Mustafa BALABAN

Yasinsiz Kur'an

Mustafa BALABAN

Bir ilçede imam-hatiplik görevi yapmaktaydım. İlçede “Peygamberler Ziyareti” denilen bir yer vardı.

Elyesa, Zülkifl ve Nebi Harun isminde üç peygamberin metfun olduğu bir yerdi. Üç peygambere mahsus türbeler yapılmıştı. Ayrıca burası ilçede vefat edilenlerin de gömüldüğü bir mezarlıktı. Baraja nazır, hakim bir tepede, meşe ağaçlarının yeşilliği ile temiz havanın püfür püfür estiği bir mahaldi. İlçe içinden-dışından, başka şehirlerden gelen ziyaretçiler olurdu. Hatta ulusal televizyonlardan gelenler olmuş, bizlerle çekim ve röportaj yapmıştı. Kimileri bir saatliğine sadece uğrar, kimileri ise ailece-kabilece gelir kahvaltısını yapar, öğleyin herkese ikram edilebilecek bir yerel bir yemek yapılır ve dağıtılırdı. Burada bazen ziyaretçiler tarafından adak kurban kesilir ve herkese orada ikram edilirdi. 

Bu mevkide mutevazı Elyesa isminde bir cami vardı. Ben bu camide yaz dönemleri görevliydim. Sabah erken vakitlerde gider, akşam dönerdim. Patika yollardan, vadinin ortasından mevkiye ulaşırdım. İnsanlar gelirler peygamber kabirlerini ziyaret ederler, Kur’an okurlar, dua ederlerdi. Genç kızlar dilek taşı iliştirirlerdi caminin ya da kabrin duvarlarına. Evlenemeyen, engelli çocuğu olan, maddi sıkıntılar yaşayan insanlar gelir bir imdat, ümit beklerlerdi. Özellikle Yasin okumak ya da okutmak adeta vazgeçilmez bir ritüeldi. Bu nedenle ya ziyaretçiler ezbere/yüzüne Yasin suresini okurlar ya da orada sürekli bulunan, gelen gidenle muhatap olan kişilere okuturlardı. Bu kişiler her gün erken saatlerden-geç saatlere kadar hazır bulunurlar, gelen insanlara gönüllü rehberlik yaparlardı. Aynı zamanda bu kişiler ilçede ölmeden kendine mezar yaptırmak  isteyenlere mezar hazırlarlar ya da herhangi bir ölüm vakasında hemen mezar kazarlardı.

Müftülükte hizmet amaçlı ve muhtemelen bu nedenlede orada sürekli bir görevli bulundururdu. Bu görev adeta özel bir niteliğe sahipti ,“Rehber imam” denilebilirdi. Yani hem bu mevkiye gelenleri ziyaret yerleri hakkında bilgilendirmek, hem de ücretli Kur’an okuyanların bu kabirleri kullanarak, buradaki camiyi barınak yaparak insanları istismar etmesini engellemekti. Onlar için en büyük sorun bizlerin varlığı idi.

Bir gün oralarda geziniyordum. Bir ziyaretçi geldi, “Hocam, camideki hiçbir Kur’an’da Yasin suresi yok” dedi. “Olur mu, mümkün değil” dedim. İçimden sanırım sayfalarını bilmiyor, bulamamıştır diye düşündüm. Yanımda bir iki kişi daha camiye gittik. Bir, iki, üç….on iki, on üç….neredeyse yirmi Kur’an vardı ve hiçbirinde Yasin suresi yoktu. Tekrar tekrar baktık, gerçekten yoktu. 20 tane Kur’an-ı Kerim’de bir tane bile Yasin suresi yoktu. Bu nasıl olurdu. Biraz daha dikkatli sayfaları incelediğimizde özenle Yasin surelerinin alındığını/yırtıldığını gördük. Bu nasıl bir şeydi? Kim niye almıştı? Bu tamamen bilerek, özenle yırtılmıştı. Hemen akla gelen en masum neden, Yasin okumak isteyen kolay olsun diye, Kur’an-ı taşımayayım diye yırtmış olabilir miydi? Hadi biri için tamam, ya yirmisi için bu olabilir miydi?

Müftü beyle ve arkadaşlarla istişare edildi. Mesele anlaşılmıştı. Durum vahimdi. Büyük bir sorunun, bize yansıyan tarafıydı. Mesele tamamen duygusaldı(!). Orada bulunan birkaç simsar, ezbere Yasin’i bilmeyen bize mahkum olsun, biz de paralı Yasin okuyalım diye yapmıştı bunu. Yani Kur’an okumasını bilen ama Yasin suresini ezbere bilmeyen kişi gelecek, camiden Kur’an-ı Kerim’i alacak, ama Yasin suresini bulamadım diye, Yasin okutacağı birini arayacaktı. Bu işi orada görevli olanların yapmadığını bildiği ya da ne tepki alacağını bilmediği için ne yapacaktı. Zaten girişte takip edenler vardı. Hemen yanı başlarında takkeli bekleyen tekke sahipleri vardı. Tekkeyi bekleyen çorbayı içecekti(!).

Şimdi bu durumda Yasin suresini parayla okuyanları/ya da Kur’an sayfalarını yırtanları paralamak en kolayı. Vay fırsatçılar, vay Kur’an-ı para karşılığı satanlar demek en kolayı. Ama bu mesele çok boyutlu değil mi? Kur’an okumak denince, sadece yüzüne oku(t)mayı anlamıyor muyuz toplum olarak. Hemen Kur’an okumayı öğrenince Yasin suresini sürekli okumayı, başka bir sureyi sadece hatimde okumayı insanlar alışkanlık haline getirmedi mi? Bu anlayışların sonucu böyle bir olay normal değil mi? Kur’an’ın gerçek gönderiliş amacı, Kur’an’ın bizlere vermek istediği mesaj iyi anlatılmazsa, anlaşılmazsa olacağı bu değil miydi? Yoksa,"Her şeyin bir kalbi vardır. Kur'ân'ın kalbi de Yâsin'dir. Kim Yâsin'i okursa, Allah onun okumasına, Kur'ân'ı on kere okumuş gibi sevap yazar." Hadis-i şerifini insanlar öğrenmiş ama genel olarak peygamberimizin ve sahabenin Kur’an’a bakışını öğrenmedikleri için bu hadisi tek hadis /tek yorum olarak görmenin bir sonucu değil mi? Kur’an öğrenme ve öğretmeyi salt sevap kazanmak, boş vakitlerini ibadetle değerlendirmek ve ölülerinin ruhunu şad etmek anlayışının bir yansıması değil miydi? Bunun sonucu Kur’an’ın Yasin’den ibaret olduğunu, Yasin suresini de on kere okuyunca bu işin tamam olduğunu düşünerek yaşamak daha kolay değil miydi? Yasin suresini yüzüne okumayı öyle içselleştirmişiz ki, çocuklarımıza/torunlarımıza Yasin ismini de vermişiz. Ama Yasin(Kur’an) ahlakını verememişiz. Elbette ki Yasin’in peygamberimizin hayatında ve İslam kültüründe mutena ve müstesna bir yeri var. Lakin Kur’an-ı Kerim bütünlüğünde, amelleştirme ameliyesinde yeri ne kadar?

Ne hazindir ki Kur’an-ı Kerim-i  salt mâbet ve makber kitabı olarak algılamanın sonuçları bizi bu tür olaylara götürecektir. Yapılması gereken Kur’an okumayı öğretmeden Kur’an-ı tanıtmak, gönderiliş amacını öğretmek daha isabetli olmaz mı? Evet bu gün camilerde kış dönemi akşam kursları, yaz dönemi yaz Kur’an Kursları, eğitim öğretim dönemi Kur’an kursları, okullarda orta ve lise kademelerinde sürekli eğitim veriliyor. Sivil kişi ve kurumlar Kur’an öğretiyor. Yani Kur’an okumayı öğrenmenin önünde engel yok artık. Ama Kur’an bilgisinin yanı sıra Kur’an bilinci veriliyor mu? Yoksa Kur’an öğrenen kişilerin sayısı bizler için yeterli mi? Kur’an’ı bir şehre benzetirsek, Yusuf caddesine, Meryem bulvarına, Nuh semtine, Lokman mevkiine, İsra havaalanına uğramak, oraları da keşfetmek gerekmez mi? İşte o zaman çocuklarımıza Yasin ya da Kur’an’dan herhangi bir isim vermeden, genç kız olduklarında Meryem iffetini, genç delikanlı olduklarında Yusuf iffet ve izzetini kazandırmış olmaz mıyız?

Evet peygamber efendimiz(as), "Her şeyin bir kalbi vardır. Kur'ân'ın kalbi de Yâsin'dir.” buyurmuşlar.. Ama Kur’an-ı Kerim’in hepsi Yasin-dir, Yasin-den ibarettir dememiş. Nasıl ki bir vücut kalpten ibaret değilse. Güzel ve güzide insan sadece Yasin suresindeki mesajlara dikkat çekmişti(r). İnsan sevdiği bir şeyin kalbini yok eder mi? Parçacı yaklaşım anlayışı, orman denilince sadece bir ağacı görenler böyle yapıyor ekseriyetle. İnsanlar Yasin suresine göre günlerini yaşamıyor ama bir ihtiyacı, işi, sorunu, sınavı olunca Yasin suresini okuyor, okutuyor. Yüzlerle, binlerle ifade edilen Yasinler okunuyor her gün. Hele sanal âlemde gruplar oluşturuluyor, cep telefonundan eşe-dosta paylaştırılıyor.  

Enterasandır Yasin suresi âdeta Kur’an’ı ölüler için okuyanlara bir uyarı da bulunur. 

Kur’an’ın“Diri olanları uyarasın diye….(Yasin suresi, 36/70) geldiğini hatırlatır.

Fazla söze ne hacet!

Yorumlar 2
azariah 01 Haziran 2022 20:25

perfect site

Emine Bostan 30 Mayıs 2022 10:58

Tespitlerini son derece doğru,benim çıkardığım sonuç bir anne olarak ,çocuğun ilk eğitim aldığı merci anne eyer anne hal dili ile yaşar sonra çocuğuna anlatırsa ve mesela namaz kılmadan Rabbinin sevgisini merhametini mandalinanın verildiği vakti onun nasıl bir ambalajla sunulduğunu,sabah sıcacık koklayarak optugumuzde bu sevginin membagini ve bu sevgiyi bilerek huzurda durup ben bunu (biliyorumu)sana secde bana lutufturu anlatmazsak doğruları yanlış anlamaya kandirilmaya uygun konumlarda gelecek yetistiririz.....

Yazarın Diğer Yazıları