Saygı Herkesi Korur
Mustafa BALABAN
İnsanı, insani ilişkileri ve insan hayatını değerli kılan erdemler vardır: merhamet, sevgi, saygı, edep, adalet… İstisnasız her insan güzel haslet ve hareketleri sever. Öyle ki süfli bir mevzuda, örneğin zulüm ve zalimlik, kendi fail olsa bile, kendinden güçlü kimseden merhamet bekler, kendisine zulmetmemesini ister. Bir başkası saygısızdır, nezaketsizdir. Lakin başkalarının kendisine saygı duymasını, saygılı olmasını ister. Bu nedenle iyi olan hal ve hareketler herkesin meftun olduğu özelliklerdir.
Toplumlar yaklaşık her yüzyılda bir, sosyal ve kültürel açıdan “değişim” diye tavsif edilebilecek durumlar yaşayabilir. Siyasi ve ekonomik argümanları kullanmıyorum. Zira bunlar belirgin ve kısa süreli olabiliyor.
Herkesin hemfikir olabileceği, üzerinde durmamız gereken bir mefhum üzerine konuşmak gerekiyor: Saygı ya da saygısızlık. Bu konuyu işlerken göreceli olanı veya formel olanı değil daha çok eşit koşullarda yaşayan birebir iletişim ve ilişki kapsamındaki durumları tahlil etmemiz gerekiyor.
Lügatlerde, Saygı: Değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla bir kimseye, bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusu, hürmet, ihtiram kelimeleriyle mana veriliyor.
Saygı mefhumu kapsamında düşünelim: Kimlere saygı gösteriyoruz? Makam ve mevki sahibi olan, unvanı olan, yaşı büyük olan, dini veya milli bir değeri olan; ya da hayatımızda özel yerleri olan anne babalarımız, onların ebeveynleri ve kardeşleri.
Saygıyı gösterdiğimiz kişileri iki grupta tasnif edebiliriz: icbari olan, ihtiyari olan. Bu kelimeleri zorunlu olarak saygı duymamız gereken, gönüllü olarak saygı duyduğumuz kişiler, diye Türkçe ’ye çevirebiliriz. Birincisi makam-mevki-unvanı için saygı duyduklarımız, duymamız gerekenler: amirimiz, resmi/özel bir makamdaki insan, bir iş/ilim dalında… İhtiyari olanlar ise aile büyükleri, bizlerin yetişmesinde katkısı olan insanlar. Belki genel kategori de bir esnekliğe ihtiyaç var, üçüncü bir grup ya da kesişme alanı olmalı. Örneğin öğrenciyiz, derse giren öğretmenlerimiz/hocalarımız: hem unvan sahibi, hem yaşça büyüklerimiz. Daha da ötesi bizlerin akademik, ahlaki ve karakter gelişimine katkıda bulunan mümtaz insanlar.
Bizler toplum olarak, özgün ve belki de özge erdemlere sahip olan bir milletiz. Büyüklere saygı, küçüklere sevgi bizlerin kök değerleridir. Aile içi ilişkilerde eşler arası muhabbet, çocukların büyüklere ihtiramı, hatta evin yeni üyesi gelin ve damatların hürmetleri. Bizleri var kılan hasletlerden sadece biri olan, savaşçı bir millet olmamız değil, aynı zamanda saygı-hürmet ve muhabbet gibi hususiyetlerimizdir.
Tamam bir yozlaşma var: büyük küçük arasındaki çizgi aşınıyor. Çocuklar daha dikkatsiz (gibi), gençler daha zarafetsiz (gibi). Ya biz büyüklerde: kendi aramızda, eşlerimizle, ebeveynlerimizle, sosyal ve iş hayatında muhatap olduğumuz insanlarla, her zaman saygılı bir yaklaşımımız mı var. Ya da saygı hissetme ve göstermede ne vaziyetteyiz.
Vasat bir toplum olmakta zorlanıyoruz. Nasıl mı? Büyükler anlatır, kendi anne babalarının ve büyüklerinin yanında saygısızlık olur diye çocuklarını sevemiyor. Gelin aile büyüklerinin yanında oturamıyor, eşinin adını telaffuz edemiyor. Bu durum saygının göreceliği değil, göreneğin zafiyeti. Ya şimdilerde, gelin ve damat büyüklerinin yanında rikkatli ve dikkatli olmak yerine; sözlerinde nezaketi, davranışlarda zarafeti kaybedip aşırı rahat davranmaları olmuyor mu?
İsterseniz bir de eğitim hayatından örnekleyelim. Fi tarihinde öğrenci öğretmeninden aşırı korkuyor ya da saygıda abartılı bir yaklaşım sergileyebiliyordu. Bugün ise öğrenciler özgüven ve özgürlük adına, konuşmalarda patavatsız, davranışlarında pervasız hareket edebiliyor. Hani ortası yok mu? İçine korku değil sevgi damıtılmış saygı nasıl da herkese deva olur. Yaşadığı ortamda küçükler büyüklere saygı, büyüklerde küçüklere sevgi gösterdiğinde; bu sosyal öğrenme olarak toplumda yer etmez mi, güzellikleri neşvünema bulmaz mı?
Bugün kadına şiddet gibi cinsiyetçi tefrike, doktora zorbalık gibi mesleki titre çerçeveleyebileceğimiz şiddet sarmalı her yerde ve herkese karşı: evde, işte, sokakta, sosyal medyada… Tamam her sorunun ve şiddetin sebepleri farklı olabilir. Ama tahammül edememe, sabredememe, saygılı olamama da, bu sorunların mesele olmasına davetiye çıkarmıyor mu? Oysa sakin olmak, saygılı olmak, hoşgörülü davranmak, tahammül göstermek, insan ilişkilerini daim ve salim kılan hasletlerdir.
Temel insani ve evrensel değerler esasında önce aile de başlar. Çocuklar evde ebeveynin iletişimini gözlemler. Birbirine sevgi ve saygı duyan, hayatın güzelliklerinde mutlu olan, zorluklarında sabır ve sebat gösteren onlar için olumlu tablolardır. Herhangi bir konuda öfkelenmeden, kırmadan dökmeden konuşarak, saygı içerisinde hareket eden anne babalar, çocuklarına müspet hasletleri kazandırır. Çocuklar, gençler birbirlerine ve toplumdaki diğer bireylere karşı nasıl davranacaklarını modeller, insanlara ve hayata daha güzel ve güvenle bakarlar. Bu durumların aksi ise öfke, tartışma, hiddet, şiddet ve felakettir. Aile de başlayan iyi modeller, okul ve sosyal hayatın diğer alanlarında da olmalıdır. Yetişkinler hep bir mesuliyet duygusu içinde hareket etmelidir.
Hani yukarıda saygıyı icbari ve ihtiyari diye tasnif etmiştik. İletişimcilerden ve sosyal bilimcilerden bazıları da, saygıyı formel ve informel diye kategorize ediyorlar. Formel; biçimsel veya resmi de diyebiliriz. İnformel ise biçimsel veya resmi olmayan anlamlarına geliyor. Bu sözcükleri saygı kelimesine iliştirdiğimizde: İnformel saygı, içten olandır. Zorlama, zorlanma yoktur. Resmi olan, zorunlu olan formel saygı sürelidir. Gösteriş ön plandadır. Yasak savma kabilindendir. Biran önce bitsin ilişkisi vardır. Tabii ki informel saygıda herkes için ve her durumda bu söylenenler geçerli değil. Kesişen noktaları da ifade etmiştik. İşte o kesişen alanda, gençlerin tefrik edemediği irrite eden durumlarda vardır. Öğretmenin biri zamanında ifade etmişti.
Aynı okulda, derslerine girmediği ya da fen bilimleri ve kültür dersleri öğretmenlerine aynı saygıyı göstermediklerini duyabiliyoruz. Maalesef öğretmen ve öğrenci ilişkisinde, ortalama bir zarafeti ve nezaheti göstermekte zorlanan öğrencilerimiz de var. Oysa bizler, “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum” gibi Hz Ali’ye atfedilen bir sözü içselleştiren bir kuşağın çocuklarıyız. Hemen şerh düşelim, köle bu cümlede mecazi. Köle kültürünün olduğu bir dönemde ise, bu teşbih öğretmene-hocaya saygının zirve ifadesi olsa gerek. Bugün için ise köle değil ama iyi bir öğrenci, saygılı bir genç ve vefalı bir birey olarak büyüklerimize saygımızı gösterebiliriz.
Bazen saygı şekilden ibaret değildir, denilir. Pekala, bir insanın size saygı duyduğunu ya da duymadığını neye göre söylersiniz. Yaşınıza, mesleğinize ve meşrebinize göre bana saygısızlık yaptı derken, sadece lafızla ifade ettikleri mi saygısızlık? Ya da beden dili, bir şey ifade etmiyor mu? Hani burada şunu diyebilmeliyiz. İkisi de mühim. İnsanın içinde de dışında da saygı bir şekilde ifade edilmelidir. Saygı içte muhabbet, dışta hürmettir. Saygı ölçülü davranma bilincinde olup, davranışlarımızda muhatabımıza özel davranmaktır.
Şunu da söylemek zait olur belki; yaşı, makamı büyük olanlar yanlış yapmaz, her durumda saygılı olmalıyız demiyoruz. Ya da yaşı küçük herkese sevgi gösterelim de demiyoruz. Bura da tutumumuz şu olabilir bizden büyükler yanlış yaparsa saygı içerisinde sözlü veya filli uyarabiliriz. Yanlış yapan küçük olursa sevgi içerisinde doğrusunu öğretmeli ya da söylemeliyiz.
Saygı, hepimizin ihtiyaç duyduğu mühim bir haslet. Ama sanki özsaygıyla başlamalıyız. Sonra ötekine saygı. Adeta suya düşen bir gülün çevresinde haleler oluşturacağı gibi, bizlerinde çevresinde saygı çemberi oluşacak, insanlar birbirine daha özel ve özenle davranacaktır. Bunun sonucu da içimizde başlayan, evimizde devam eden ve toplumda neşvünema bulacak olacak saygı ve türevleri olacaktır.
Saygı önce saygılı olana, sonra herkese saygınlık kazandıracak güzel hususiyetlerdendir.
İsterseniz son sözü ünlü yazar Honore De Balzac söylesin:
“Saygı, küçüğü de büyüğü de aynı ölçüde koruyan bir settir, hiç kimse küçülmüş olmaz böylece.”