En Güvenli Liman: EDEP
Mustafa BALABAN
Yaşadığımız günler bizleri ümitsizliğe, güvensizliğe ve korkuya sevk ediyor. Bir zamanlar mahut alanda olan ve kalan facialar şimdilerde ekranlardan gözlerimize akıyor. Aile içi, aile dışı şiddet… Kişinin kendine ya da kendi dışında bir varlığa zararı. Her yaştan insan, her meslekten insan bizleri şaşırtıyor. Süfli ve dünyevi menfaatler uğruna heba edilen güvenler. Organize kötüler, kolektif kötülükler. En güvenli yerler en güvensize evriliyor. Yasalar, yasaklar ve akabinde cezalar caydırmıyor kötüleri ve kötülükleri. Ne oldu bize? Ya da hep bu böyleydik, sınırsız özgürlük adına önümüz mü açıldı.
İnsan sırları ve sınırları olan bir varlıktır. İnsan tekinin yeryüzünde canlı olan varlıklar içinde en belirgin vasıflarından biri sınırlarının olmasıdır. Her kişi de farklı sâiklerle de olsa, sınırsız bir hayat ve hareket alanı muhaldir. Özgürlük, anarşizm, nihilizm, vandallık… gibi zihni ve fikri bir düşüncesi olsa da kendi zarar görmeye başladığında tepki verecek, “bu kadar da olmaz ya ki” diye tepki gösterecektir. İşte bu nedenle insanı ve tüm canlıları korumak adına din, devlet ve hukuk sistemleri yasalar, emirler ve yasaklar ihdas etmişlerdir.
Toplumumuz genel olarak yasa ve yasaklara uyma konusunda hassastır. Tabii ki her konuda kanun yoktur, olamaz da. Toplumda yazılı olmayan, doğru yanlış, helal haram, meşru gayri meşru… gibi sosyal iş ve ilişkileri düzenleyen denge ve denetimi sağlayan din, adet, alışkanlık ve teamüller de vardır.
Pekâlâ, bu durumda özdenetimi ne sağlar? Moral ve normatif bir duruma tekabül etmeyen, insanın iç dünyasında var olan ve birazdan hayata geçecek olan, kanun, yaptırım durumları olmayan, kanıtlamayan bir vaziyette onu ne koruyacak? Yasa, yasaklar ve cezalar herkesi, her daim yanlış yapmaktan engelleyebilir mi? Hele ki günümüzde iletişim kanalları ve ulaşım yolları çeşitlenmişken, suç ve türevleri kapsamına girmeyen hallerde kişiyi ne koruyacaktır.
Genel olarak ahlakın özel olarak dinin önemsediği bir kavram bizlere bu konuda yardımcı olacaktır sanırım: Edep. Edep kelimesi, hayâ mefhumu ile yakın anlamlı bir kelime. Halk arasında huyları ve hareketleri iyi olan kişiler ahlaklı edepli olarak takdirle; güven vermeyen, sınırları olmayan ve kanun kural tanımayan kişilerde ahlaksız edepsiz diye tenkit edilen bir şekilde dillendirilir.
Yeryüzünde ve ülkemizde ahlak kavramları hangi kelimeyle özetlenir?, diye bir istifham olsa gönül rahatlığıyla “edep” diyebilirim. Etimolojik ve kavramsal açıdan baktığımızda edep: Terbiye, iyi ahlak, incelik, toplum töresine uygun davranma, düzgün davranış ve yazı… anlamlarına muhtevi olduğunu görürüz. Kelimenin Kur’ani ve nebevi anlamına baktığımızda ise, insanın Allah ile, kendi ile ve diğer insanlarla ilişkilerinde özenli ve ölçülü olmasını görürüz. Şair bunu ne güzel özetler:
“Edeb bir tâc imiş nûr-ı Hûdâ’dan
Giy o tâcı emîn ol her belâdan.”
İnsan, sadece doğum takviminin kendine özellik kattığını değil, ahsen-i takvim üzere yaratılmasının kendisine güzellik kattığı bilincinde olur ise daha dikkatli ve rikkatli yaşamanın gerekliliğini bilir. Murakabe bilincinde olur, hak yemez, zulmetmez. Edep, ahlak, vicdan ve iç denetim çoğu kez insanı korur, korumalıdır. Yasanın ve yasakların, devamında cezaların engelleyemediği birçok durumu, bu inanç ve duyguların engelleyebildiği bilinmektedir.
Kendi içinde özdenetim ile ailevî, ictimâi ve idari mekanizmaların tedip, tenkit ve tecyiz etmesine ihtiyaç duymaz. Kalbi ve vicdanı hissiyatı koruyucu meleke haline gelir. Toplumundaki meşru, ahlaki ve hukuki durum ve duyarlıkları icbâri olarak değil ihtiyari olarak kabullenir. Bilir ki günah, haram ve yasak olan şeyler ferdin ve umumun menfaatinedir. Ferdi, ailevi ve sosyal hayatta güzelliklerin edep dairesine giren hususiyetlerin kaim ve daim olması ile mümkün olduğunu rahatlıkla gözlemleyebilir.
Denilebilir ki eğitimli olmak, eski ifadeyle tahsilli olmak her zaman insanı beşerîlikten kurtarmayabilir. Hani toplumda “okumuş lakin adam olamamış” serzenişi belki bu durumun veciz bir ifadesidir. Şâire kalırsak, teşbihte hata olmasın:
“…İnsan da yok ise edep, neylesin medrese mektep.
Okusa okusa alim olsa yine merkep, yine merkep...”
Geçen cümlelerde meâlen zikretmiştik, edep ve hayâ kelimeleri adeta siyam ikizi gibidir. Çoğu kere edep-hayâ birlikte telaffuz edilir. İki mezkur kelime birbirini besleyen ve destekleyen yapıya sahiptir. Hayâ utanma duygusu, utanç ve sıkılma demektir. Hayâ’ya hicap da denilir. Mahcup olma halidir; gereken yerde gerektiği kadar. Hani insanın özgüveni olmaması, sıkılgan olması, karşıt cinse karşı cesaretli olmaması durumlarında negatif bir yükleme ya da eksik bir yaklaşım olabiliyor. Oysa bu durum bilimsel ifadeyle kavram yanılgısıdır. Oysa bu durum o kişinin pısırık olmasının değil, bir duruş sahibi olmasının sonucudur.
Küresel bir edep karşıtlığı var sanki. Devletlerin aldığı ahlaka mugayır kararlar, eşitlik adına fıtrata ters kabuller, medyada-sosyal medyada gayr-i ahlaki yapımlar, kültür-sanatta edep dışı yapıtlar… Bu durumların sonucu çözülmeler, çürümeler.
Bir kişinin özdeğerleri seküler değil ise edebini metafizik değerler belirliyor ise, elbette o kişinin durum ve duruşu farklıdır. Bu ise insana bakışta, karşı cinse bakışta hatta hayvanat ve nebatata bakışta bile rikkat içinde olmasını sağlar. O kişinin giyim-kuşamda, yeme-içmede, alış-verişte, yazmada-konuşmada, üretimde - tüketimde… hülâsa her konuda sınırları vardır. Yanlış hal ve hareketleri medeni cesaret olarak değil; herkesin rahat yaptığı, kafasına göre takıldığı, vur patlasın çal oynasın dediği, bir daha mı geleceğiz dünyaya diye haz peşinde olduğu bir durumda Necip Fazıl’ın diliyle:
“Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak…
diyerek medeni cesaret gösteren mesuliyet sahibi bir insandır.
Edep toplumuzda adap diye ya da isim tamlaması olarak “âdab-ı muâşeret” diye de tavsif edilir. Türkçesi “görgü kuralları” diye söylenir. Yani insanlar arasındaki ilişkilerde nezaket kurallarına uymaktır. Eski veya yeni kitaplardan bir kısmında müfradâttadır. Elbette zamana ve mekana göre değişebilen görgü kuralları vardır. Lakin evrensel, insani ve lahuti kavramlardan birisi de, bu tamlamayı da içine alan edeptir.
İrfan mekteplerinde “Edep Ya Hû” yazar. Bu Yüce Allah’tan rızık ister gibi, yağmur bekler gibi edep talebi anlamına da gelir. Bu kapılardan girenlerin edep kaidelerine uymaları ya da hayatlarında uygulamaları için ihtar manasına da gelir. Edep yahut edepsizlik. Dikkatli ol, hayatını kafana göre yaşama, hayatı bahşedene göre yaşa, anlamında bir kabuldür.
Edep, adap, haya veya ahlak bu kelimeler yaşadığımız dünyada ötekileştirilen kavramlardan sanki bazılarıdır. Haşa antika. Tamam değerli lakin eski. Adeta “eskilerin masalları” gibi muamele görebiliyor. Sanki arkeolojik kazıda bulunmuş bir kalıntı, metafizik söylemlerde alelade bir kavram ya da yaşlıların kendilerinden küçükleri hizaya getirmek için öğrettiği veya söylediği ifadeler.
Anadolu irfanı, Arapça bir kelime olan edebin, e harfini eline, de harfini diline ve be harfini de beline sahip ol, diyerek özgün bir yorum katmıştır. Öyle ki o günlerin mottosu olmuş, her yaş grubu kendine ve herkese: “Eline, beline, diline sahip ol!” diyerek, toplumda sulhun ve sükûnetin varlığına destek olmuştur.
Bu kâdim ve kıymetli bir kültüre sahip olan insanlarımız bilmeli ki, toplumda barışın, saygının, seviyenin, sevginin, mahremiyetin daim ve kâim olması için edep kavramına güçlünün-zayıfın, âmirin-memurun, zenginin-fakirin, küçüğün-büyüğün, gencin-yaşlının, kadının-erkeğin, öğrencinin-öğretmenin, yazarın-okurun… hülasa herkesin elzem olarak yaşaması ve sahip çıkması gerekmektedir.
İsterseniz son satırlarda, edep timsali peygamberimizin hadisini anımsayalım: “İlk peygamberlerden itibaren halkın hatırında kalan bir söz vardır:
Utanmadıktan sonra dilediğini yap!”
O halde ne diyelim, “Edep Ya Hû”