2000'den sonra Türkiye'de birçok sahada ve çok büyük devrimler yapıldı, bazı tabular yıkıldı. Ancak itiraf edilmeli ki eğitim ve ailedeki yozlaşma durdurulamadı.
Bu (eğitimsiz) öğretim yılında da artık ezberlediğimiz ama bilimsel gerçeklikle bağdaşmayan şu müfsit moda söylemleri; kendini "aydın" göstermek isteyen ve böylece ucuz yoldan var olmaya çalışanlardan; belki de bazı gerçekleri görebildiği hâlde rüzgâra karşı yürümeyi göze alamayanlardan; "Ben NLP'ciyim." ayağından karnını doyurmaya çalışanlardan; özellikle de muzır medyalardan sık sık duyacaksınız:
-Aman çocuğunuza karışmayın, psikolojileri bozulur.
-Çocuğunuza sakın kızmayın, çocuk evden kaçar.
-Çocuklarımızla arkadaş gibi olmalıyız.
-Çocuk ilk ergenlik döneminde tabi ki kuduracak, çünkü kudurmak, çağının icabıdır.
-Çocuk özgür olmalıdır; tabi ki kırılacakları kıracak, koparılacakları koparacak, yırtılabilecekleri yırtacak, yakılabilecekleri yakacak.
-Tabi ki flört edecek; kızsa erkek arkadaşını, erkekse kız arkadaşını eve getirecek.
Çocuk; kırılabilecekleri kırarak, koparılabilecekleri kopararak, yanabilecekleri yakarak, yırtılabilecekleri yırtarak, yamulabilecekleri yamarak, dövülebilecekleri döverek, sövülebileceklere söverek büyüyecek; sonra birdenbire (Bu, hangi yaaşta gerçekleşecekse?) halim salim bir insan hâline gelecek. Trafikteki bu magandalar, bilezik için anasının kolunu kesenler, Gezi Parkı'nda yakıp yıkanlar da bizim eğitimimizin mahsulü değil, uzaydan geldiler.
Sorumluluğu asla kabul etmeyen bir özgürlüğe inanacaksın, bunu eğitime dayatacaksın; çocukların özgürlüğü sana zarar verince de bas bas bağıracaksın.
Düşünebiliyor musunuz; her istediğine mutlaka ulaşarak büyüyen bir gençlik; yarın ulaşamadıklarıyla karşılaşınca meşru/ gayrimeşru, haram/ helal sınırını tanıyacak mı? Özgecan'ın katili, kızı neden öldürdüğünü soranlara ne demişti: "Bana direndi."
İslam'a göre kimsenin özgürlüğü bir başkasının can, mal, akıl, din, nesil emniyetini ihlal edemez. Yaş, ırk, cinsiyet, arkasında medyanın olup olmaması... torpil geçilmesini ya da mağdur edilmesini gerektirmez. Can, mal, nesil, akıl, din emniyetine saldıran "özgürlerin(?)" karşısına "Kızım Fatma da olsa..." mantığı çıkar. Sadece Ayşegül Hemşire'yi tekme atanlardan korumaz; Muzaffer'i de "Kırmızı ışıkta niye durdun ulan annadın mı?" diyerekten tekme atanlardan korur.
Bir başka haber... Başlığı: "Kahraman Liseli Kız". Efendim kahraman liseli kız, bu haftaki sevgilisini geçen haftaki sevgilisinden korumak için araya girmiş. Yaşasıııın! Gelecek haftanın sevgilisini de bu haftanın sevgilisinden korumak için araya gireceğinden eminim.
Erkeğe şiddet suç değil nasıl olsa, elde yarım akıllı erkek de çok. Hadi liseli kızlar, siz, haftada birbirlerini birbirlerine bıçaklatacağınız ikişer sevgili bularak daha da kahraman olun! İleride sizin yüzünüzden kaç kişinin mezara, kaç kişinin cezaevine gittiğini anlatırsınız. Az gurur mu be?
Bu bozgunları, bu yalanları, bu gafleti, bu dalaleti, bu ihaneti, sebeplerin ve sonuçların bu kadar manipülesini idrak edebildiği hâlde susabilenlere aşk olsun.
Tomarza'nın Şıhbarak köyünde şakadan bile yalan söyleyene tahammül edemeyen, kekeme bir insan anlatılırdı. Yalan söylendiğinde: "Kâ...kâ... kâfirim yalan!" diyen bir kekeme.
Çevre köylerden gelen avcıların da olduğu bir sohbette, çevre köylerden gelen bir avcı:
-Şu dağdaki koyağın birinde dört tane tilki boğdurdum, demiş.
Bu adam: "Kâfirim yalan!" diyecek ama "Kâ... kâ..." derken yanındaki Şıhbaraklılar ağzını kapatmışlar ve adamın kulağına:
-Sus lan, ayıp, yalan olduğunu biz de biliyoruz ama misafir sayılır şurada; demişler.
Adam da susmuş artık.
Ertesi yıl yine aynı odada aynı muhabbet... Bizim kekeme orada. Aynı avcı:
-Şu koyakta sekiz tane tavşan vurdum, deyince bizimki:
-Kâ... kâ... kâfirim yalan, hem de geçen seneki dört tilki de yalandı; demiş.
Çocuklarına gerektiğinde kızanların çocuklarının evden kaçtığı da yalan. Evden kaçan çocukların sorumluları da çocuklarına gerektiğinde kızan anne ve babalar değil; "Kızarsanız çocuk evden kaçar." diyen sorumsuzlardır. Çünkü çocuklar bu cümleyi: "Anneniz, babanız kızarsa evden kaçın." olarak algılar. Kadın demiş ya: "İnek eve gelecek ama mahallenin puştu bırakmıyor!" diye...
Sahi çocuktaki şu yan sanayi ürünü gibi zırt vırt bozulan "psikoloji"den keşke babada ve öğretmende de olsa. Belki de psikolojileri olmadığı için erken ölüyorlar.
Son zamanlarda Türkiye; ailesiyle, okuluyla, diğer sosyal yapılarıyla bir suç cennetine dönüşmüşse sebepler arasında cezanın iptal edilmesi de aranmamalı mı? Rabbim "Kısasta hayat vardır." buyurmuşsa herhâlde kısasta hayat vardır.
"Baba arkadaş gibi olmalıdır." gibi saçma ve sığ bir cümle bile kulağımızdan girip beynimize takılmadan ağzımızdan çıkabiliyor. Biz arkadaş olunca çocuğun babası kim olacaksa? Babalığın suyu mu çıktı ki baba arkadaş gibi olacakmış? Sakın bu, babalığı sulandırıp babayı "kavvam"lıktan çıkararak aileyi sömürüye açık hâle getirmek isteyenlerin projesi olmasın? Sakın "Babayı vurun!" emrini verenler, "Devlet başkanını vurun!" emrini verenler olmasın!
Bize üfledikleri moda söylemlere bakmayın; Kuran'ın ceza ve taltif dengesini Avrupa bütün sosyal yapılarda bizden daha iyi kurmuş durumda. Kullara yaranmak için Kuran'daki ceza olgusunu görmezden gelenler, yalan söyleyenler ve hâşâ Allah'a yalan söyletmeye çalışanlar var. Ödüllendirmeden asla vazgeçilmemeli ama taltif olmadan cezanın, ceza olmadan taltifin ne anlamı kalır? Helal olmazsa haramın, haram olmazsa helalin ne anlamı kalır? Cennet olmadan cehennemin, cehennem olmadan cennetin ne anlamı kalır? Her öğrenciye veriliyorsa takdirin ya da her öğrenciye takılan madalyanın -ki özel okullarda öyle- ne anlamı olur?
Yukarı çekmek, aşağı çekmekten tabi ki zordur. Anne, baba, öğretmen ya da devlet; gerekirse şu müfsit, muzır ve münafık rüzgâra karşı yürüyerek çocuğu yukarı çekmelidir. Çocukları ve torunları bu ülkede yaşayacaksa... Hesap gününe yakinen inanıyorlarsa... Yaptığımız kötülüklerin ve yapabileceğimiz hâlde yapmadığımız iyiliklerin sorulacağını idrak edebiliyorsa...