Murat SOYTÜRK

Zalim ve Cahil İnsan!

Murat SOYTÜRK

Kur’an-ı Kerim insanın yaratılışını anlatırken başlangıçta onun topraktan
yaratıldığını zikretmektedir. Çeşitli ayetlerde insanın topraktan, balçığa, sudan nutfeye,nutfeden alakaya, alakadan mudğaya, mudğadan et ve kemik dokusuna kadar yaratılış evreleri anlatılmaktadır. Bu merhalelerin son basamağında Allah’ın kendi ruhundan üflediği ifade edilmektedir.

Bu anlatımlar topraktan yaratılma evresi olup ilk insanın yaratılmasıyla alakalıdır.
Kur’an-ı Kerim insanın yoktan varedilme sürecinin dışında ikinci bir yaratmadan da bahsederek insanoğlunun atası Hz. Âdem ve Hz. Havva’dan neslin ortaya çıkışını ve çoğalmasını anlatmaktadır. Kur’an-ı Kerim insanın yaratılmasının 
karışım halindeki az bir sudan olduğunu ve insanın imtihan edileceğini buyurmaktadır.

“Muhakkak ki biz insanı, karışım hâlindeki az bir sudan (meniden) yarattık ve onu imtihan edeceğiz. Bu sebeple onu işitir ve görür kıldık.”(İnsan 2) 
Ayette geçen “karışım halindeki su”dan maksat anne karnında sperm ve yumurtanın döllenmesidir. Dolayısıyla insan ikinci yaratmayla birlikte anne babanın birleşimiyle çoğalmaktadır.


Yaratılış itibariyle beden ve ruhtan meydana gelen insan,sahip olduğu 
özellikler sebebiyle açlığını gidermek ve neslin devamını sağlamak gibi bedenî istek ve ihtiyaçları gidermenin yanında inanmak, güvenmek ve sevmek gibi ruhî 
gereksinimlerini gidermeyi de kendisinde barındırmaktadır. Bir yönüyle dünyevî veya hayvanî ihtiyaçlara sahip iken diğer bir yönüyle saf ve temiz duygularıyla meleklerin özelliklerini taşımaktadır. İnsan bu yönleriyle bu iki mecrada gidip gelmektedir. 

Kur’an-ı Kerim insanın sahip olduğu bu tabiatı itibariyle en güzel şekilde yaratıldığını fakat kendisinin bu özelliklerini yerinde kullanamadığı
zaman en aşağı varlık sahasına (esfeli safiliyn) inebileceğini ifade etmektedir. (Tin 4-5)


Bütün bunlarla birlikte mahlûkatın en şereflilerinden sayılan insan, doğuştan 
getirdiği bir takım zaaflar da
taşımaktadır. Aceleci oluşu, hırslı oluşu,
 zayıf oluşu, cahil,zalim ve nankör oluşu,
 zayıf yaratılışlı,aciz, muhtaç ve sabırsız oluşu onun eksik yanlarıdır.

İnsan dediğimiz varlık hem içe dönük hem de dışa dönüktür. İçe dönük olması insanın ruhanî yönünü, dışa dönük olması bedenî yönünü ifade eder. İnsanın iç sesi yani vicdanı hakikatin yanında dururken, dış sesi menfaatin yanında durmaktadır. İç sesi kendi yaptıklarına şahit iken, dış sesi şahitliğini gizlemekte, farklı kılıflarla gerçeğin üstünü örtmektedir. 

Allah, pek çok ayeti kerimede mahlukatı insan için yarattığını ve insanların hizmetine verdiğini beyan etmektedir ve insanı çeşitli yeteneklerle (meziyetlerle) donatmıştır. 
Andolsun biz Âdemoğluna şan, şeref ve nimetler verdik; onları karada ve denizde taşıdık, kendilerine güzel güzel rızıklar verdik ve onları yarattıklarımızın çoğundan üstün kıldık.(İsrâ 70)
Bu ayeti kerimede Rabbimiz insanoğlunu kerîm bir varlık olarak yarattığını beyan ediyor. 
“Şan, şeref ve nimetler” diye çevrilen kerem kavramı, İslâmî literatürde hem Allah’ın insanlara şeref, soyluluk, üstünlük gibi mânevî meziyetler bahşetmesini hem de mal mülk vermesini ifade eder. Böylece âyet insanı dünyada Allah’ın lutfuna en çok mazhar olmuş, en seçkin, en değerli varlık olarak göstermektedir. Tefsirlerde insana seçkinlik kazandıran özellikler akıl, zekâ, temyiz, düşünme, yazma gibi melekelerden başlayarak çeşitli psikolojik ve fizyolojik özelliklere, estetik zevklere, ahlâkî yatkınlıklara, canlı ve cansız varlıklar üzerinde tasarruf yetkisine, ekonomik faaliyetlerde bulunma özelliğine, şehirler ve uygarlıklar kurma kabiliyetine kadar birçok meziyete sahip olmasıyla açıklanmaktadır.

Şüphesiz biz insanı en güzel biçimde yaratmışızdır.(Tin 4)
İnsanın en güzel bir kıvamda yaratılmış olması, organların uyum içinde, dengesizlikten uzak , Allah’ın insanın hem fiziksel hem de ruhsal özelliklerini uyum içinde yaratmış olduğunu gösterir. 
Göklerdeki ve yerdeki her şeyin insanoğlunun hizmetine verilmiş olması bu dünyadaki yaratılış amacımızın bir gereğidir. Bu amaç “Allah’a kulluk” görevidir. 
Ben cinleri ve insanları, başka değil, sırf bana kulluk etsinler diye yarattım.
 Onlardan bir rızık istemiyorum, beni doyurmalarını da istiyor değilim.
 Şüphesiz rızkı veren, sarsılmaz gücün sahibi olan yalnızca Allah’tır.(Zâriyât 56-58)

Allah’a kulluk etmek, ibadet yapmak için gönderilen insanoğlunun en temel gayesi bu dünyada imtihan içinde olduğunun farkında olmaktır. Hangimizin amel bakımından daha güzel olacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratmıştır. (Mülk 2) 
Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!(Bakara 155)
Sadece inandım demek yetmez. İnandığını tasdik etmek için imtihana tabi olman gerekir. Korku, açlık, malların eksilmesi, sağlığının bozulması en temel imtihan araçlarından bazılarıdır. 
İnsan böylesi imtihan durumlarında Allah’a dua ve niyazda bulunarak ve imtihanın çetin geçmemesi için gerekli tedbirleri alarak bu imtihandan hakkıyla çıkabilir. 
Allah insanı yaratmış,yarattığı insana peygamberler ve kitaplar aracılığıyla doğru yolu göstermiş. Bu yola uyup uymama konusunda da insanı özgür kılmıştır. İster kendisine verilen böylesi güzelliklere teşekkür eder, isterse de bütün bu nimetlerin sahibini unutup nankörlük eder. Kulluğunun karşılığında ödül olarak ahirette cenneti, nankörlüğün ve inkarının karşılığı olarak cehennemi hak eder. Hak eder diyorum çünkü yaratan bu dünya hayatında zorlama yapmadan özgür iradesiyle seçme hakkı vermiştir. 

Bu açıklamalardan sonra Kur’an’daki insan davranışlarına baktığımızda genel olarak üç tür insan profili ile karşılaşmaktayız. Birincisi yeryüzünde yaratılış amacının ve halifelik misyonunun farkında olup dünyayı geçici bir imtihan yeri olarak görenler. Bunlar adaletin, iyiliğin, merhametin ve güzel işlerin yeryüzüne hâkim olması için çalışanlar. İkincisi ise yeryüzünde sadece kendi emelleri için çalışıp dünyayı kan gölüne çevirip, ekini ve nesli yok etmek isteyen zalimler .Üçüncüsü ise iç dünyasında zulmü ve adaletsizliği tasvip etmediği halde dünyanın kötülüklerden kurtulması için bir çaba içinde olmayan sessiz yığınlar var. İlginçtir insana dair ayetlere baktığımızda daha çok insanın kötü-lük tarafları ön plandadır. Bunun nedenlerini düşündüğümde insanın üzerine vazife olarak aldığı emaneti taşıyamayan , iyilikleri unutan, nankör bir varlık olmasına bağlıyorum. Buradaki unutkanlık fizyolojik bir rahatsızlık değil, psikolojik bir ruh halidir diyebiliriz. 

Hayır! Gerçek şu ki insan, kendini kendine yeterli gördüğü için çizgiyi aşar.(Alâk 6-7)
Kur’an-ın ilk hayır dediği ayet burasıdır ve ilk itiraz ettiği insan davranışıdır. Allah insanı en güzel şekilde yarattığı, bilmediği şeyleri öğrettiği, kalemi kullanmayı öğrettiği halde kendisini dev aynasında görmekte ve kendisini yeterli görerek azgınlaşmaktadır. Müstağni olmak, insanın haddini aşıp kendini yeterli görmesi, özellikle zenginliğin, mal-mülk sahibi olmanın etkisiyle dağları ben yarattım havasıyla arzı endam etmektedir. Hâlbuki Leheb sûresi  ikinci ayete göre ne malı ne kazandığı ona bir yarar sağlayamayacaktır. 

O, insanı bir damla sudan yarattı. Böyleyken bir de bakarsın o insan, apaçık bir düşman kesilmiş.(Nahl 4)
Allah, öldükten sonra dirilmeyi inkar edenlere, kendini kibir saraylarında görenlere, verdiği nimetlere nankörlük edenlere neyden yaratıldığını hatırlatmakta ve haddini bilmesini istemektedir. 

İnsan, Rabbine karşı pek nankördür.
Şüphesiz buna kendisi de şahittir;
O, aşırı derecede mal sevgisine kapılmıştır.(Âdiyat 6-8)
İnsanın mala mülke olan sevgisi, dünyayı ele geçirme hırsı gözünü bürümüştir. Bu çoğaltma tutkusu zamanla egosunu şişirmekte, bütün zenginlik kaynağını kendinden menkul bilerek tuğyan etmesine neden olmaktır. 

Ama insanoğlu, Rabbi onu ne zaman imtihan edip de kendisine izzeti ikramda bulunsa “Rabbim bana ikram etti.” Der. Fakat ne zaman da sınayıp rızkını daraltsa “Rabbim bana ihanet etti.” Der. (Fecr 15-16)
Gerçek mülkün sahibinin Allah olduğunu unutup  hegemonik ilişki içine giren insanlar gün gelip ellerindeki bütün mal ve mülklerin ellerinden çıktığını gördüğünde hayatın aslında bir imtihan olduğunu geç de olsa anlayacaktır. 

İnsanların başına bir sıkıntı gelince yalnız Rablerine sığınarak O’na yalvarırlar; sonra onlara kendi katından bir nimet tattırdığında bakarsın ki bir kısmı kalkıp Rablerine ortak koşar.
 Kendilerine verdiklerimize nankörlük etsinler bakalım! Safa sürün! Yakında göreceksiniz!
Yoksa onlara bir kanıt indirmişiz de o mu şirk koşmalarını söylüyor?
 İnsanlara bir nimet tattırdığımızda buna sevinirler; fakat kendi elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir belâ gelse hemen ümitsizliğe düşerler.(Rûm 33-36)

İnsan psikolojisi ile ilgili önemli iki hal ve tavra yer verilen bu âyetlerde, darlığa düşen ve kendi aczini ayan beyan gören insanların son ve vazgeçilmez sığınağın ilâhî rahmet olduğunu anladıkları ve içtenlikle Allah’a yalvardıkları; rahata kavuştuklarında ise bir kısmının daha önceki hallerini tamamen unutup bu sonucu kendilerine veya Allah’tan başka varlıklara izâfe etmeye kalkıştıkları, hatta Allah’a ortak koşmaya varacak nankörlükler ettikleri belirtilmekte, bu tutumun hiçbir haklı gerekçesi bulunmadığına ve böyle kimselerin âkıbetinin hiç de zannettikleri gibi olmayacağına dikkat çekilmektedir.
Gerçekten şu insanoğlu çok zalim, çok cahildir. Öyle ki dağlar ve taşlar  bile emaneti yüklenmekten çekindiği halde insan bu emaneti yüklenmiştir. 

Emanet, ilk bakışta insandan daha büyük, güçlü ve dayanıklı gibi görülen göklerin, yerin ve dağların taşıyamayacağı kadar ağır ve önemlidir. Bu ağırlık ve önemdeki emaneti insan yüklenmiştir. Çünkü o, bir yandan bunu yüklenecek kabiliyet ve yetenektedir, ama öte yandan neyi yüklendiğinin farkında değildir, onu hakkıyla taşımada başarılı olamamaktadır. Yani insan şuursuz ve cahil olmamalı, kimliğinin, kabiliyetinin ve yüklendiği emanetin farkında olmalıdır; bu konulardaki bilgisizlik büyük bir cehalettir. Taşıdığı emanetin hakkını yerine getirmeye de gayret etmelidir, onun hakkını yerine getirmemek büyük bir zulümdür.
İnsan özü itibariyle iyidir. İslam fıtratı üzere doğar. Ancak insanların çoğu fıtratlarının gereğini değil de menfaatlerinin gereğini tercih ettikleri için iyilik damarları kurumuş veya kurumaya yüz tutmuştur. Ne zaman ki insanlık bu fıtrat yolundan çıkar da şeytanın yoluna uyarsa Allah da peygamberler ve kitaplar aracılığıyla tekrar insanlığı hak yola davet eder. 
İşte  zulümlerin ve cehaletin dibine kadar yaşandığı bir dünyada, dünyaya merhametin ve adaletin cisimleşmiş hâli, alemlere rahmet olarak gönderilen peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s)’in gönderilmiş amacı bu ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır. İnşallah sonraki yazılarımızda Rabbimizin kitabında kendisini “Üsve-i hasene (en güzel örnek)” diye tasvir ettiği peygamberimizi tanımaya çalışacağız...

Yazarın Diğer Yazıları