Farklı konularıyla, ahkâmıyla, kesitleriyle bize hayat kılavuzu olan Kitab’ın baştan sona kopmadığı eksen; tevhit ve adalettir. Tek İlah’ın, tek Melik’in, tek Rabb’in Allah olduğu; kulların, kendilerine tanınan özerkliği abartıp da ilahlık, meliklik, rablik taslamaması gerektiği; ancak bütün kulların (rengi, cinsi, ırkı… ne olursa olsun) eşitliği; adam sayılması gerektiği…
Tevhit (yani yaratılanların, yaratanla dikey ilişkisi) algısı bozulduğunda, adalet algısı da çökecek, yaratılanların birbiriyle olan ilişkisi de bozulacaktır. Çünkü yaratılanların ilişkisindeki hat, bütünüyle kendilerine bırakılmamıştır. Melik, yarattığı her varlığa bir program yükleyerek yaratmış ve onun, yaratılanların büyük korosuna katılmasını irade buyurmuştur. Yaratılmışların içinde yaratılanların bütünlüğünü (vahdeti) bozan çatlak ses, insan olmuştur. Çünkü insanların içinden bazıları; hatta Kuran’daki “insanların çoğu, insanlık, insanlar…” gibi geneli karşılayan ayetlerin olumsuz bittiğini dikkate alırsak, çoğu; gerçek ve tek İlah’ın kendisine bahşettiği özerkliği sınırsız bir özgürlük zannederek yaratanı yok saymış, bazıları da kulluğu kendine yakıştıramayarak ilahlık ya da ilah muavinliği taslamıştır.
Hani Yunus, “Yetmiş iki millet dahi/ elin yüzün yumaz değil.” der ya... Mekke müşrikleri de oruç tutmayan, namaz kılmayan, hac etmeyen insanlar değildi ki. Bu ritüeller, onlarda da fazlasıyla vardı. Kuran’ın “müşrik” (Allah’a ortak koşan), ya da “kâfir” (Gerçeği örten, kapatan) dediği insanların kişilikleri iyi tahkik edilirse bunların daha ziyade kulluğu, dolayısıyla da insanların eşitliği prensibini kabullenemeyen insanlar olduğu görülür. Onların itirazı, eşitliğe ve bu bağlamda da infak sisteminedir. Onların itirazı sınırsız ve sınıfsız toplum idealinedir. Onların itirazı Bilal’le eşit olmayadır, Bilallerin de adam sayılmasınadır.
İman, ataların dininde telkin edildiği gibi dillerin “La ilahe İllallah”ıyla başlayıp bitmez. Tevhit algısı doğru kurulan insanlar, yaratılanların tek bünye olduğunu, bunlardan birinin ifsadının bütünü ifsat edeceğini, birinin imhasının bütünü imha edeceğini idrak eder. Her ifsadın bumerang gibi, insana döneceğini; bir insanı öldürmenin bütün insanları öldürmek olduğunu bilir. Arının, örümceğin, böceğin, çiçeğin sadece yaşama hakkına saygı duymakla yetinmez; onların kendine emanet edildiğinin de bilincindedir. Topal bıraktığı bir karıncayla topal olmanın acısını, kanadı koparılan bir kelebekle uçamamanın acısını yaşar. Komşusu aç uyurken tok uyuyamaz, Akif’in ifadesiyle “Çiğner, çiğnenir, hakkı tutar, kaldırır.”
“Mâ’ûn” suresi, sadece Mekke müşriklerini mi anlatıyor? Ekonomistlerin yaptıkları bazı hesaplara göre dünyadaki en zengin yedi sekiz insandan ya da şirketten sadece birinin mal varlığı bütün Afrika’yı açlıktan kurtarmaya yetiyor. Buna ne demeli? Dünyada birileri açlıktan ölürken birileri de tokluktan (şeker, kolestrol yüksekliğinden) ölüyor, buna ne demeli? Bundan da önemlisi, günümüzdeki beş vaktini bir kazaya koymayan, defalarca hacca gidip sakalını sıvazlayarak “Allah orayı herkese nasip etsin, ora anlatılmaz canım, yaşamak lazım.” diyerekten medyaya poz verene; ancak göbeğinin altındaki yetimin ayağına basana, yoksulun aç uyuduğunu kendine dert etmeyene, tevhit ve adalet ilişkisini birbirinden koparana ne demeli?
Bir yurt müdürü, mahalledeki suçlarla ilgili olarak: “Bunu yapsa yapsa yurt çocukları yapmıştır.” diye o çocukların suçlanması karşısında: “İnsanlar, kendi çocuklarının yarın yurt çocuğu olmayacağından ne kadar emin!” cümlesiyle tüylerimizi diken diken etmişti. Gerçekten birçok kavram gibi “imtihan” kelimesinin de içi boşaltıldı ve anlam manipüle edildi. Allah’ın da kullar gibi sadece salona doldurduklarını mı imtihan edebileceğini zannediyorlar acaba? O yurt çocuklarıyla, Filistin’de babasının kucağında vurulan çocukla, Mısır’da Mursi kardeşimin içeri atılmasıyla, Esed’in hayvandan aşağı kullarının işkencesiyle ve tecavüzüyle, Arakan’da mazlumun sırtına vurulan her kırbaçla, Türkmenistan’la… imtihan edilen sadece oralarda zulmeden ve zulüm görenler mi, dersiniz? Yaptığımız kötülüklerden sorguya çekileceğiz de yapabileceğimiz iyilikleri yapmamaktan sorguya çekilmeyecek miyiz? Yaratılan hiçbir canlıya zulmetmedik diyelim, peki zulüm görenleri kurtarmak için elimizden gelen her şeyi yaptık mı?