdırmamış mıydı? Obama ve Alman şansölyesi Angela Merkel başta olmak üzere birçok Amerikalı ve Batılı devlet yöneticisi İsrail’in kendini koruma hakkının olduğunu ve onların yanında olduklarını söylememişler miydi? Gazze’de ortalama 2100, İsrail’de de 67 kişi ölmüş olması neyi ifade ediyordu? İsrailli kaybın ortalama 30 katı Filistinli şehid edilmişti.10 binin üstünde de yaralı vardı. Yüzbinlerce insan evsiz barksızdı. Bu nasıl savunmaydı? Binlerce insanı öldürenler mi savaş mağduruydu? Kim inanırdı bu yalana?! Ama çaresizlikler, mecburiyetler ve de mahkumiyetler!… Milyarların belini büküyordu. Maddi ve manevi bunalımlar, travmalar ve kaoslar.
Amerika’nın Irak işgali sırasında Ebugureyb hapishanesinde ve Guantanamo’da olup bitenlerden basına ve internete yansıyanlara bir göz atmak bize olayın boyutlarını gösteren önemli ipuçları sunacaktır. Hep ezilen Müslümanlar, ezenler de onlar. Kim bu haksızlıklara dur diyebilir ki? Birleşmiş (m)illetlerde onların veto hakları varken.
Bir zaman Batının sömürgeleri olmuş ve hâlâ da olan bu ülkelerden batıya bir şekilde göç etmiş insanlar ya asimilasyona, veyahut ta aşağılamaya tabi tutulur da bir türlü 1. sınıf insan ve Müslüman olmayı beceremezlerse, hep itilip kakılırlarsa, batılı efendilerinin lüks ve israfını seyretmekle yetinen perişan bir hayata mahkum edilirlerse, ne oluverirler biliyor musunuz? Tek kelimeyle terörist! Adına El’kaide deyin, Boko haram deyin, Eşşebab deyin, Taliban deyin Işid deyin ne derseniz deyin bu örgütlerin üyelerinin binlercesini doğu ve batı medeniyetleri arasına sıkışmış, madur ve mazlum olmuş, itilip kakılmış ve cahil bırakılmış insanlar ve Müslümanlar oluşturmaktadır. Bu terör eylemleri Batının, Amerika’nın, Siyonist İsrail’in uyguladıkları haksız uygulamaların, bütün Dünyadaki haksızlıkların ve zulümlerin bir geri dönüşümüdür. Tıpkı bumerang gibi sahibini vuran silahlar olmuştur ve olacaktır. Bu kadar basit. Bunları terörizmi savunmak için falan yazdığım yok asla ve kat’a. Bir müslümanın terminolojisinde böyle bir kavram yoktur, olamaz. Ancak terörün nedenlerini görmeden bitirilebileceğine inanmak da saflık olmaz mı? Tıpkı sivri sineklerin türediği, beslendiği bataklığı kurutmadan sinekleri öldürmekle uğraşmak gibi.
Terörist olmuş veya bununla suçlanan insanların hayat hikayeleri bizlere bazı ipuçlarını da veriyor. Yıllardır zalimlerin maşası Rusya’nın, Çin’in ve Şia bağnazı İran’ın desteklediği piyon Esed’in bombalarına maruz kalan milyonlarca insanın halet-i ruhiyesini biraz empati ile anlamaya çalışırsak, bize medeniyetin beşiği diye lanse edilen Avrupa ve Amerika coğrafyalarında yabancılara özellikle Müslümanlara reva görülen muamelelerin sonuç itibariyle nelere mal olacağını ve bunun dünyanın sahibi gibi davranan ve başkalarına hayat hakkı tanımamakta birbiriyle yarışan sözümona medeni ülke ve toplumlara yol, su ve elektirik olarak dönmeyeceği kesindir. Bu konjonktürde beklentimiz çok zor olsa da, Batı ve Amerika dayılığı ve jandarmalığı bırakıp ta hakça, adilce bir dünya kurmada dünyanın bütün milletleriyle işbirliği yapmadığı sürece bu usulsüz yolsuz ve yöntemsiz hak arayışları kesinlikle devam edecektir. Bunun da ne zaman, nerede ve kimlere ve neye malolacağını kestirmek adeta imkansızdır. Kimi zaman 11 eylül olarak, kimi zaman Paris katliamı olarak maalesef binlerce masumun ölümüne sebep olacağını kestirmek güç değil. “Hepimiz charlie’yiz.” “Hepimiz Hrant’ız.” Diyen milyonların aynı tavrı Müslümanların ölümlerinde de göstermedikçe doğuya da, batıya da ve bütün dünyaya huzur gelmeyeceği aşikârdır. İşbu hakim ve şımarık devletler orta doğuda ve bütün Müslüman coğrafyalarda operasyon yapmaktan vazgeçmediği sürece, Müslüman ülkelerin öz ve özgün olarak kendi geleceklerini inşa etmeleri yönündeki çabaları kendilerine tehdit olarak algıladıkları ve önlemeye kalktıkları sürece bu acılar insanoğlunu hep kuşatacak. Dünya medeniyetleri arasında hep bir kavga ve savaş devam edip gidecek. Korkarım ki Hantington’un “Medeniyetler Çatışması” tezi haklı çıkacak. Bu durumda da bu gezegende huzurlu kimse kalmayacak. Bu gidişin tek panzehiri ise Müslümanların birlik ol/uştur/malarıdır. Osmanlı misyonunu yüklenecek böyle bir oluşum bütün Müslümanlara huzur, dünyaya da denge getirecektir. İstikbal bu dengeye gebe görünüyor, ümmetin çaba ve gayretleriyle…İnşallah!