Kitap ötesi: Bu Ülke
Mustafa BALABAN
Cemil Meriç ismi okuma serüvenime üniversitede girdi. Kitapları, dergileri, yazarları, fikirleri daha lise yıllarında tanımanın ayrıcalığını yaşadım. Öyle ki her renkteki, her cenahtaki cins yazarlar ve kült kitaplar kültür hayatıma girmişti. Edebiyat hocamız fakülte yıllarında her dönem bir yazar veriyordu, bu sefer Bu Ülke’yi verdi. Yazarı Cemil Meriç’ti.
Çoğu kere yaptığım gibi önce kitabın yazarı hakkında malumat edindim. O yıllarda dijital kaynaklar değildi bizlerin bilginin membaına indiğimiz. Biyografik eserler, ansiklopediler ve dergilerdi. Cemil Meriç ismini de önce, Bu Ülke kitabının girişteki biyografisinden sonra da mezkur kaynaklardan taramıştım.
Hayatı ilginç, kendisi cins bir kafaydı. Okuyordum, birden çok okuma gereği duyduğum paragraflar olmuştu. Yeni kelimeler, batılı düşünürler, klasik eserler… Eyvah dedim nasıl bu kitabı sunum yapacağım, yazılı sınavında değerlendireceğim. Ne bildiğim kitaplar gibi sistematik bir tema işliyor ne de hemen hazmedilebilir fikirler işliyordu.
Bu Ülke kitabına yoğunlaştım. Aradan çeyrek asır geçti nasıl bir yol yöntemle okudum ayan beyan hatırlamıyorum. Ama o ödevin bana Cemil Meriç gibi nevi şahsına münhasır bir insanı tanımamı sağladığı için ders hocama müteşekkirim. Tabii bu kadar zamandır hatırladığımda keyif almamın önemli bir sebebi de yüz puan almış olmamdı.
Öğrencilik bitti, okul bitti ama okuma serüvenimiz hala bitmedi. Hangi şehirde yaşasam, hangi meslekle iştigal etsem de kitapseverler dostum, kitaplar arkadaşım oldu.
Hele kitap tahlilleri haz aldığım, keyif duyduğum, mesut olduğum asude vakitler oldu, oluyor. Yaklaşık iki yıldır her ay, bir kitap tahlil ediyoruz arkadaş grubumla. Sıradaki kitap, girizgahta bahsettiğim: Bu Ülke. Yazarımız cins insan Cemil Meriç.
Pekala Meriç nasıl bir yazar? Kendi ifadesiyle, “Kimim ben? Hayatını Türk irfanına adayan, münzevi ve mütecessis bir fikir işçisi.”
Hayatını nokta nokta inceliyor, irdeliyor eserlerinin satırlarında, satır aralarında. Sekiz yaşına kadar hayatım bulanıktı, diyor. Doğduğum tarihim bile muğlak kalmıştı, diyor. Babasının Kur’an kapağına yazdığı tarihle biliyor tevellütünü. Edirne sancağının bir kazası olan Dimetoka’dan geldiğini belirtiyor.
Evde bir soğukluk, akranlarında zorbalık…Kendini yalnız ve yabancı hissediyor. Yalnız kaldığını defaatle belirtiyor. Sığınağı kitaplar, bir tercih sonucu olmadığını mecburiyet sonucu olduğunu itiraf ediyor. Babanın akşamları aileye kitap okuması, amcasının kitapları tecessüsünü tetikliyor ve diyor ki: “ Anlıyorum ki, zalim ve kıyıcı bir gerçekten kurtulmanın tek çaresi, reel dünyadan kitaplar dünyasına sığınmak.”
Hocaları onda iz bırakıyor, hepsini bir şekilde tarif ve tavsif ediyor. Kimini minnetle, kimini tenkitle hatırlıyor. Elinde kitapla dolaşan Tahir hoca, lafazan Ömer Hilmi… Kendini beğenmişliklerini sevmiyor, hele Hilmi Efendi ismine tezat, ilk manzume eserini yazıyor yarım saat eleştiriye tutuyor.
İlk kompozisyon dersinde mürekkep damlattığım için numaram bir hayli kırılmıştı, diyor. Ama yazma iştiyakı o kadar iyi ki Promete efsanesini ilk defa dinliyor ve on beş sayfa yarı manzum ya mensur karalama yapıyor. Tabi Lami bey iltifatkar davranıyor. Lise üçüncü sınıfta Fransızca hocası Bazantay gururunu kırıyor, düşük not veriyor, gevezelik diye not düşüyor. O zaman anladım ki aklına geleni yazmak yazı yazmak değildir, diyor. Meriç liseyi bitirene kadar kompozisyonda birinci olduğunu ifade ediyor.
Antakya Sultanisi isim değiştiriyor, iş bununla bitmiyor Türkçe ve Arapça hariç her ders Fransızca okutuluyor. Diyor ki, memleketin kayıtsız şartsız efendileri Fransızlardı.
Lise dönemini üniversitemdir, diye nitelendiriyor.
Fırsat Yoksulu mahlası ile Karagöz isimli gazetede birkaç ay yazıyor. Bu gazetede yazdığı şiirleri yazı hayatının başlangıcı olarak belirtiyor. Laf aramızda, yazarımızın tam adı, Hüseyin Cemiş Meriç’tir.
Bazen galeyana geldiği oluyordu, aynı gazetede Tarık Mümtaz, Fransızları tahkir ve tezyif ediyor, Cemil’de: ‘ Unutma ve Affetme Türk Genci’ diye irfan kalelerimize çöreklenen engereklerin kırk başını birden ezmek gerekir diye Tarık’a destek oluyor. Tabii Fransız dost ve hocaları gönül koyunca, ‘Bana dostluk yaptınız ülkeme düşmansınız.’ diye tepki veriyor. Okulda kendini tarassut altında hissedip ayrılıyor.
Entelektüel hayatına dokunan eserlerde var, ilgimi çeken İbrahim Ethem’in Terbiye-i İrade isimli eseriydi, diyor. Disiplin içinde çalışmayı bu kitaptan öğrendim diyor. İlk çevirisini yaptığı kitap ise Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sı.
Okuduğu yabancı eserlerin bir kısmı mistisizmi belki daha ilerisi metafiziği şarlatanlık ve tereddi olarak ifade ediyorlardı. Devamında ateizm tarzı düşünceler hasıl oluyordu. Ama Cemil bunların teorik düzeyde kaldığını söylüyor.
Engles’in Anti Duhringi, Marx’ın Kapital’ini okuduğunu söyler. “…Ama Kapital suallerinin kaçta kaçına cevap verecek, diye belirtecektir. Nazım’ı da okudum, anlamadım ve sevmedim dder ama şairi mitoslaştıran uğradığı zulümler olacaktır diye de ekler. Balzac’a aşık olduğunu söyler.
Türkçülüğüm’de teorikti, der. Yusuf Akçora’nın Türk Yıllığı’nı okur, Türk Yurdu’nu muntazaman okuduğunu ifade eder.
Ahmet Mithat’ın dünyasında üniversite olduğunu, kendi dünyasında Nazif’in mukaddes olduğunu, nesirin temsilcisinin Refik Halit olduğunu ifade eder.
Ben kendimi tahlil edeyim mi der, mealen; ya adi bir genç ya da hakiki bir insan olacağım, der. Putları kırılan göçmen çocuğu yeni bir put bulmuştur, der: Sosyalizm. Birkaç iş, kovulma, köy öğretmenliği, nezaret. Hapishane. Marksizm’in bir kaçış olduğunu söyler. Bu süreçte, yirmi yıl Jan Valjan hayatı yaşadığını söyler.
Gençliğim Allah’sız bir çölde akıp giden başıboş bir ırmaktı, der. Yıllarca aç kaldığını, yalnız kaldığını belirtir. Ama yine de müşteki olmadığını belirtir. Bunu da temsil ettiğini sandığı beşeri değerleri lekelememek adına olduğunu söyler.
Kitap okumayı sevdiğini, kendisi için liman olduğunu ama putperest ya da kitapperest olmadığının altını çizer.
Fildişi kuleye kapanmayı savaş kaçağı olmak diye nitelerken gözlerini kaybederek fildişi kuleye mahkum olduğunu söyler, bu halin travmasını yaşar. Belki gözleri dünyaya kapanır ama uhrevi aleme açılır, kendisi de farkındadır.
60’lara kadar adeta kıblesi Avrupadır yazarımızın ama sonra Hint ile karşılaşır Vedalar çağını inceler. Ama hocaları dahil birileri bu durumdan rahatsız olur, der ki: ‘Eskiden batı aforoz edilirdi, şimdi doğu aforoz ediliyor. Yeni bir merhaleye gelir, ‘68’lere kadar diyor düşünce tarihini tavaf eden bir şakirttim. Düşünmüyordum, başkalarının neler düşündüğünü öğrenmeye çalışıyordum.’ diye hayıflanır.
‘…Sen bizden değilsin’ lafı Cemil için ikaz olur. Bir Konya yolculuğunda mezkur cümleyi söyler üniversiteli bir öğrenci. “ Evet ben onlardan değilim…Ama onlar kimdi? Uçurumun kenarında uyanıyordum. Demek boşuna çile çekmiş, boşuna yorulmuştum. Bu hüküm hakikatin ta kendisiydi. Adeta özeleştiri, öze dönüşün kapısını aralar.
Bu ve benzeri özeleştiriler sonucu Türk aydının alınyazısı aldanmak ve aldatmak, der. Devam eder, ‘ Senaryoyu başkaları hazırlamıştı, biz sadece bir oyuncuyduk. Nesiller bu ütopyanın kurbanı olmuşlardı… Avrupa’yı tanımamak gaflet; Avrupa’yı tanıyan ülkesinden kopuyor. Bu lanet çemberinden nasıl kurtulacağız?’ diye yüksek sesle düşünüyor.
‘Hiçbir zaman sol da olmadım, sağda. Böyle bir sınıflama sokaktaki adam için geçerli olabilir,’ der ve başka bir beyanında: “ …bunlar hakikati kapamaya yarayan uydurmaca mefhumlardır…” tenkitini yapar.
Pekala iyi bir entelektüel olan Cemil Meriç, entelektüel için ne der: “ Gerçek entelektüel, önce ülkesinin haklarını dünyaya haykırmakla görevlidir. Yani rüşeymi bir mahiyet taşıyan, şu veya bu sınıfın ideolog veya demagogu olmamak, ülkesinin bütününü, bütün ülkelere karşı müdafaa etmek…”
Yaşamını iki döneme ayırır: “Hayatım bir trajedidir. Birinci perde evleninceye kadar geçen zaman; yıldızsız, Allahsız, cıvıltısız, katran gibi bir gece….İkinci perde izdivaçla başlar. Daha büyük, daha derin ve daha uzun acılar. Fakat vahaları olan bir çöl bu ve göğü yıldızlarla dolu; çocuklarım ve kitaplarım.” der.
İsterseniz yaşamını kendi özetlesin.
“Hayatımı iki kelime hülasa eder: Öğrenmek ve öğretmek.”
Son olarak, Bu Ülke hakkında son sözü Cemil Meriç kendi söylesin:
“Bu Ülke, yarım asırlık bir tetebbuun, bir sanatçı mizacından süzülen usaresi. Bir mesaj, daha doğrusu bir çığlık… Kesif, dertli ve derbeder.”