Mürşide ASLAN

Yedinci Güzel Adam

Mürşide ASLAN

Üniversiteye başladığım yıllarda fikri oluşum sürecinde düşünce dünyamıza istikamet vermeye çalışırken istifade ettiğimiz bir yazar olarak karşıma çıktı. Okunacaklar listesi oluştururken büyüklerimizin önerdiği kitaplar arasında onunda adı ve kitapları sıkça geçerdi. Öğrenci evimizin kitap kurdu olan arkadaşlarımız  “çok güzel bir kitap, akıcı bir kitap” der başka bir şey demezlerdi. Yorum ve eleştiri kapasitemizin yetersizliğinden mi, yoksa yetiştirilme tarzımızdan kaynaklı edeben haddimizi bilmekten mi bilmiyorum (belki de her ikisi), daha ötesi olmazdı...

Zihnimiz, düşünce dünyamız yıllarca beslendi onun eserlerinden. 

Hayatın tüm doğal renkleri insan elinin değmesiyle değişip,  insan elinin oluşturduğu sahte bir renge bürünmüş dünyada, kabuğuna çekilip küskün durmanın fayda getirmediği aşikar. O bunun farkında olarak vicdani sesin, insani elini yaratılışın gayesine uygun olarak kullananlardan biriydi.

Yolu güzel, yol arkadaşları güzel,  yoluna yürüdüğü güzel…  Yaşamı boyunca yazıları ile entelektüel ufka yepyeni pencereler açarak / açacak bir miras bıraktı gitti.
 Gençliğimizin denk geldiği yıllar bizim camia açısından her ne kadar zor yıllar olsa da, kendi açımdan şanslı bir dönem olduğunu düşünürüm. Yerli düşünce ve fikir namusuna sahip birçok münevver insanla çağdaş olmak, onların yazılarını okumak, konferanslarını dinlemek, karşılıklı sohbet ortamlarında bulunmak kazançların en büyüğü olmalı.

Hayatı boyunca düşünce sürgünü yaşayan, bugün artık dünya sürgününü tamamlamış olan Rasim  Özdenören yazılarını tekrar okumaya başladım. Doğrusu yeniden okumakta bu kadar geç kaldığım için kendime sitem ettim.

Aynı yazılar bugün çok farklı şeyler anlatıyordu. Muhakkak bunda yaş almışlığın, yol almışlığın, tecrübe ettiğimiz birçok şeyin etkisi var. O nedenle tekrar okumalı, yeniden anlamaya çalışmalı diye düşünüyorum.

20, 30 yıl önce okuduğumda belki sadece başkalarının hayatı gibi,  bir roman gibi okuduğum yazılar, bugün içinde kendimden bir şeyler bulduğum, ‘ tamda böyle’ diyebileceğim yazılar oluveriyor.

“Yürüyorum ama ayağım yere basmıyor, saydamlaşmışım gibi. Gelecek hakkındaki tasarılar da suya düşüyor. Geçmiş de yitiyor. Bencillik de değil kendinizi kaptırdığınız duygu. Çünkü artık kendinizi de düşünmediğinizi biliyorsunuz. Başkalarını mı düşünüyorsunuz, onların kaygısını mı besliyorsunuz içinizde? O da değil. Yalnızca mekândan, dünyadan, çevrenizden bir uzaklaşma hali. Yeniden kendinize gelmeniz için bir şeyle sarsılmanız gerek. Çok güçlü olmasa da olur o şey…”

“Kendimi çok iğreti görüyorum bu insanlar arasında.”

“Bana gelince… kimse olduğum gibi görmek istemiyor beni. Nasıl söylesem, herkes icat ettiği gibi bakıyor bana.”

Öyle değil mi ama?  Çoğumuzun yargısı çoğumuzla ilgili böyle değil mi?

Düşünceniz, fikriniz, mücadeleniz, kavganız anlaşılmadığında, bir Ebu Zerr sürgününe maruz kalır Ebu  Zerr yalnızlığını yaşarsınız.

Ya da sizin fikriniz, düşünceniz, mücadeleniz birilerinin konforuna dokunduğunda…

Neyse uzatmayacağım;

Rahmetli Nuri Pakdil vefatından birkaç yıl önce “şehir efsanesi olmak istemiyorum, eserlerimin okunmasını ve anlaşılmayı istiyorum” demişti.

Kuşkusuz Rasim Özdenören de aynı şeyi isterdi…

Rabbim bol rahmet etsin, menzilin mübarek olsun güzel insan…

Yazarın Diğer Yazıları