Bir gündü işte. Tüm sevincim cam kırıkları gibi dağılmış, yüzümdeki tebessüm bir vişne çürüğü gibi yere düşmüştü. Eğilip gözlerimle toplayayım dedim ama vazgeçtim. Çıkıp dolaşayım belki geçer, dedim.
Çıkmış bulundum.
Hava ne kadar da kasvetli. Soğuk. Güneş var ama bulutların arasında. Bir gülümseyecek gibi bakıyor, bir vazgeçiyor. Ağaçlarda yaprak yok. Sadece birinde kanı çekilmiş, kurumuş bir el gibi sallanıp duran bir yaprak. Allah’ım ne kadar da içimdekine tercüman. Rüzgar serinliyor, etrafa ince bir kar serpiliyor. Birbiri peşi sıra bütün tabiat bu hazin havanın rengini tamamlıyor. Keşke güneş ter ü taze bir bir bakışla uzatsa bakışlarını şu ıslak çimenlere diyorum içimden.
Birden yanımda iki kişi bitiveriyor. Uzun uzun dertleniyor yanındakine.
-Ne suçum var benim şimdi. Ne desem anlamıyor beni. Konuşsam da konuşmasam da bir. Duyabildiğim bu kadar. Eliyle koluyla daha bir şikayetvari. Uzaklaşıyor ki birden, seçemiyorum artık onları. N’oldu bilmiyorum. İçim açılır gibi oluyor.
Birisi telefonla konuşuyor.
-Sattırma o evi. Çar çur edecek onu da biliyorsun. Şimdi bağırtma beni. Ne demek gücüm yetmez. Yetir o zaman. Bak demedi deme dımdızlak kalırsınız ortalıkta. Sen bilirsin, benden söylemesi. Tak kapıyor telefonu. Galiz bir küfür sallayayacaktı vazgeçiyor. Eliyle amaan diyor sanki. Sevincim bir kat daha artıyor.
Köşeyi dönüyorum. Artık büsbütün insanların içindeyim. Koşturup otobüse yetişmek isteyenlerle doluyor etrafım. Ah bu telaş ne güzel diyorum içimden. Sevinir gibiyim. Orta yaşlarda bir kadın ayağı aksayarak yanımdan geçiyor. “O sen olsan bari” mi diyor ne. Yok canım, daha neler. Neyse gittikçe artıyor sevincim. Çocuklar; kuşlar gibi etrafımda. Baharda yapraklar gibi dalgalanıyor içim. Birbirlerini yakalamaya çalışıyorlar. Biri diğerine nanik yapıyor, öbürü yakalarsam seni deyip dil çıkarıp parmak sallıyor. İçim ısınıyor, neşeme diyecek yok.
İki kız dedikodu yapıyorlar besbelli. Nasıl da hararetli hararetli konuşuyorlar. Önümde yürüyen karı koca borçlarından bahsediyor. Ne güzel, ne güzel diyorum seslice. Kendilerine seslendiğimi sanıp bana bakıyorlar dik dik. Sizinle konuşmuyorum der gibi bir türkü tutturuyorum. Deli mi ne diyorlar kendi aralarında bana. İçim açılmış bir kere. Durduramıyorum sevincimi. Herkes ne kadar da bana benziyor. Yalnız değilim diyorum. Gülümsüyor, kahkaha bile atıyorum. Sevincim bir sabun köpüğü gibi köpürüveriyor.
Şu kitapçıya da gireyim sevincim ziyadeleşsin diyorum. Bir güzel yüzü seyredip sever gibi bütün kitapları gözlerimle seviyor, her birini bir özge temaşa ile geçiyorum. Almıyorum ama bir tane bile kitap. Biraz hasret kalıp daha çok kucaklamak hevesi sarsın içimi diyorum. Bazen ben de olur bu. Daha çok sevmek için özlemek isterim.
Bir arkadaşla karşılaşıyorum sonra.
-“Şuraya oturalım. İki lafın belini kırarız.” diyor. Soğuk biraz ama gene de dışarıda oturuyoruz. Seviyorum bu adamın konuşmasını. O kadar hızlı akan hayatı, bir güzel sözle durduruyor çünkü. “Ütüsüz bir pantolon kadar tedbirliyim.” diyor mesela İsmet Özel’den. Ne kadar başka bir anlam kazanıyor bu mısra, onun ağzından akıverince. Karşıdaki kitapçı çağırıyor sonra bizi, orucu burada açalım diyor. Ayaklarım gitmekle kalmak arasında gidip geliyor. Daha fazla bekletemiyoruz kitapçı arkadaşı. Sıcacık tebessümü, bir dost eli gibi tutuyor bizi. Giriveriyoruz içeri.
“İkindiyi kılalım.” diyor arkadaşım. İçime başka bir sevinç daha doluyor. Derken, bir arkadaş daha katılıyor bize, bir başkası daha. Hepsinin yüzünde billur bir avize gibi parıldayan hayatın şarkısı var.
“Tantuni yapıyoruz. Lütfen bahçeye gelin.” diyor kitapçı. Yarı çekingen; fakat bir o kadar istekle katılıyoruz bir şarkı gibi davetine. Tantuniyi sevdiğimi duyunca acıyı da seversin sen deyip koyuveriyorlar lavaşın içine acıyı . Gözlerimden yaş gelinceye kadar yiyorum. Çay içiyor, kahkaha atıyoruz anlattığımız fıkralara. Akşamı da kılıyoruz orada. Işıklarla doluyor her yer. Elimde yarısını kitapçının hediye ettiği kitaplar. Taşıması zor, ağır ama ben gönlümden kaldırdığım ağırlığı unuttum ya çok hafif geliyor artık bunlar.
Arkadaşlardan biri, elindekiler ağır, bırakalım seni eve kadar diyor. Kabul etmiyorum. Akşamı seyredeyim diyorum onlara. Akşamı. Yani ışıl ışıl, cıvıl cıvıl hayatı. Ne güzel, ne güzel diyorum bir şarkı tutturup içimden.
“Bir bakış baktın.
Kalbimi yaktın.” Şarkı uzayıp gidiyor.