Yıllar önceydi. Seyyid Burhaneddin Hazretleri'ni hem ziyaret edeyim hem de huzur bulayım diye hazretin huzuruna çıktım. Bilirsiniz şen şakraktır orası. Koşuşturan çocuklar; gülümseyen, dertlenen, huzura gelen kadınlar erkekler...Gözlerinde ve içinde binlerce ümit ve ışıkla hazretin önünde edeble duranlar...Hayatımızın her rengini gösterişsiz bütün halleriyle orada bulmak mümkün oluyor velhasıl.
İklimin devamı da başka bir huzurdur diye oradaki çay ocağında bir de çay içmekti niyetim.Gencecik bir delikanlı karşıladı beni.Saçı sakalı zümrüt gibi simsiyah, başında yeşil bir takke, elinde otuz üçüncüleri kırmızı taneli bir tespih, sırtında bir derviş hırkası, tek ayağının üstünde seke seke "Şeyhim Abdülkadir Geylani" diyerek ilahiler söylüyor.Yüzünde bu dünyada kimsede görmediğim manevi bir zevk,içini dolduran sevincin bütün hallerine sirayet eden bir ışık dalgası vardı.Bu dünyadan biri olmadığı kesindi.O şimdi benim bilmediğim başka alemleri temaşa ediyor ve o iklimin "başı dönmüş bir seyyahı"olarak başka seyirler gerçekleştiriyordu.Benim, az çok dost meclislerinde veya bir şiirin mısralarında yakaladığım esrikliği, o gönlüne hiss-i kable'lvuku diyebileceğimiz bir armağanla gerçekleştiriyordu. İmrendim, dertlendim, kalbimi yokladım.Böyle bir kendinden geçiş ve yine kendini idrak silsilesini hiç yakalayamadım dedim kendi kendime.Bu ruh hali, bu gülümseye gülümseye zikir, büyük bir aşkın isimler halinde içinize doğru yürümesi, sizi kendi aleminize yapacağınız yolculukta gönüllü yapıveriyordu."Ah mine'l aşk"dedim kendi kendime.Çayımı içtim, içimde binlerce kelebekle ayrıldım sonra oradan.
Aradan birkaç hafta geçti geçmedi.Zeynelabidin Hazretleri Türbesi’nin civarlarında bir yerdeydim.Bir marketten alışveriş edip ellerimde ağırlığına dayanamadığım poşetleri bir kenara bırakayım da dua edip serinleyim diye hazretin huzuruna varmaya niyetlendim.Tam huzura varıyordum ki birkaç arkadaşla karşılaştım.Sohbet edip ayrılacakken otobüsü gördüm. Yıldırım Beyazıt -Gültepe "hem de bomboş." dedim.Otobüse doğru sevinçle yürüyordum ki arkamdan gaiplerden geliyormuş gibi bir sesle irkildim." Bekle."dedi bir ses. Döndüm. Karşımda sanki yüzlerce yıl önceden dünyamıza düşmüş bir adam.Şaşırdım. Acaba bana mı seslendi ki bu adam? Etrafıma bakındım benden başka biri yok.Eski Dedeman Ortaokulundan Zeynel Abidin Türbesi’nin önüne doğru açılan dehlizdeyim.Yalnızım.Ağır gelen poşetleri yere bıraktım. Adama baktım. Adamın başında beyaz bir sarık vardı.Sırtında hafif sarıya çalan bir hırka, beline siyah bir kuşak bağlamış, altında kuşakla mütenasip bir şalvar, üstünde çağla yeşili yakasız bir gömlek.Allahım, nasıl bir adam bu böyle?Nerden çıktın sen şimdi mübarek?Bütün alışkanlıkları ve kadını erkeğiyle tek tip kılık kıyafetle bu çağa bizi icbar eden pür melalimize inat nasıl bir kıyafet üstündeki senin, nasıl bir adamsın sen böyle? "Bana mı seslendiniz?" dedim adama."Evet evet sana seslendim."dedi. Yanıma yaklaştı.Hemen ellerimden tuttu. Serin ve yumuşak elleriyle sıktı ellerimi.Kendine doğru çekti.Öyle çekti ki göğsü göğsüme değdi.Sıktı, sardı iyice beni.Gözlerimin içine baka baka bir dolu dua okudu bana. Yüzüme üfledi. Ellerine üfledi. Sonra omuzlarıma, sırtıma, göğüs kafesime sürdü dua okuduğu ellerini.Sonra tekrar tuttu ellerimi sıkıca. Öyle ki ellerimi onun kuvvetlice sıkan ellerinden kurtamadım bir türlü.Tekrar bilmediğim, fakat kulak aşinası olduğum dualarla beni tesiri altına aldı.
Gaiplerden gelen bir sesle: "Sen Siirt Baykan'ı bilir misin?" dedi. Bilirim dedim."Nerden bilirsin?" dedi.Bir yakınım orda çalışıyor ama şimdi onun adını niye vereyim ki tanımadığım bu adama dedim içimden.Bilirim işte dedim."Kim var orda?" dedi. Allah Allah biliyor mu yoksa orda kimin çalıştığını? Sustum.Biliyorsa kendi söylesin dedim içimden.Bir dolu dua edip yüzüme üfledikten sonra:"Büyüklerden kim yatıyor orda bilir misin" dedi? Yakınım olan o kişiden duymuştum işte."Veysel Karani Hazretleri." dedim.Edebe mugayir olur ama ben Tillo'da Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri de yatıyor, bak bunları da biliyorum deyip kendimi ispat edip mübareğin gözüne gireyim diyordum ki: "Hah işte afferim." dedi.Bir dua faslı daha geçti. Sonra kulağıma eğildi, kendine doğru çekip göğsünü göğsüme dayadı. İyice sıktı ve sır dolu bir sesle :"Sana Veysel Karani Hazretleri'nin selamı var." dedi. Bu dünyadan olmadığına iyice kani olduğum bu mübareğin o kadar tesirindeydim ki bıraksa gözyaşlarıyla ellerini eteklerini öpeceğim. O mutluluğu ve seçilip selam gönderilen bir adam olmaktan duyduğum sevinci size anlatamam. O coşkun ruh haliyle gönülden, "aleykümselam" dedim." Veysel Karani sana Siirt'te kendi adına yapılacak okula yardım etmeni emretti."dedi.Cebime baktım yüz lira var.Yarısını bu selama vereyim dedim,büyük bir mutlulukla.Buyurun efendim dedim elli lirayı uzatarak."Ne yapıyorsun sen, ne yapıyorsun sen."diye beni bir azarladı ki yaptığım bu edepsizlik yüzünden utancımdan ölecektim nerdeyse.Yine de eline veremediğim elli lirayı göz ucuyla işaret ettiği yan cebine iliştiriverdim edeble. Bir dolu dua daha okudu beni iyice sıkıp."Sen beni hala tanımadın galiba." dedi. Boynumu büktüm, affedin tanıyamadım,dedim.Ağzını kulaklarıma iyice dayayarak:"Ben Veysel Karani'nin bizatihi kendisiyim yahu."dedi.Nasıl bir sarsıntı geçirdim, nasıl içim birden açıldı anlatamam şimdi.Poşetleri koyduğum yerden kaldırmamla koşmam bir oldu.Otobüs falan artık hak getire. Nasıl koştum, nasıl korktum anlatamam.Eve gelene kadar defalarca arkama baktım.Takip etmiştir diye evin kapısını haftalarca çifte kilitledim.
Aradan birkaç yıl geçti.Artık arabam var.Sivas Caddesi'ndeki Ziraat Bankası'nın civarına arabayı park edeyim de kitapçılara uğrayayım dedim.Aynı adamla karşılaştım.Önceden antremanlıyım işte.Hemen yanına yaklaştım.Daha önce bana yaptıklarının aynısını ona yaptım.Sıktım elini iyice.Göğsünü göğsüme dayadım.Bir dolu dua ettim.Namaz duaları, tahiyyat, salli barikler yasinden aklımda kalanlar, yemek duası dahil.Ağzımı kulağına dayadım: "Sen beni bilir misin?" dedim. Bilirim, dedi.Şaşırdım ama belli etmedim."Nerden bilirsin?" dedim.Sen felancasın dedi ama ismimi bilemedi.Ben de durumu abartmadım.Bir dua faslından sonra: Erenler birbirini bilir." dedim. Tazim ve edeble "Eyvallah erenler." dedi. Sonra ağzı dualı ve ermiş bir zat olmak payesiyle ayrıldım oradan.
Şimdi,büyük bir hıçkırık var boğazımda düğümlenen.Seyyid Burhaneddin Hazretleri'ndeki evvelce karşılaştığım ve içimde hatırasını saf bir zümrüt gibi taşıdığım o delikanlıyla, bizim bu erenlerle ilgili hatırayı hayatımın neresine koyacağım.