Murat SOYTÜRK

O'nun ahlâkı Kur'an'dı-1

Murat SOYTÜRK

Bu yazı serimizde peygamberlerin sonuncusu, alemlere rahmet olarak gönderilen peygamberimiz Hz. Muhammed’in hayatını ve ahlakını genel hatlarıyla Kur’an-ı Kerim perspektifinden ele almaya çalışacağız.

 Risalet kurumunun son elçisi Abdullah oğlu Muhammed, 571 yılında Mekke-i Mükerreme’de dünyaya geldi. Hz. İsa kendisinden sonra gelecek olan peygamberin isminin Ahmet olacağını Kur'an'ın beyanına göre İncil’de  müjdelemişti.Arap toplumunda ve ehl-i kitap arasında bir peygamber çıkacağının bilinmesi adeta onun gelişine uygun bir ortamın hazırlanmasını sağladı. Çok kısa bir süre içerisinde anne, baba ve dedesini kaybetmesinin ardından yetim ve öksüz kalan Muhammed, Allah’ın gözetimi ve koruması altında risalet görevine hazırlanıyordu. 

Her türlü gayri ahlaki davranışlardan beri olacak şekilde büyütülen Muhammed, yaşadığı toplum içerisinde Muhammed-ül Emin sıfatına mazhar olacaktı,  hem de peygamberlik sonrası kendisine her türlü kötü muameleyi yapacak düşmanları tarafından. Kabe’nin yeniden inşası  esnasında Hacer-ül Esved taşının yerine konması sırasında yaşanacak hadise onun güvenilirliğinin en büyük ispatı oldu . Hacer-ül Esved’in yerine konması Mekke’nin ileri gelen kabileler arasında bir şeref ve onur meselesi olarak değerlendiriliyordu. Onun için birbirleriyle adeta kanlı mücadeleye girecek kadar işi ileri boyutlara taşıdılar. Sorunun bu şekilde çözülemeyeceğini anladılar ve şöyle bir çözüm yolu buldular. Yarın Mekke’nin kapısından ilk gelecek kişinin kendilerine hakemlik yapmasını istediler. Nihayet sabah olduğunda Kabe’ye ilk giren kimsenin Muhammed olduğunu gördüklerinde çok mutlu oldular.  Muhammed, bu sorunu çözmek için bir örtü getirmelerini ve bu örtünün her köşesinden tutmalarını istedi. Hacer-ül Esved’in hep beraber kaldırılmasını söyledi ve kendisi taşı kaldırıp yerine koydu. Sonu kanla bitecek bir hadise bu şekilde önlenmiş oldu.

 Bu hadise aynı zamanda problemlerimizi nasıl çözüleceğine dair bizlere ipuçları vermektedir. Evimizdeki, mahallemizdeki, ilimizdeki,ülkemizdeki, hatta biraz daha genelleştirirsek dünyadaki sorunları nasıl çözeceğimize dair mükemmel bir prototip ortaya koymaktadır. Henüz daha peygamber olmadan böyle bir güvenilirliğe sahip olması, Kur’an’ın ifadesiyle muazzam bir ahlaka sahip olmasının tezahürüdür. Hz Muhammed’in Yüce Allah’ın gözetimi altında kollanıp korunduğuna dair  büyük bir işarettir. 

Hz. Muhammed sadece güvenilirliliğle tebarüz etmiş birisi değil , aynı zamanda içinde yaşadığı toplumun sorunları ile ilgilenen, gördüğü yanlışlıkları düzeltmek için mücadele eden birisidir. Bunun için yaşanan zulümlerin, haksızlıkların bertaraf edilmesi adına henüz peygamberlik gelmeden önce adına Erdemliler İttifakı denilen Hılful’ Fudul hareketi içerisinde yer almıştır. Kim olursa olsun zalime karşı, kim olursa olsun mazlumdan yana anlayışı ile hareket eden bu cemiyet onun şahsiyetinin oluşmasında önemli bir misyona sahiptir. Hz. Muhammed amcası Ebu Talip ile sık sık ticari seferlere çıkar, bu vesile ile farklı ülkeleri de gezerdi.  Eşi Hz. Hatice ile evlenmesi de bu ticaret kervan yolculukların sonunda olmuştur. Kendisinin büyük bir ahlaka sahip olduğunu fark eden Hz. Hatice ona evlilik teklifi etmiştir.

 Özellikle peygamberliğinin son yıllarına doğru sürekli dağlara inzivaya çıkan Muhammed, Mekke’de yaşanan bu zulüm düzenini düşünüyor,  yaşanan adaletsizlikler üzerinde derin derin tefekkür ediyordu. Hira mağarasında olduğu günlerden birinde Cebrail (a. s) kendine göründü ve Alak suresinin ilk ayetlerini okudu. Oku, yaratan Rabbinin adıyla. İnsanı bir alaktan yarattı. Oku, Rabbin kerem sahibidir. Öyle ki, kalemle yazmayı öğretti. İnsana bilmediklerini öğretti. 

Nasıl okuyacağını bilmeyen Hz. Muhammed, ben okuma bilmem diyerek korku ve endişe içerisinde hemen evine döndü,  yaşadıklarını eşi Hz.Hatice’ye anlattı. Hz. Hatice  yaşananları dinledikten sonra onu teskin etti. Korkmaması gerektiğini Allah’ın mutlaka kendisini yalnız bırakmayacağını söyleyerek yaşanılan bu olayı hemen amcası Varaka bin Nevfel’e anlattı. Varaka,  Hz Muhammed’e gelenin diğer peygamberlere gelen vahiy meleği Namus-u Ekber olduğunu belirterek adeta onun peygamberliğini teyit etti. 

40 yaşından son nefesini verene kadar geçecek 23 yıllık bir hayatı tamamen Allah’ın emirlerini tebliğ vazifesi ile tamamlayacak, Allah ondan razı, O da Allah’tan razı olarak Refik- i Ala’ya ulaşacaktı. İlk vahiyden sonra gelen ayetler, hem kendini hem de ona inanan müminleri ilmek ilmek dokuyacak, ayetlerin yüreklere dokunmasıyla karanlıklar içerisinde kalan gönüller, vahyin nuru ile nurlanacaktı. 

Gecenin bir vaktinde kalkıp Kur’an’ı tertil üzere okuması emredilen Allah Rasulü önce yakınlarından başlamak üzere bir hareket başlatacaktı. 

O,  kendi nefsinden bir şey konuşmaz, onun konuştuğu vahiy iledir. Allah’tan aldığı her vahyi hiçbir şekilde değiştirmeden olduğu gibi aktaran bir davetçidir. 
“Sen, yalnızlığa bürünen kalk ve uyar.”ayeti gereğince yakınlarına bir yemek vererek, bir toplantı düzenledi. “Şu tepenin arkasında düşman kuvvetleri var, gelip size saldıracaklar, zarar verecekler desem bana inanır mısınız?”diyerek söze başladı. Dinleyenler O’nun güvenilen birisi olduğuna şehadet ettikten sonra onları, Allah’a kulluğa, kendisini Rasul olarak tanımaya ve ahiret gününe inanmaya davet etti. Bu davete en çok toplumun zayıf kesimleri karşılık vermiş, İslam dini yavaş yavaş toplumun gündemine oturmaya başlamıştır. 

Allah Rasûlü’nün anlattığı din inançsız bir topluma değil müşrik bir topluma inmiştir. Allah’a, meleklere inanan, namaz,  oruç, kurban gibi ritüelleri bilen bir topluma Kelime-i Tevhid anlatılmıştır. Kulluğu hiçbir varlığa hasretmeden, hiç bir şeyi ortak koşmadan, dini yalnız Allah’a has kılarak bir hayat yaşamaları gerektiğini anlattı. 

Yaşanan hayatın sadece bu dünyadan ibaret olmadığı, öldükten sonra yepyeni bir hayatın kurulacağı ve yaptıklarımızın hesabının verileceğini sürekli hatırlattı. Bu dünyada güzel işler yapanların ahirette kat kat sevabının verileceği, yapılan iyiliklerin karşılıksız kalmayacağı, bunun aksine kötülük yapanların da yaptıklarının mutlaka yanlarına kâr kalmayacağını söyledi . 

Ben peygamberlerin ilki değilim diyerek, geçmiş kavimlere de peygamberlik verildiği, aynı davetin onlara da yapıldığını söyledi. Bütün peygamberlerin ortak daveti, La ilahe İllallah’tı. Davetlerinin ortak olması bile onun kendi heva ve hevesine göre konuşmadığının aynı yaratan tarafından görevlendirildiğinin bir işareti değil miydi? 
Peki Allah Rasulü’nün asıl misyonu neydi? Ataları uyarılmadığı için derin uykulara dalmış bir halkı uyanışa çağırmaktı. İnsan uyanık iken de derin uykulara  dalmış olabilir mi? 

Evet, insanoğlu bu derin uyku sayesinde hayattaki gerçek amacını unutmuş. Kendisini bilerek veya bilmeyerek geri dönüşü olmayan çıkmaz bir yola sürüklemişti. İşte Peygamber Efendimiz de içinde büyüdüğü Mekke toplumunda yaşanılan derin uykuyu farketmiş ve insanları tek tek veya gruplar halinde vahye davet ederek bu derin uykudan uyandırmak istemişti. Bu davet, özellikle Kur’an’ın ifadesiyle dokuzlu çete tarafından sert bir şekilde karşılık gördü . Mekke’ye hakim olan bu oligarşik yapı, kendi kurdukları düzenin bozulmasından rahatsız olunca Allah Rasûlü’nün de düzenini bozmak istedi. Alemlere rahmet olarak gönderilen peygamberin davetinin mesajını anlamayan, anlamak istemeyen müşrikler davetin önünü kesmek için her türlü hileye başvurdu. Allah Resulü’nün toplum içindeki itibarını etkisizleştirmek için, onu toplumun düzenini bozan bir anarşist olarak lanse ettiler. Akrabalar arasını bozan, kavmini küçültüp Mekke'yi karıştıran bir insan olarak gördüler. Onun için büyük bir yıldırma politikası izleyerek kendisini ve ona inananları büyük bir ekonomik ambargoya tabi tuttular.Üç yıl devam edecek bu ambargo inananlara Hicret’in yolunu açtı.Allah’ın mülkünde Allah yolunda yaşamanın imkanı olmadığı bir yerde iman varsa imkan da vardır düşüncesiyle yeni yurtlarda yaşamanın önünü açtı. İslam sadece kendisinden bir iddia sahibi olmasını istemez gerektiğinde bu iddiasını ispat etmesini de ister.Mekke’den Medine'ye büyük hicret...Medine dönemi yeni bir toplum inşa süreci... Savaşlar... Burada 23 yıllık bir dönemi bütün ayrıntıları ile anlatma imkanımız siz de takdir edersiniz ki yoktur. Amacım onun sıradan bizler gibi bir insan olmadığını vurgulamaktır. 

Evet, O bizim gibi bir beşerdir. Bizim gibi yer, içer, pazarlarda gezer. Evlenir, çoğalır, ticaret yapar, gerektiğinde sulh, gerektiğinde savaşlara katılır. Ancak tek farkla ki onu Alemlerin Rabbi terbiye etmiştir.O, vahiy almakta, vahiy ile direkt muhatap olmaktadır. 

Buna rağmen müşrikler, Allah’ın elçisinin peygamberliğine inanmamak için gerekçeler ileri sürmüşlerdi. Biz dediler, imkan yok sana inanmayız ta ki bizim için yerden bir pınar fışkırtmalısın, yahut sana ait hurmalıklardan ve üzümlüklerden bir bahçe olsun da aralarında şarıl şarıl çaylara katılmalısın yahut iddia ettiğin gibi üzerimize gökyüzünü parça parça düşürmelisin yahut Allah’ın ve melekleri kefil getirmelisin yahut senin altından bir evin olmalı yahut göğe çıkmalısın ta ki üzerimize okuyacağımız bir kitap indirmelisin. 

De ki Subhanallah. Ben beşer bir Rasülüm. Kendilerine doğru yolu gösteren bir rehber geldiğinde insanların iman etmelerine ancak Allah bir beşeri mi Rasul olarak gönderdi? demeleri engel oldu. 

Söyle onlara, eğer yeryüzünde hep usul usul yürüyen melekler olsaydı, elbette onlara gökten melek bir Rasul gönderirdi. (İsrâ 90-96)

Allah’ın Rasulü beşer olmanın bütün vasıflarını taşıyordu. Ancak onun bizim için en önemli vasfı Üsve-i hasene oluşudur. Beşerlikten en güzel örnekliğe olan tarihsel yürüyüşü kıyamete kadar sonraki gelen nesiller için ulaşılması gereken bir hedef olarak önümüzde durmaktadır. Bu hedefe ulaşmanın yolu öncelikle örnek hayatını Kur’an perspektifinden tanımaktır. O’nu tanıma yolculuğumuz ve örnek alma idealimiz her zaman birinci önceliğimizdir. 

Yazarın Diğer Yazıları