Kendine çizilen çerçevelerden birine yerleşmeye çalışan bir öğrencim bir gün bana: “Hocam, siz Akif’i anlatmakla bitiremiyorsunuz ama Akif, Abdülhamit Han’ı da eleştirmiş.” demişti. Benzer, anlamsız sorular ve sözler her seferinde beni ta gençliğime kadar götürür. Üzerimizdeki mahalle baskısının bizi Abdürrahim Karakoç ve Âşık Mahzuni arasında tercihe zorlamasına inat hem Abdürrahim Karakoç’u okuduğum hem de bağlamamla “İşte Gidiyorum Çeşm-i Siyahım”ı çalıp söylediğim günlere…
Sömürü çarkının başındaki güçlerin; çizdiği sınırlar, oluşturduğu kalıplar ya da çoğu zaman toplumu iki yanlıştan birini tercih zorlaması; doğum yeri Müslümanlarının yeni bir handikabı değil. “Sağcı mısın, solcu mu?, Abdürrahim Karakoç mu, Âşık Mahzuni mi? Alevî misin Sünnî mi? Mustafa Kemal mi, Abdülhamit Han mı? Adalet Partili misin, Cumhuriyet Halk Partili mi? Ehli Sünnet misin, Ehli Şia mı? Hangi mezheptensin? Darvin mi, yaratılış hurafeleri mi? Mı, mi, mu, mü? Ben Gazi’de öğrenciyken sağcı hocalarımız Yahya Kemal’i, solcu hocalarımız da Nazım Hikmet’i bitiremezdi.
Cemil Meriç rahmetlinin “Zavallı kalabalık!” sözü, özellikle de “Müslümanım elhamdülillah!” diyenlerin coğrafyasına mı oturuyor ne? Ne kolay idare ediliyor, ne kolay da kalıplara giriyor, ne kolay da formatlanıyor, kendilerini bir araç olarak kullananların hatırına ne kolay da birbirini boğazlıyor? Ne kadar da kolaycı? “Ey kalabalık! Bana çizilen bu sunî sınırların hiç birini tanımıyorum.” diyenleri hacda taşladığı(?) şeytanın hatırına ne kolay da taşlıyor?
Akılsızların elindeki akıllı telefonlar sayesinde sömürünün, hurafenin, fikirsizliğin, ilim ve fikir üretenlere saldırının yayılması daha bir kolaylaştı ve daha bir ivme kazandı. Bak ne güzel: “Sana gönderdiğim şu mesajı kırk kapıya gönder, yetmiş sevap al; ilim ve fikir üretenlere, dini doğru anlamaya çalışanlara da söv, yüz yetmiş sevap al.” Okumuyor, düşünmüyor, anlamıyor olmamızın bütün kabahatlisi de dış düşmanlar nasıl olsa.
Kişiliğini kuramamış, kendini tanımlayamamış insan da edatlar gibi, bir grup içinde anlam kazanabiliyor. Tek başına bir hiç olduğu için içinde bulunduğu grubun (parti, spor kulübü, tarikat, mezhep, ırk, atalar kültürü…) bağnaz savunucusudur. İşi kolaydır: Kendi tarafının her yaptığı/ yapacağı doğru, karşı tarafın her yaptığı/ yapacağı yanlış. Yükselmenin ucuz/ kolay yolunu yakalamışken tahkike, kitaplara gömülmeye, emeğe ne hacet? “Ben sizdenim abi!” deyip emeksiz yemek varken emek verip düşünüp araştırıp kitaplara gömülüp sonra da aç kalmayı kaç kişi göze alabilir?
“Sancak düştüğü yerden kalkacak.” edebiyatı nefsimize hoş geliyor ama bu, nitelikli toplumla, nitelikli toplum da nitelikli insanla mümkündür. Nitelikli insan, nitelikli bir eğitimin sonucudur. Muslih insanla her şeyi ıslah etmiş olursunuz, insanı ifsat ettiğinizde insanın dışındaki her şeyi ıslah ettiğinizi zannetseniz de bu ıslah ifsata dönüşür. Çünkü siz çarpmasanız bile o bozduğunuz nesil her şeyi sıfırla çarpacaktır. Kuran’ı doğru anlamaya çalışsaydık, orada “Ne kadar?” dan çok “Nasıl?”ın cevabını görür ve niteliği niceliğe, sorumluluğu/takvayı özgürlüğe, emeği kolaycılığa, aklı duyguya… boğdurmazdık.
“Be Hoca sen de bütün yolları Bağdat’a, bütün ilişkileri adalete çıkarıyorsun!” Dikey ilişkinin eksenine tevhidi, yatay ilişkinin eksenine de eşitliği ve adaleti koyan ben miyim? Peki, bütün bunların adaletle ilgisi ne? Adaletin olmadığı, dolayısıyla da torpilin/ adam kayırmanın olduğu toplumlarda piramidin tepesine doğru tırmananlar, niteliksiz, ehliyetsiz ve kalıplara sığabilen insanlardır. Tefrikanın temelinde de dış saldırılardan ziyade adaletsizlik/ adam kayırma vardır. Yumurta tavuk meselesi gibi insanın ifsadı adaletsizliği, adaletsizlik insanın ifsadını doğurur.
Rahmetli Akif:
“Girmeden tefrika bir millete düşman giremez,
Toplu vurdukça sineler onu top sindiremez.”
diyor.
Eşitliğin ve adaletin olmadığı toplumlarda sineler toplu vurmaz ve vücudun immün sistemi çöker. Yani asıl tehlike dış saldırılar değil, vücudun dış saldırılara açık hâle gelmesidir. Tarihte bunun örneği çoktur ama sadece Halife Osman dönemi bile ibret için yeter.
Sağlam vücudu nasıl sağlam hücreler oluşturursa kişilikli toplumları da kişilikli insanlar oluşturur; adaletsizlik, insanımızın kişiliğini/ fıtratını bozar; milletin immün sistemini çökertir. immün sistemi çöken bir vücut üzerinde dışarıdaki hangi virüslerin, hangi mikropların bize zarar verebileceğini tartışmanın ne anlamı kalır?
Kaleminize sağlık sayın hocam. Tespitlerinize aynen katılıyorum.
Tekkelimeyle müthis Allaha emanet olun
Hocam kaleminize sağlık zihninize bereket
Saygıdeğer Öğretmenim, Çağımızın en önemli sorununa parmak basmışsınız. Fikrinize sağlık.
Kaleminize sağlık hocam. Hep ogrenciniz kalacagim. Allah'a emanet olun.
Hocam ağzına sağlık Her olaydan fırsat kollarcasina ayrışmayi adet edinmişiz hak i unutmuşum adaleti hiç bilmez olmuşuz inşaAllah Özümuze dönmeyi nasip eder Yaradan Ellerinden öpüyoruz slmlar