Mustafa URHAN

Aşkımız için

Mustafa URHAN

Halk hikâyelerini ne çok seviyorum ben. İçinde kahramanlık yiğitlik geçen hikâyeleri, dini ahlaki ve tasavvufi hikâyeleri, hele aşk hikayeleri. Bilisiniz bunların anlatıcısı ellerinde sazıyla halk, hatta Hakk aşığı diyeceğimiz kimselerdir. Halkın hikâyesi bir kalp gibi bunların sazlarında ve sözlerinde atar. Hepsi de yaşanmış ve sonsuza kanatlanmış hikâyelerdir. Kerem'den, Ferhat'tan, Emrah'tan dinlediğimiz türküler, bizatihi kendi hikâyelerimizdir. Hissi tarafımız hiç değişmedi fakat bir şey değişti ki o da "her şeyi tutan bir şey."
 
Son zamanlarda bahçe duvarlarına yazılan duygusal yazıları okurken yakalıyorum kendimi. Sevdiği kıza büyük aşkını siyah, kırmızı yeşil velhasıl spreylerin hangi renk tonu varsa onlarla duvarlara yazan âşıkların yazıları işte. Bazıları oldukça güzel. Faruk Nafiz'in “Han Duvarları”ndaki "İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık." mısraındaki gibi bir kalp hikâyesi her biri." O da beni seviyormuş." veya "Seni bu mahalle kadar seviyorum, gör işte!" "Ağlamayı bilmeyen gözler, sevmeyi de bilmez. "Aldırma gidenlere, sevip terk edenlere, hayat dediğin iki kelime; hoş geldin, güle güle. " En son gördüğüm yazı ise evimizin önündeki elektrik trafosunun duvarlarına yazılmış yazı. "Düşünüyorum da düşüncelerin en güzeli, benim seni düşünürken, senin de beni düşündüğünü düşünmek galiba." Şu elektrik trafosunun duvarındaki sözlere bakıyorum da gençlerin birbirlerinden elektrik almalarına şaşırmamak lazım gelir diyorum. Yetkililer her defasında çeşitli yazılarla dopdolu bu duvarları bir başka renkle boyayıp kapatıyor, bizimkiler de aşk ile tekrar yazıyorlar yazılarını.
 
Aşk insanı birdenbire bulur bilirsiniz. İnsanın içini temizleyip güzelleştiren, ruhunu kanatlandıran bir hissi yükseliştir.
 
Aşk ömrümüze ilk hangi hikâyeyle geldiyse onunla yaşamaktır. Hayalin yani ilk büyük ışığın içindeyken sevgisine kendimizi kaptırdığımız kimsenin atladığı eşiği, uyuduğu beşiği, dinlediği bütün ninnileri sevmektir. Annesinin ninnileriyle büyürken ve bu ninnileri dua yapan annesinin sevgisine gülümseyen gözlerini hayal etmektir.
 
"Aç kapıyı bezirgânbaşı bezirgânbaşı, kapı hakkı ne verirsin ne verirsin." oyununu o da oynadı mı acaba? "Al satarım bal satarım, ustam ölmüş ben satarım." oyununda dilindeki kelimeler nasıl sevinçle parladı acep? Mendil kapmaca oynadı da düştü mü? Saklambaç oynarken bulunurum heyacanını ürkek bir kuş gibi içi titreyerek duydu mu? Yakar top oyununu kazandığında kahkahalarına hangi arkadaşlarının sevinçleri karıştı? Yorgunluktan gözlerini uykuya kapar kapamaz hangi rüyalar doldu kalbine? İlk bayramlık elbisesini kimlere gösterdi? Ayakkabısını hepimizin çocukluğunda yaptığı gibi sabaha kadar yastığının altına koyarak yattı mı?
 
Aşk belki o da beni seviyordur diye hayal kurmaktır. Yanından geçerken içinin titremesidir mesela. Öyle saçlarını savurup, şampuan reklamlarındaki gibi dönüp sana bakması değildir. Gözlerini kaldıramamaktır onu görünce. Dönüp sana bakmayacağını bile bile ardından bakmaktır. Mahalleden o geçecek diye içi içine sığamadan beklemektir. Onun okuduğu şiirleri ezberlemek, ellerini değdirdiği kitaplarda yaşamaktır. Geceleri aynı yıldıza bakmaktır mesela. Yolda yürürken türküler tutturmaktır birdenbire. İçimizin ışıkla dolmasıdır. Bir hüznün sebepsiz bir biçimde içimize, gözlerimize hücum etmesidir. Defalarca ilan-ı aşk provası yapıp bunu bir türlü başaramamaktır. Yağmurlu günlerde o da şimdi yağmurda yürüyordur ve bunu benim sevdiğim kadar seviyordur düşünceleriyle yürümektir. Adını kirletmemek için hiç kimseye onu anlatmadan sevmektir. O bilmese de ona şiirler yazmaktır. Yazdığın mısraları okuyup okuyup gülümsemektir. Onun da seni sevdiğini hayal edip avunmaktır. Diyeceksiniz ki şimdi:
 
"Ne şair yaş döker ne âşık ağlar,
 Tarihe karıştı eski sevdalar."

 
Ben, belki Alâeddin’le ve Hüseyin'le "Orhan Bey'in Damı”nda akşamlar boyu oturup birbirimize anlattığımız bu hikâyelere yalandı diyebilirim. Fakat Yeşilçam'ın en İstanbullu âşıkları Hülya Koçyiğit Ediz Hun; Kadir İnanır, Türkan Şoray; Filiz Akın ile Kartal Tibet'in aşkları da mı yalan, hep film icabı mıydı yani. Hadi bunlar yalan da bizim çocukluğumuzun uzun kış gecelerinde dinlediğimiz Leyla'yla Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Emrah ile Selvihan hikâyeleri.
 
Kavuşulamayan hikâyelerin tümünde vardır aşk. Kerem ile Aslı da kavuşamadılar. Tıpkı Leyla'yla Mecnun'da, Ferhat'la Şirin'de ve Emrah ile Selvihan Hikâyesi’nde olduğu gibi. 

Uzun zaman düşündüm. Halk, birbirlerini bu kadar sevmiş ve aşkı uğruna bedel ödemiş bu âşıkları niçin kavuşturmaz. Bırak aile kursunlar, çoğalsınlar, neslimiz güzelleşsin. Ancak adeta ısrarla, tekrarla ve inatla âşıkları bu dünyada birleştirmiyor hikâye anlatıcısı.
 
Sonunda geldiğim nokta şu oldu. Halk hikayelerini anlatan âşık diyor ki haddi zatında: Ey beni dinleyenler, ey bu âşıklar için kalpleri sızlayanlar, size bir aşk hikayesi mi anlattım zannediyorsunuz. Benim anlattığım aslında sadece aşk ve uğrunda çekilen çileler. Burada kız da işin hikâyesi erkek de. Çünkü bütün hayatın hülasası aşk olmalıdır. Dert çekilecekse, bedel ödenecekse aşk için olmalıdır bu. Beden için değil.

Yorumlar 4
Hatice 31 Ocak 2023 22:54

Kaleminize sağlık hocam. Günümü şenlendirdiniz.

Selami 31 Ocak 2023 03:29

Lise duvarından: Aşka daldım sınıfta kaldım…Sınıfta kalmanın daha geçerli başka ne bahanesi olabilir ki?

Metin Bingöl 30 Ocak 2023 19:25

Hocam sizin talebeniz olduğum için çok şanslıyım.

Kübra Emine Kıvanç 30 Ocak 2023 18:52

Şimdiye kadar okuduğum yazılardan en güzeli Mustafa Hocam kaleminize sağlık.

Yazarın Diğer Yazıları