Sessizlik... Bazılarının dilinden düşmeyen, bazılarının ise vicdanına pranga vuran bir kelime. Oysa sessizlik, zulmün en güçlü destekçisidir. Gazze’de, bombaların altında can veren çocukların çığlıkları arasında büyüyen bu sessizlik, insanlığın kaybolmuş vicdanına dair en acı göstergelerden biri. Yaşayan ölüler misali etrafta dolaşan, haksızlıklar karşısında suskun kalan kitlelerin varlığı, bu çığlıklara sessizlikle yanıt veriyor.
Zulmün gölgesinde, bir millet yok ediliyor. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar... Hiçbir ayrım gözetilmeden hedef alınan masum canlar, vicdanların kapalı olduğu bir dünyada feryat ediyor. Fakat ne yazık ki dünya, bu feryatlara sağır, gözlerini kapatmış, dilsiz bir vaziyette. Öyle ki sessiz kalmak, artık bir tür suç ortaklığına dönüşüyor. Peki bu suskunluk neden? Korku mu? Çıkar mı? Yoksa gerçekten insanlığın tükenişi mi?
Gazze, insanlık sınavının bir sembolü haline geldi. Burada dökülen kanlar, sadece masum insanların kanı değil; aynı zamanda sessiz kalmayı seçenlerin vicdanını da kirletiyor. Gazze’ye duyarsız kalanlar, yaşayan ölülerden başka bir şey değiller. Onlar ne merhamet ne de adalet kavramına sahip; sadece nefes alıyorlar, ama aslında ölüler. Onların içinde yankılanmayan adalet duygusu, bu dünyaya ait olduklarını sorgulatıyor.
Bu sessizliği, bir cenaze namazına davet edelim. Bu namaz, insanlığın öldüğünü kabullenmek zorunda kaldığımız bir anma olacak. Oysa cenazeyi kıldığımız bu ölüler, halen nefes alıyor; fakat ruhları çoktan çürümüş durumda. Onlar Gazze’nin yıkık duvarlarının altında can veren masumlara değil, kendi çıkarlarına ve rahatlıklarına dua ediyorlar. Zulme karşı susan, haksızlık karşısında sessiz kalan herkes için bu cenaze namazı gereklidir.
Gelin, bu sessiz ölülerin cenazesiyle yüzleşelim. Belki o zaman insanlık adına yeniden uyanışa geçebiliriz. Gazze’ye karşı sessiz kalmak, insanlığın utancıdır. Ve bu utanç, susan herkesin alnına kara bir leke olarak kazınacaktır.
Sessiz kalan her bir vicdanın mezar taşı, Gazze’deki bir çocuğun gözyaşıyla yazılacak.