Yüreğiniz hiç üşüdü mü?
Mustafa BALABAN
Çocuklara karşı düşlerim, düşüncelerim hep var olmuştu(r). Lakin hep anneli-babalı çocuklar vardı dünyamda. Oysa birkaç aydır/yıldır yaşadıklarım, sadece çocuklara değil babaya, anneye, aileye ve çocuklara bakışımda da büyük değişikliklere neden oldu. Çocuk eğitimi üzerine çok kitap okumama, çok seminer dinlememe, çok sohbet etmeme hatta sunumlar yapmış olmama rağmen şu başlığı hiç duymadım/kullanmadım: “Babasız çocuk eğitimi nasıl olur?” Nasıl çarpıcı, nasıl uyarıcı bir başlık değil mi? Belki “annesiz” diye de değiştirilebilir. Hani insanların ortak zafiyeti bir şeye, bir konuya hep kendi penceresinden ve şartlarından bakması olsa gerek. Şayet kendinin hayatta herkesi ve her şeyi tam ise herkesin de aynı vaziyette olduğu zehabına kapılıyor olması. Ya da tam aksi.
Evli bir erkek ve kadının çocukları olmayabilir. Eşler çocuk yokluğu ile sınav olabilir. Evet, zordur, sabır ister, sadakat ister, metanet ister… Ama yine de hayatlarını devam ettirecek yetkin ve yeterliliğe sahiptirler. Lakin bir erkek ve kız çocuğu, küçük yaşlarda annesiz ve babasız kaldığında ne hisseder. Hatırlıyorum da küçük yaşlarda özellikle uyku öncesi “Ya annem-babam ölürse ben ne yaparım, nasıl yaşarım?” duyguları içinde kaygılar taşıdığım olurdu. Sadece yastığımın sıcaklığı ile yaşar, kimseyle bu duyguları paylaşamazdım. Uyandığımda ebeveynimi hayatta gördüğümde yaşama daha bir güven ve umutla bakar, Yaratan’a şükran duyguları ile dolardım. Sadece bu duygu bile bir çocuğun ruh dünyasında kaygı, umutsuzluk, korku, belirsizlik… hissiyatına neden oluyorsa ya yokluğu onların.
Birkaç yıldır mütemadiyen olmasa da yetimler gündemimde. Her gün başka bir kapıdan giriyor dünyama; yetimlerle ilgili bilgiler, projeler, sayılar, sıkıntılar, durumlar, duygular. Kaza ile, savaş ile, hastalık ile…bir şekilde vefat eden babalar. Yalnız kalan eşler, evlatlar.
İşte bu maruz kalmalar sonucu mevsim mevsim yüreğime yetim düşer, onların dünyasını düşler, hissiyatlarına merhem olamasam da hissedar olmanın kaygısını kayıtlarım belleğime. Merhem olamadığım zamanlar da bile merhamet hep var olur yüreğimde.
Havalar serinler, üşüten havalar kaplar her bir yanı. Kış olur, kar düşer gökten lapa lapa. Zihnimden bir cümle kayar: “ Erciyes’e kar düşer, önce yetim üşür.” Hani sıcak bir baba ocağı, koruyucu bir kıyafet, kışlık bir ayakkabı, keyifli bir bisiklet … Ya yoksa bunlar, önce ihtiyacı olan yetim annesi düşünür, sonra yetim üşür. Akranları daha güven içinde çıkarlar sokağa, okula daha keyifli giderler, oyun oynarken üşütmekten korkmazlar.
Ya yaz ise mevsimlerden; kırlarda koşmak, top oynamak, bisiklete binmek, yüzmek, gezmek…Tatile, tatil beldelerine gitmek. Babam olsaydı hüznüyle buruk bir duygu serencamına girmek, bir kez daha baba yokluğu ve yoksunluğunu hissetmek.
Annesiz-babasız nasıl yaşanır? Öksüz ve yetim çocukların aileye, hayata bakışları nedir? Bu çocukların kimseye ve hayata küsmeden nasıl yanında olunabilir? Her zaman maddi ihtiyaçları yoktur ya da o bir şekilde telafi edilir; ya psikolojik ihtiyaçları, manevi destekleri nasıl sağlanır. Bu sorulara ve sorunlara eğilmek gerekiyor.
Mekanın adını söylemeyeyim, çocuğun vasfını zikretmeyeyim. Şu yaşadığım olay sanırım vicdanımda hep taze kalacak. Bir ortam, çocuklarla iftar edeceğiz. Ortaokul yaşlarında bir kız çocuğu var yanımda. Eğildi, amca yemeği çok yer misin dedi. Anlamadım. Tekrar çok yersen kilo alıp yanımızda çok kalırsın dedi. Aman Allah’ım bu nasıl yoksunluk, bu nasıl bir istek. Şok olmuştum. Sanki kimsesiz çocuklar hep bir ağızdan yanımızda olun, bizi yalnız bırakmayın der gibi kulaklarım zonkladı. Kızımız konuşkandı ya da konuşma ihtiyacı vardı bir baba figürünü hatırlatan insanla. Daha şoku atlatamadım, amca şu arkadaşın var ya babama çok benziyor, dedi. Ben hala kendime gelemedim, elleri de babama benziyor, dedi. Yüreğim üşüdü o an. Yüreği yufka arkadaşıma da söyledi iftar sonrası. Yüzü güldü, sevgi sözcükleri söyledi. Ama hissettirmedi onunda yüreği üşüdü hissettim. Hani ölüm dışında varsa çocuk ve anne/babayı ayıran bir mania bunları bilsin isterim.
Bir yaz okulunda, yetim çocuklara değerler eğitimi kapsamında Hz Muhammed’in hayatını anlatmaya başladım. Daha dünyaya gelmeden babasını kaybetti yetim kaldı, dedim. Çocuklar adeta tek bir ağız olup “Bizim gibi değil mi hocam?” dediler. Bir tuhaf oldum. Hani Kur’an-ı Kerim diyor ya peygamberimizden için üsve-i hasene. Yani en güzel örnek. Yetimlere de model olan, moral olan bir peygamberimiz var. Adeta yetimlik durumunu, duygusunu yaşadı ki onları daha iyi anlasın, anlatsın diye. Tatmayan bilmezdi, acıyı da yaşayan.
Eğitimciler, babanın rolünü, sağlıklı bir anne-çocuk ilişkisinin ardında da doğrudan veya dolaylı olarak baba desteği görülür, der. Anne-baba adeta çocuk için iki ayrı kanattır. Bunlardan biri olmadığında çocuk ruhsal kırılmalar yaşar. İşte bu durumda anne iki kişilik bir yükü omuzlamış olur. Aile yakınları anneye destek olmalı, özellikle erkek olanlar yalnız bırakmamalı ve yakınlık durumu ve düzeyine, annenin müsaadesi oranında çocukla irtibat kurmalıdır. Anne ve çocuklara zor değil zaman ayırmak, yanlarında olmak, güven duyacakları desteği sağlamak, toplumdan izole etmeden sürekli ve sıcak ilişki kurmak.
Vahiy sadece yetime sahip çıkmayı önermiyor, yetime sahip çıkmayanları da konu ediniyor, eleştiriyor. Onları ihmal etmeden, itelemeden, ötelemeden öte dünya için bir vesile kılmak; peygamberin cennet müjdesine mazhar olmak gerekiyor. Nebevi öğreti bizlere kâfilü’l yetim olmamızı öğütlüyor yani yetime kol kanat germemizi istiyor.
Yetim denince sadece merhamet merkezli bakalım, onlara acıyarak bakalım demiyorum. Onları arkadaş ve kardeş olarak görelim, normal bir ilişki ve iletişimde olalım diyorum. Her yetim muhtaç değil, muhtaçlara sahip çıkacak güçte yetim (ailelerimizde) var, bilelim.
Bazı şeyler vardır, önemini bilir yöntemini bilemeyiz. Nereden başlanır, nasıl yapılır, ne zaman yapılır, ne yapılır? İşte bu durumda öyle kurumlarımız, öyle güzel insanlarımız var ki… Arayalım, araştıralım. İrtibata geçip kuruyan damarlarımıza can verecek çalışmalara dahil olalım. İnanın bizlere de iyi gelir. Bir annenin yükü hafifler, bir çocuğun yoksunluğu azalır.
Yetim çocuğun annesi de adeta yetim (gibidir). Eşi vefat ettiğinde tamamen yalnız kalabiliyor, akrabalar/insanlar ya mesafe koyuyor iyi niyetlerle ya da iletişimi kesiyor farklı tereddütlerle. O anneler, peygamberin kendilerini müjdelediği mümtaz ve müstesna kadınlar. Onların her zaman maddi ihtiyaçları yok, arkadaş ve dost ihtiyaçları da var. Yaslanacakları, dertlerini paylaşacakları, muhabbet edecekleri birileri olsun isterler yanlarında.
Bu satırlara şahit olan, okuyan-dinleyen yetim ve yetim annesi olursa ne olur yanlış anlamasın düşüncelerimi, duygularımı. Herkes imtihan oluyor, kimileri eşleri-evlatlarının varlığı ile, kimileri yokluğu ile. Yarın için kimin garantisi var aile bütünlüğünün devamiyetine. Yarın aynı hikâyenin bir parçası olma ihtimali hepimizin ayakuçlarında.
Yetim çocukları bir de ne üzer biliyor musunuz? Okul hayatlarının ilk günleri/yılları öğretmenlerin tanıştırma fasılları, ‘Baban ne iş yapar, mesleği nedir?…’ Sormadan bunu öğrenmenin bir yöntemi olmalı. Çocuk dibine kadar orada hisseder babanın yokluğunu. Elbette alışır bu duruma, hayatta hep birilerinin ya da bir şeylerin eksik olabileceğini öğrenir bu sahnelerle.
Ne var ki bu sefer de tüketim kültürünün özendiren dili, piyasayı canlandırayım derken birilerinin canını acıtan malum günleri: babalar günü, anneler günü… diye gözlerine sokar. Ebeveyn yoksunluğunu günlerce hissettirir. Mutlu aile kareleri yayınlar. Mütebessim anne-baba, mutlu çocuklar… Hediyen kadar sevilirsin gizil mesajları. Yetim adeta “Acıtmayın yüreğimi, yüreğim yetimdir anlayın artık beni!” der adeta iç dünyasında. Belki de için için yine, tamam abartıyor olabilirim ama daha münasip bir dil yok mudur sevginizi ifade edeceğiniz, beni ve annemi incitmeyeceğiniz.’ derler.
Çocukları en korumasız, yuvasız bırakan savaşlardır. Düşünelim bu satırlara fısıldayan çocuklar yine barış koşullarında öksüz, yetim. Hani var sahip çıkan resmi veya sivil insanlar, kurumlar. Ya savaş. Düşünün kıyametin bir bombayla, bir ateş kütlesi ile her şeyinizi alıp götüreceğini. Sonra da çok güçlü devlet ve büyük insanların, mutlu aile fotoğraflarıyla çocuk hakları teranelerini. Çocuklar bunlara mı inanır yoksa içlerinden, bizi acıtan masallara değil acımızı alan masallara muhtacız, diyen sessiz çocuklara mı.
Hele tatiller, bayramlar çocuğun babanın yokluğunu hissettiği günler. O günler de yanlarında olalım izin verdikleri, istedikleri kadar.
Hani yaz okulunda yetim çocuklar peygamberimizin yetim kaldığını duyunca “Aynı bizim gibi!” demişlerdi ya. Bizler de peygamberimizin “Ben ve yetime sahip çıkan cennette böyle olacağız” diyor ya parmaklarını birleştirerek. Sonra yetimlere-öksüzlere sahip çıkmamızı öneriyor ya. Bizler de onlara sahip çıksak ve desek ki aynı peygamberimiz gibi.
Ve onları anlamak için,
Sezai Karakoç gibi Gün Doğarken seslenelim hep birlikte:
…
Babasız kalan çocuklar için
Ay bölün
Koyundan ayrılmış kuzular için
Baharda
Tanrı aşkına bölün.