Hayatın başında canlıların en âcizi, ebeveyne en bağımlısı insandır. Bir deniz kaplumbağası, yumurtadan çıkar çıkmaz kendisi için emin bir belde sayılan denize kendisini atabilmekte, bir buzağı doğumundan dakikalar sonra ayağa kalkabilmektedir. İnsan, 7. ayda oturabilecek, 10. ayda sürünebilecek, 14. ayda ayakta durabilecek ve 15. ayda yürüyebilecek; velhasıl kendisine yüklenen donanımı diğer canlılara kıyasla çok geç kullanacak. Muhakkak ki insan kendisine yüklenen donanımı ne kadar geç kullanabilecekse ebeveynin sorumluluğu da o kadar çok demektir.
İnsan, İslam fıtratında yaratıldığına göre seçimlerimizi yapana kadar itikadımız Rabbimiz'e emanet; orada bir sıkıntı yok. "El Adl": "Seçimlerini yapabileceğin güce ulaşana kadar bendensin." diyor.
Peki bizi neler bekliyor?
Kirli bir havanın, kirli suların, kirli gıdaların içine gelmek tabi ki şanssızlık. Ancak bundan daha kötüsü de kirli zihinlere sahip insanların evinde, beldesinde dünyaya gelmiş olmak. Böyle olunca çocuğu ıslah edecek on kişi karşılayacaksa ifsat edecek yüz kişi karşılayacaktır. Belki de ıslah adına onu fıtratından koparacak yüz kişi… Çocuk seçimini yapana kadar bunlar, çocuğun zihnine ne koyarlarsa çocuğun bahtına…
Çocuk seçimlerini yapmaya başladığında zihni boş değil. Kafasında doğru zannettiği fikirler ve bilgiler var. Çocuğun sağlamasını yapamadığı, sorgulayamadığı belki de birbiriyle çelişip çatışan bilgiler…
Seçimlerimizi yapmaya başlamamızdan mezara kadar da zihnimize bilgi, fikir, duygu akışı devam eder. Bu bilgi ve fikirlerden bazıları zihnimizdeki bilgilerle uyum içindedir ve geçer, kendine ayrılan yere oturur. Bazıları zihnimizdeki diğer parçalarla birleşerek bir bütünü oluşturur, bazıları da merdivenin bir üst basamağı olarak konuşlanır.
Peki bu bilgiler, fikirler, duygular; zihnimizdekilerle çelişip çatışırsa?... İşte bağnaz insanla terakkiye talip insanın yol ayrımı burasıdır. Bağnaz insan, zihnindekileri kutsadığından onlarla çelişip çatışanlara hayat hakkı tanımaz ve onları anlama zahmetine de girmez. Dolayısıyla kırk yaşındaki hâliyle yirmi yaşındaki hâlinin pek de farkı yoktur. Terakkiye talip insan, zihnindekilerle taban tabana zıt düşünce ve bilgilere de hayat hakkı tanır. Yeni ulaşanları da eskileri de tahkike değer bulur. Necip Fazıl'ın: "Kustum öz ağzımdan kafatasımı." dediği nokta, (bazı yanlışlarını kusamamış olsa da) bu noktadır.
Eğitimcilerin en kadim sorusu: "Niçin, neyi, nasıl öğretelim?" olmuştur.
Niçin öğretelim: İstenilir tavırlar, alışkanlıklar, davranışlar kazandırabilmek için… Yani iyi insan yetiştirmek… Peki kime göre iyi insan? İdeolojilere göre mi, kapitalizme göre mi, komünizme göre mi, Gestaltçılara göre mi, Pieget'e göre mi, Freud'a göre mi? Hangi zamana ve hangi mekâna göre iyi insan? Ne kadar insan varsa o kadar da iyi insan tanımı çıkar vesselam.
Bu zamana kadar, milletler ve ideolojiler iyi insanın tanımını yaparken sarfınazar ettikleri tek varlık, asla sarfınazar edilmemesi gereken tek varlık yani Allah olmuştur. İnsanı yaratan, ona yazılımını yükleyen, daha Bakara Suresinin başında iyi insanı tavsifle beşleyen Allah… Bilgisayarı, ona programını yükleyen Mikrosofta inat ederek kullanabilmek ne kadar mümkünse O'nun yarattığı insanı Allah'a inat ederek eğitmek de o kadar mümkün. Rahmetli Cemil Meriç'in "efendisinin ilaçlarını çalıp içen uşağa benzettiği", gerçek Melik'e inat ederek hukuk arayan zavallı Batı mukallitleri; gerçek Rabb'e inat da talim ve terbiye kaideleri aramıştır. Hâlbuki suyu yokuşa akıtmak neyse insanı fıtratına zıt olarak eğitmek de odur. Bu; Arslan'ı denizde, timsahı karada avlatmaktır. Hâlbuki dünyada 7.400.000.000 insan yaşadığına göre bu kadar da "bana göre" var.
Kuran'ın amacı insanın ıslahı değil midir? Daha Kuran'ın başında Rabbim iyi insanın kim olduğuyla başlamaz mı? Fatiha gibi özlü bir temel, özlü bir dua, özlü bir manifesto'dan sonra Bakara Suresinin, müminleri tavsif eden ilk beş ayetine bakalım:
1.İyi insan, dünyada korunmuş, içinde şüphe barındırmayan bir yol haritasıyla, Kuran'la yolunu ve yönünü bulacak.
2.İyi insan gaybe inanacak. Âlemlerin, beş duyusuyla algıladıklarından ibaret olmadığını bilecek.
3.Namazını dosdoğru kılacak.
4.Rezzak'ın verdiği rızkı, ben kazandım, havalarına girmeden infak edecek.
5.Allah'tan indirilenlere inanacak.
6.Ahirete yakînen inanacak: Yani buranın devremülk olduğunu bilecek. Yani zerre kadar hayrın ve zerre kadar şerrin değerlendirileceğei bir yer olduğunu bilecek.
İyi insanın Kuran'daki tanımı bu kadar mı? Tabi ki hayır; Kuran, baştan sona bir eğitim kitabı; ölülerin eğitimi burada bittiğine göre, dirilerin eğitim kitabı. Dolayısıyla daha sonraki yazılarımda da en büyük eğitim kitabı tabi ki başucu kitabım olacaktır. Şimdilik bu yazımı, Ziya Osman Saba'nın, bu bağlama çok yakışan bir şiiriyle bitiriyorum:
RABBİM NİHAYET SANA
Rabbim, nihayet sana itaat edeceğiz.
Artık ne kin ne haset ne de yaşamak hırsı…
Belki bir sabah vakti, belki gece yarısı
Artık nefes almayı bırakıp gideceğiz.
Ben artık korkmuyorum, her şeyde bir hikmet var.
Gecenin sonu seher, kışın sonunda bahar.
Belki de bir bahçeyi müjdeliyor şu duvar.
Birer ağaç altında sevgilimiz, annemiz.
Gece değmemiş sema, dalga bilmeyen deniz…
En güzel, en bahtiyar, en aydınlık, en temiz
Ümitler içindeyim. Çok şükür öleceğiz.
Yorumlar 1
26 Haziran 2014 23:44
değerli kardeşim muzaffer inşallah bundan sonra yazılarınızı okuyacağım.