Mustafa BALABAN

'Çocuklar Camide'

Mustafa BALABAN

Görevde on üçüncü yılıydı. Aklına ilk imam hatip okuluna başladığı günler gelmişti. Annesi babası mutluydu. Aile çevresinde hiç din eğitimi alan yoktu. İlk kez İbrahim okumuştu.  Bazı büyükler ailesi gibi takdirle karşılarken bazıları ise:  “İmam hatip mi?”, “Başka okul yok mu?”, “O da nereden çıktı?”, “Yani İbrahim, hoca mı olacak?” gibi istifhamlarla zihnini kurcalamıştı. Ama o kararlıydı. İlkokul dönemi camiye, ezan okumaya, Kur’an okumaya özel bir ilgisi vardı. Sınıf öğretmeninde bunda etkisi vardı. Herkes tatillerde topa, oyuna ve avareliğe yönelirken o camiye giderdi. Serin su ile abdestini alır, çam ağaçlarının altında oyalanır, ağaçları sular, gelen amcalarla hasbihal ederdi. 

Cami sevgisinde, dine ilgisinde mahalle imamları Nedim Hoca’nın çok etkisi olmuştu. İlk selam verişini unutmamıştı. Herkes Selamun Aleyküm derken, o Esselamu Aleyküm diyor, hatta ayrılırken bile selam veriyordu. Garipsemişti bu durumu. Sonradan selam mevzunu öğrenince meseleyi anlamıştı. Bu durum Kur’an’ın öğretisine ve peygamberimizin öğütlerine uygundu. İbrahim şimdilerde öğrendiğimiz sosyal öğrenme ya da gizil öğrenme yoluyla etkileşim içine girmişti mahalle imamı ile . Camiye erkenden gelir, cemaate selam verir, hal hatır sorar sonra içeri geçer ya Kur’an tilaveti yapar ya da bizlerle muhabbet ederdi. 

Zaman ilerledikçe İbrahim adeta cami çocuğu gibi olmuştu. Erkenden gelir, abdestini alır, kitaplıktan bir kitap alır okurdu. Cemaatinde ilgisini çekmiş olmalı ki, onlara da sesli olarak kitap okurdu. Onların taltifleri takdirleri onu daha da motive ediyor, mutlu ediyordu.

Nedim Hoca çocuklarla çok yakından ilgileniyor, onlara bir şeyler ikram ediyordu. Bazen İbrahim ve bazı çocukları evine misafir ediyor, onlara büyük bir insanlarmış gibi değer veriyordu. Cami çevresine yapılan Kur’an Kursu yeni mekanları idi. Orada birlikte ilahi söylüyorlar, Kur’an okuyorlar, ilmihal bilgileri öğreniyorlardı. 

Tam on üç yıl geçmişti. Artık yılların din görevlisiydi. İşlerini yaparken görevli anlayışı ile değil, gönüllü yaklaşımı ile işlerini yapıyordu. Vakit namazları, sadece namaz için ortak vakit değil; faaliyetler için ortak zamandı. Yetişkinlere ilmihal, gençlere Kur’an, çocuklara elif/ba öğretiyor; zaman zaman cami dışı etkinlikler yapıyordu. Cuma namazları ise, adeta kitlesel eğitim için özel bir gündü. Vaazlarını özenle hazırlar, hutbelerini özgün bir şekilde irat ederdi. 

Ramazan ayı ise bambaşka bir zaman dilimiydi. Çocuklar, gençler, yetişkinler ve kadınlar ramazanın manevi atmosferini doyasıya yaşarlardı. Bunda İbrahim Hoca’nın gayreti ve samimiyeti etkendi. Vakit namazları, mukabeleler, teravih her yaş grubu için eğitim, çocuklar için eğlence günleriydi.

Ve şimdilerde yaz Kur’an kursları gündemindeydi. Okullar tatil olmuştu. İbrahim Hoca’da heyecan ve kaygı bir aradaydı. Çocukları çok seviyor, cami ve okul dönemi kazandığı tecrübeleri bihakkın yerine getiriyordu. Zaten lise dönemi hocaları mümtaz insanlar, arkadaş grubu ise güzide gençlerdi. Hedefleri vardı; her insana kadim değerleri ulaştırmaktı. Heyecan hep canlı idi. 

Ama kaygısı yaz dönemleri iki kat katlanırdı. Nedeni ise çocukların camideki hareketliliği, cemaatin ise zaman zaman sözlü ya da fiili olumsuz müdahaleleri idi. İbrahim Hoca, ne çocukları camiden soğutmak, ne de yetişkinleri muzdarip etmek istiyordu . Tamam tecrübesi vardı, gerekli maddi manevi hazırlıkları yapmıştı. Son Cuma vaazında peygamberimizin genel de çocuklara özelde torunlarına davranışını anlatmıştı. Sevgi, sabır ve ilgi ile çocukların dine ilgisinin artacağı, hayatlarındaki referansları bu dönem de alacaklarını belirtmişti. Hatta koskoca bazı sahabilerin bile camide yaptıkları anormal hareketlere bile yapıcı müdahale örneklerini hatırlatmış: “Kıymetli Büyüklerim, hatırlayın öğrendiğiniz duaları, sureleri, tesbihatı ne zaman öğrendiniz? Kimden öğrendiniz? Genel olarak hepimiz küçük yaşlarda öğrendik. Camilerde hocalarımızdan öğrendik. Eksiklerimizi, abdest alışımızı namaz kılışımızı amcaları taklit ederek öğrendik. Peygamberimizin çocuklara ilgisi, sevgisi malumunuz. Sizlerden istirhamım geçen yıllarda, ramazan ayında nasıl çocukları sevgiyle karşıladınız, saflarda aranıza aldınız, hal-hatır sordunuz, şeker-çikolata verdiniz, aferin. maşaallah diye taltif ettiniz, yine aynı şekilde yardımcı olalım. Kızarak, bağırarak değil de lisan-ı münasiple konuşalım. Peygamberimizin ibadetlerdeki sünneti gibi, insan ilişkilerindeki sünnetlerini de bu şekilde yaşayalım. Saflarda hemen imamın arkasına durduklarında, teşbihi birbirlerine attıklarında, tekbirleri/aminleri yüksek sesle söylediklerinde, bahçedeki ağaca tırmandıklarında yapıcı bir şekilde yaklaşalım. Hani bu çocuklar yarının genci, yarınların geleceğidir. Gençlerden hepimiz zaman zaman muzdarip olduğumuzu söylüyoruz ya; konuşmaları, davranışları, kıyafetleri ya da büyüklere saygı sorunları, dini sorgulamaları… İşte bir fırsat. Bu çocuklar bir fidan. Bağımızda, bahçemizde meyve ağaçlarına nasıl bakım yapıyoruz. Doğru bir toprağa, yeterli bir suya, güneş alabileceği bir noktaya dikmeye çalışıyoruz. Böceklenmesin diye ilaçlıyor, afat vurmasın diye önlemler alıyoruz. Bu çocuklarında bakıma, manevi gıdaya, kadim değerlerimize ihtiyacı var. Cami de, yaz Kur’an kurslarında sadece ben eğitmiyorum, sizlerde eğitiyorsunuz, örnek oluyorsunuz. Şimdiden hepimize kolaylıklar, hayırlar diliyorum”, demişti. Hutbe de ise konu geç gelenlere hatırlatılmış, hutbe konusu ile pekiştirilmişti.

Kırk öğrenci kaydetmişti. Ders ortamını , ders materyallerini ise hazırlamıştı. Yılların tecrübesi ile ikramlıklar hazırlamış, birazcık çocukların hoşuna gidecek dizaynlar yapmıştı. Bahçe müsaitti. Geleneksel oyunları önemsiyordu. Teneffüsler on dakikaydı. Derslere biraz erken başladığı için son dersten önce uzun bir teneffüs yapıyor, geleneksel çocuk oyunlarını oynatıyordu. Kayıt dönemi çocukların hazırbulunuşluklarına göre: Kur’an okumayı bilenler, bilmeyenler diye iki gruba ayırmıştı. Daha önceki yıllar kursa devam eden ya da imam hatip ortaokul/lisesine gidenleri de görevlendiriyordu. Gençler zaten istekliydi. Çocuklarla yapılan oyunlarda, oyun kurmada bu gençlerin ciddi destekleri oluyordu.

Ve o gün gelmişti. Cami ve cami çevresi cıvıl cıvıldı. Ders çalışanlar, hararetli hararetli konuşanlar, koşanlar… Yeni yeni unuttuğumuz pandemi sürecinden sonra bu sahneler şükre değer sahnelerdi. Adeta hayat durmuştu. Koskoca kurumların binaları, okullar ve camiler nasıl da mahrumdu, mahzundu. Çünkü insanlar yoktu hiçbir yerde. İnsan olmadığında neyin değeri olabilirdi ki!

İbrahim Hoca, ilk derste hoş geldiniz konuşması yapmıştı. Çocukları ve gençleri tebrik etmişti. Boş boş gezmek, digital materyallerle zaman geçirmek yerine, ulvi ve uhrevi değerleri öğrenmek için camiye geldiniz, diye. Çocukları vakit namazlarına da davet etmiş, öğle namazını birlikte kılınca evlere gidersiniz diye bilgi vermişti. Ama hâla kaygılıydı. Yeni gelen çocuklar vardı. Camide cemaati münasip bir şekilde yönlendirmişti. Ama çocukları tembihlemek gerekir diye düşünüyor, herhangi bir iletişim kazası olmasın istiyordu. Son derste:  “ Sevgili çocuklar, sizlere ilk derste demiştim ya, öğle namazlarını kılalım sonra evlerinize gidin. Hani diyorum ki ben sizlere müezzinliği öğreteyim. Bilenlerden başlayalım, her öğrenen de bir sonraki vakitte müezzinlik yapsın. Eğer ezanı güzel okuyan olursa, cuma günü iç ezanı da okuturum. Sizlerden bir isteğim var. Camiye amcalar gelmeye başlayınca sizlerde ya cami bahçesinde, ya da içerde gürültü yapmadan koşuşturmadan aranızda muhabbet edin, ders çalışın, kitaplıktan kitap alın okuyun. Namaz başlayınca konuşma olmasın, yer değiştirme sakin bir şekilde olsun. Saflarda amcaların arasına girin, sizi rahatsız eden güldüren konuşturan birinin yanına durmayın. Tesbihatta ise her gün iki kişi görevli olsun, onlar dağıtsın siz oturun. Hani kütüphanelerde nasıl sessiz oluyoruz, hastaların yanında nasıl sakin duruyoruz ya. Camide hem ibadet için, hem de yaşlı amcalar sesten okumalarda yanılma durumları olacağı için gürültü yapmayalım. Zaten amcalar olmayınca rahat hareket ediyoruz. Çocuklar yine eğleneceğimiz zamanlar olacak. Haydi bakalım şimdi serbestsiniz.”

 İbrahim Hoca işini sağlam yapardı. Ayrıntıları atlamazdı. Velilere de mektup gönderdi. Yaz tatilinde çocuklarını camiye gönderdikleri, çocukların dini, ahlaki ve sosyal gelişimlerini önemsedikleri için teşekkür mektubuydu bu. Amacı velileri de eğitim işine katmak, çocukların evde takiplerini sağlamaktı. Her hafta öğrenci sayısı azalma ihtimaline karşı, onlara öğretimin ve eğitimin öğrencinin devamı ile olacağının altını çizmişti.

Öğle vakti gelmişti. Yavaş yavaş cemaat gelmeye başlamıştı. Çocuklar sükûnet içinde namazı bekliyorlardı. Kimi amcalar tebessümle bakıyordu çocuklara. Kimi amcalar ise çocukların başlarını okşuyor, kimin nesi öğrenmeye çalışıyordu. Namaz başladı. Müezzinliği gençlerden biri yaptı. Cemaate tespihleri, sınıf listesinde ilk iki sırada olan Hasan ile Salih dağıttı. Büyüklerin de çocuklarında ellerinde tespih, yüzlerinde tebessüm vardı.

 İbrahim Hoca’nın kaygısı gitmişti ama heyecanı hala vardı. Çocuklara bir şeyler vermek, gençlerle ilgilenmek onun adeta ruhuna işlemişti.  Çok güzel zamanlar geçirecekleri duygusuyla yüreği ferahladı. Çocukluğunu hatırladı. Teşvik eden aile büyüklerini, camide-okulda emek veren hocaları, kol kanat geren amcaları, kendilerini yalnız bırakmayan arkadaşlarını hatırladı hürmetle, rahmetle… Belki onların hakları onların izinden giderek oluyor, diye yüreği bir kez daha rahatladı.
    


 

Yorumlar 1

Yazarın Diğer Yazıları