Gül gibi imam
Mustafa BALABAN
Çeyrek Hafız diye tanınıyordu. Orta boylarda, sakallı ve mütevazı bir insandı. Çocukluk döneminde şehirdeki Kur’an Kursu’na gitmiş, babası vefat edince hafızlığını tamamlayamadan köye dönmek zorunda kalmıştı. Köyde imam olmadığında camiye, cenazeye sahip çıkardı. Yaşı yetmişlere dayanmıştı. Bir trafik kazasında ortanca oğlu eşiyle vefat etmişti. Onların emaneti iki yetime hamilik yapıyordu. Büyük oğlu Hamit ise evliydi. ,Aynı evde yaşıyorlardı. İki kızı vardı, iki gün önce de üçüncü kız dünyaya gelmişti. Çeyrek Hafız çok mahzundu. Köy yerinde erkek evlat makbuldü. Soy sop onunla devam eder. Çift çubuk onunla kolay olur, dövüş kavga zamanı zırh olurdu.
Çeyrek Hafız kafam dağılsın, muhabbet edeceğim birilerinin yanına gideyim diye camiye doğru yola çıktı. Torunlarını avutan, yol üzerinde gölgeliklerde oturan, gelen gidenle sohbet eden birkaç yaşlı kadından başka ortalıkta kimseler yoktu. Çeyrek Hafız çoluk çocuk, kadın kız gördüklerine selam verdi. Hal hatır sordu. Bağ bahçe zamanıydı köyde. Daha buğdayların olgunlaşmasına iki ay vardı.
Camiye yaklaşık bir saat erken gelmişti. Caminin bahçesini seviyordu. Çam ağaçlarının serinliği, esintisi asude bir hava veriyordu çevreye. Hele kuşların cıvıltısı yaz havasında bahar neşesi katıyordu. Caminin giriş kapısına yakın banklardan birine oturdu. Şadırvan tarafında bir grup kuş gidiyor, bir grup kuş geliyordu. Kömürlük tarafından takır tukur sesler geldi hafiften. Başını çevirdi, içeride biri vardı. Kapı açık gözüküyordu. Oturduğu yerden sesini yükselterek:
Selamun Aleyküm, kim var orada?
Elinde mini bir çapayla kömürlükten Ali Hoca çıktı. Yadırgamadı. İçinden bizim bahçıvan hoca yine bir şeylerle uğraşıyor, dedi. Ali Hoca yanına geldi, elini uzatarak,
Ve Aleyküm Selam, Hafız Amca hoş geldin! Dedi.
Herkes sadece çeyrek diyordu. Ama Ali Hoca, Hafız Amca diye hitap ediyordu. Müsaade isteyip bahçe duvarının dibindeki güllerin yanına vardı. Nasılsın, iyi misin? Diye muhabbeti devam ettiriyordu. Bu ses, bu saygı dolu yaklaşım, bu beyefendilik hoşuna gidiyordu Hafız Amca’nın.
Çok şükür Hocam iyiyim. Ben de biraz kafa dinleyim diye erken geldim. Bu bahçe, bu ortam beni dinlendiriyor. Köy de en yeşil, en sakin yer burası benim için. Ali Hoca’da:
Hafız Amca, ben de erken geldim ki şu güllerin dibini temizleyeyim. Biraz da çapalayayım ki dipleri nefes alsın, dedi.
Bir taraftan da güllerin dibine düşen yaprakları alıyor, kuruyan kısımları budama makasıyla alıyordu. Ali Hoca köye geleli caminin içi dışı daha da bir güzelleşmişti. Her hafta bahçede türünü bilmedikleri bir gül dikiyordu. Camiye bile cumadan cumaya gelen Mert’e gül siparişi veriyor, o da hayır sahiplerinden tedarik ediyordu. Ali Hoca’nın camiye sahip çıkması, köydeki akranlarına arkadaş gibi davranması, yaşlılara saygı göstermesi, çocuklara sevgiyle yaklaşması takdire şayandı. Camiye erken gelir, namaz mahallinin gözden geçirir, kapı pencereyi açar, abdesthane kısmını kolaçan eder ve güllerin bakımı, ağaç diplerinin budaması ile uğraşırdı. Bir taraftan da cemaatle hasbihal ederdi.
Ellerine sağlık hocam. Cami bahçesi sayende cennet bahçesi oldu. Buraya gelince gidesim gelmiyor. Hele bir de muhabbet bizim tayfayla sardıysa, evdekiler telefon trafiğine tutuyor beni. Burada nefes alıyorum, gözüm gönlüm açılıyor.
Ali Hoca, Hafız Amca’nın bu sözlerinden mesut olmuştu. Kendi de keyif alıyordu. Çocuklar gelirse oynar, gençler gelirse oyalanır, yetişkinlerse muhabbet eder diye cami ve çevresini cazip hale getiriyordu.
Hafız Amca’da bir mahzunluk, bir durgunluk vardı. Cemaati az çok tanımıştı. Neredeyse üç yıl olmuştu. Bu da elli hanelik bir köyü tanımak için kafiydi.
Hafız Amca, nasılsın? Keyfin yok gibi. Teyzem nasıl, torun torba nasıl?
Hafız Amca demek ki belli etmişti sıkıntısını. Bazen gözlerini boşluğa dikmesi, bazen bastondan destek alarak kafasının öne düşmesi dikkatlerden kaçmamıştı. Hocanın durumu fark etmesine de içten içe sevinmişti. Acaba mevzuyu açsam mı diye düşündü. Daha kimselerde gelmemişti.
Şey hocam. Dün gece yedinci torunum oldu.
Maşallah. Gözün aydın. Ne güzel. Allah analı babalı büyütsün. Hatice’den mi, Hamit’ten mi? Diye sordu.
Hatice ikinci çocuğuydu. Hanım tarafından biriyle evlenmişti. Damat iyi karakterli, işinde gücünde biriydi. Onların da iki kızı vardı: Huriye Nuriye. Hamit ise yanındaydı. Köy işlerini o çekip çeviriyordu. Evin girişi tek, iç tarafı iki ayrı daire gibiydi. Hamit’in de iki kızı vardı: Aysel, Nursel.
Ali Hocam, Hamit’in üçüncü kızı oldu.
Bunu söylerken o kadar üzgün, isteksiz bir hali vardı ki. Esasında kendi sorun yapmıyordu. Lakin yaşadığı toplum kız çocuğunu yük olarak görüyor, erkek çocuğunu ise yük alan olarak görüyordu.
Çeyrek Hafız’ın derdi anlaşılmıştı. Kız çocuğu meselesi. Hafız Hocayı incitmeden, sağına soluna da bakarak biraz da olumlu düşünmesine zemin hazırlamak için:
Çocuğun sağlığı nasıl, zihinsel bedensel bir engeli mi var? Hafız hoca hemen cevap verdi.
Yok hocam kilosu neyi çok iyi. Canlı kanlı maşallah. Hastane de. Daha görmedim ama gayet sağlıklı olduğunu söylediler.
Eee, o halde niye üzülürsün?
Hani iki kızı vardı, bu da oğlan olsaydı?
Hafız Amca ne güzel! Sen dini diyaneti bilen adamsın. Oh ne güzel cenneti garantilemişsiniz.
Öyle de hocam. Milletin ağzı torba değil ki büzesin. Hatice’nin iki kızı vardı, Yetimlerim de kız. Hamit’in de üçüncü kızı oldu. Yazık! Hafız Hoca’nın erkek torunu yok, derler dururlar.
Hafız Amca, istersen biz susalım. Peygamberi Zişan konuşsun.
"Kim üç tane kız çocuğu yetiştirir, güzelce terbiye eder, evlendirir ve onlara iyilikte bulunursa, o kişi için cennet vardır."
Hocam biliyorum da. İşte insanlar bir tuhaf. Benim için sağlıklı olması, hayırlı olması kafi. Sanki biz mi cinsiyeti takdir ediyoruz. Hani Kur’an-ı Kerim’de, “Göklerin ve yerin egemenliği Allah’a aittir. O dilediğini yaratır; dilediğine kız çocukları bahşeder, dilediğine de erkek çocukları bahşeder. Yahut erkek ve kız çocuklarını birlikte verir. Dilediğini de çocuksuz bırakır. Şüphesiz O her şeyi bilir, her şeye gücü yeter.” Biz vesileyiz. Çok şükür bunun bilincindeyiz.
Ali Hoca işte bunun için Hafız Hoca’ya daha bir başka seviyordu. Bilgi var, bilinç var. Konuşmaya açık. Ama yine de toplumun hala yanlış düşünceleri vardı. İnsan esasında kendiyle baş başa kaldığında sağlıklı düşünür, sağlıklı tepki verebilirdi. Ama yanlış konularda toplumun baskısı insanı zora sokuyordu.
Hafız Amca çocuğun adını koydunuz mu?
Hafız Amca tekrar mahzunlaştı, ağzında lafı toparlayamadı. Sesi titreyerek:
Ali Hocam benim üzüldüğüm taraf buydu. Ne yalan söyleyeyim erkek olmasını ben bunun için istiyordum. Hani peygamber efendimizin isimlerinden birini vereyim istiyordum.
Hafız Amca, sen de Songül ismini ver.
Nasıl yani der gibi Hafız Hoca baktı. Bir şey anlamamıştı.
Ali Hoca, kritik durumlarda çözüm üretmekte mahirdi. Tebessüm ederek;
Hani peygamberimizin peygamberlerin hitamı, sonuncusu değil mi? Yani: Son. Ayrıca peygamberimizin kültürümüzde remzi ne: Gül. Yani Songül diyebilirsin.
Sanki çamlar iğne yapraklarıyla inceden bir melodi oluşturmuş, kuşların cıvıltısı artmış, güller daha kırmızıya bürünmüştü. Gözleri nemlendi. Elinin tersiyle göz yuvalarını ovuşturdu. Hafız Amca’nın gözlerinde belli belirsiz bir durum vardı. Ayağa kalktı. Ali Hoca kaygılandı. Acaba kızmış mıydı ya da küsmüş müydü. Ali Hoca hala güllerin temizliğiyle meşguldü. Hafız Amca yanına vardı, eliyle ayağa kalkmasını istedi. Sessizce sarıldı alnından öptü.
Ali Hocam iyi ki varsın. Aklın da ahlakında güzel! Derdime derman oldun.
Ali Hoca bir kez daha insanlara hizmet etmenin hazzını yaşadı.
Hayatında iz bırakan hocalar gibi olmanın paha biçilmez bir şey olduğunu hissetti.
Bir insanın daha kalbine dokunmanın saadetini duyumsadı ruhunda.