Murat SERİM

Modern Tıpla Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıbbı Birleştiren Hekim: Dr. Mücahit Yılmaz

Murat SERİM

Rabbimiz Tin Suresi’nde ‘’Biz insanı en mükemmel bir şekilde yarattık.’’ diye buyurduğu insanı bütünsel tıp açısından Dr. Mustafa Mücahit Yılmaz’la ele alacağız. Dr. Mücahit Yılmaz bütünsel tıp alanındaki yöntemlerde gerekli sertifikaları alarak 19 yılda on binlerce hastasıyla Kayseri’deki kliniğinde hizmet vermektedir. Şifa Rabbimizdendir diyerek söyleşimize başlıyoruz. 

Hocam doğal tıp yöntemleriyle nerede tanıştınız?

‘’Doğal tıp yöntemleriyle çok uzun yıllar önce, askerlik dönemimizde, biz bir klinik desteği veriyorduk. Manisa’da askerlik yapmıştım. O dönemde bir klinikte nöbet tutuyorduk. Dolayısıyla o dönemle beraber işte sülük tedavisi, hacamat tedavisi gibi bizim çok yakın olmadığımız sistemlerle tanışma fırsatı bulduk. Sonra tabi biz o klinikte çalışırken sistemi yavaş yavaş tanıdık. Acaba dedik böyle tedaviler etkili oluyor mu? düşüncesi bize de hasıl oldu. Tıp fakültesinde böyle eğitimler yok çünkü. Biz tıp fakültesinden mezun olduğumuz dönemde fitoterapinin f ’sini ve hacamatın h’sini bilmiyorduk, hiçbir şeyden haberimiz yoktu. Bunlar acaba tıbbi bir yöntem midir? Ona bile çok hakim olmuyorsunuz o yıllarda. Şimdiki tıp fakülteleri tabi öyle değil. Şimdiki genç hekim arkadaşlarımız çok iyi duyuyorlar, öğreniyorlar, takip edebiliyorlar.’’

Geleneksel yada fıtri, doğal tıp alanındaki eğitimlerinizi nerelerde aldınız?

‘’Biz tabi hem yurt içinde hem yurt dışında. Çünkü bizim ülkemizde bundan on yıl evveline kadar bu işlerle ilgili çok ciddi çalışmalar yoktu. Bilimsel mânâda hiçbir çalışma yoktu aslında. Çok cüzi faaliyetler vardı. Öyle olunca yurt dışı aslında bir ihtiyaçtan tekerrür etti. Kendi ülkemizde böyle şeyler olsa biz zaten onunla ilgili destek alırız ama bizim ülkemizde 2007 yılında bir akapunktur uygulaması vardı. İstanbul’da onunla ilgili çalışmalar yapmıştık. Daha sonrasında Almanya’ya, Fransa’ya, Hollanda’ya, Uzakdoğu’ya Çin’e birçok yere tabi gitmek zorunda kaldık. Yani biz genç doktor arkadaşlara, bu işlerle ilgilenen hekim arkadaşlara: ‘Siz yurtdışına gidin, demiyorum.’ kesinlikle. O zaman ihtiyaç vardı. Biz o zaman onları görmemiz lazımdı. Mesela ben hacamatı Almanya’da öğrendim. Ne acı değil mi? Yani Peygamber aleyhissalatü vesselamın sünneti olan bir mânâyı ben Almanya’da öğrendim. Bir Alman, gayrimüslim bir hocadan öğrendik. Tabi onlar bize anlattılar, bunlar bizim atalarımızın yöntemleri diye. Biz de sustuk, dinledik. İtiraz ettik, sınıftan atmaya kalktılar. Böyle şeyler yaşadık. Yoktu çünkü. Bu ülkede beden ilmini tahsil etmiş hekimler olarak bedenle ilgili faaliyet varsa hacamat bedenle ilgili bir faaliyettir, doğru mu? Evet. Bunun uzmanı kimdir? Hekimlerdir ama bizim ülkemizde anlattığım dönemlerde bu işleri hekimler yapmıyordu. Biz Kayseri’de hacamatı yapmaya başladık. Kayseri halkı hacamatın ismini bilmiyordu. Kapıdan giriyorlardı, bizim sekreter hanım yukarıyı aradı. Aşağıdaki sekreter hanım hatta hâlâ devam eder. Hacı Ahmet diye birini arıyorlar, dedi. Hacamata Hacı Ahmet diyor. :))’’

Aaa! İsmini değiştirerek halkın anladığı o.

‘’İsmini telaffuz edemiyor. Dolayısıyla bu kadar uzaktık ama biz tabi yurt dışına gittik, gördük. Dedik bu hacamat yöntemi, kanlı vakum ismini veriyorlar onlar, tabi hacamat demiyorlar, blutiges schröpfen diyor, Almanlar. Anblutiges schröpen de vakum terapisi demek. Kanlı ve kansız diye onlar ayırıyorlar. Kanlı olan kısmına hacamat diyoruz teknik olarak. Bu yöntem tabi.’’

Peki bu aldığınız fitoterapi eğitimleri konusunda geleneksel, bitkisel tıp eğitimleri veriyor musunuz?

‘’Tabi. Bir doktor grubumuz var. Hatta farklı üniversitelerin bünyelerinde eğitimlerim de oluyor. Dönem dönem özellikle fitoterapi ile ilgili gidiyoruz. Bazı eğitimlere katılıyoruz. Doktor arkadaşlara mutlaka eğitimler veriliyor. Hem kendi spesifik grubumuz var. Adaptif tıp isminde bir derneğimiz var. O derneğin bünyesinde olan doktor arkadaşlarımız var ki bunlar devamlı dinamik eğitimler alıyorlar. Hastalarını aktif bir şekilde bizle tartışıyorlar. Ayrıca dönem dönem de elektronik ortamda yüz yüze eğitimler veriyoruz. Ayrıca üniversitelerin de bize davetleri oluyor. Bazı üniversitelerin kendi kurs programları veya bir kongre programı oluyor. Bize gelen davetleri değerlendirip gidiyoruz. Fitoterapinin de kendi içinde bir anlayışımız var. Adaptif tıp denen sistemin detayları var. Eğitimsel kısmında bizim ülkemizde henüz daha bu işin bir kürsüsü yok. Dolayısıyla bizim gibi hekimlerin hem klinik paylaşımları hem de bilgi birikimlerini paylaşması çok esas. Ben bu konuda hiçbir zaman kapatıcı olmadım doktor arkadaşlara ama kesinlikle mesleki taassubum var, kesinlikle. Şunun için: Ben tıraş olmaya kasaba gitmiyorum, güzel tıraş yapıyor diye. Dolayısıyla niye benim doktor arkadaşım bu işi yapabilirken ben gideyim çok güzel hacamat yapıyor diye bir berbere hacamat yaptırayım?’’

Anladım, çok güzel örnek verdiniz hocam. 

‘’Hayatımda benim izlediğim yol budur. Bu işin ehli varken niye? Çünkü dinimizde bunu ister, bunu emreder.’’

İşi ehline veriniz, diyor peygamberimiz. 

‘’Elbette. Tavsiye ediyor. İşi ehline verin diyor. Ben niye böyle bir şey yapayım? Diğer arkadaşlar bu işi çok güzel yapıyor olabilir. Çok iyi ilmetmiş olabilirler ama bu ülkede bu işi bilen, altyapısını bilen bir hekim sıfatı var. Dolayısıyla biz onları bu işte eğitmeye çalışıyoruz, onları daha ciddiye alıyoruz.’’ 

Hocam kliniğiniz kaç bölümden oluşmaktadır?

‘’Kliniğimizi ilk dönemlerde departman olarak ayırmıştık ama bütünsel tıp kliniklerinden olduğumuzdan bütünsel tıp yapıda bir kliniğiz. Bir sağlıklı yaşam platformu var, bir tedavi formatımız. Bunun dışında teşhis formatımız var klinikte. Artık biz bunu bir bütün olarak düşünüyoruz. Eskiden ayrı ayrı sınıflandırırdık ama şu anda etmiyorum artık. Belki onun için sordunuz. :))’’

Evet, kat kat belki değerlendirirsiniz diye sordum.                          

‘’Burda şu var: Biz kilinik faaliyeti olarak bize bir hasta geldiği zaman, doktor arkadaşlara da biz bunu söylüyoruz, bütünsel tıp bakış açısıyla kliniğimizi dizayn etmemiz ihtiyaç oluyor. Neden? Çünkü hasta elinde birçok tetkikle geliyor. Dışarıdaki hekimlerden aldığı birçok mantık var ama bütünsel bakış açımız daha farklı olduğu için bizim farklı argümanlara da ihtiyacımız var. Onlara ihtiyacımız olduğu gibi hastanın röntgenine bakma ihtiyacımız olduğu gibi bizim hastanın termografisine de bakma ihtiyacımız var. Yani hastanın ağrı merkezleri neresi? Hastanın enerjisi nerde düşük? Vücutta sinir sistemiyle ilgili blokajı var mı? Vücutta diğer hekim arkadaşların görmediği fakat bizim akapunktur noktalarıyla ilgili biyorezonans sistemimiz var, geçiş blokajı var mı? Vücutta devir daim eden kanla beraber enerji sistemi de devir daim oluyor, dolayısıyla bunlarla ilgili bütünsel tıbbın bazı verileri var, bunları değerlendiriyoruz. Mesela kendi kan tahlillerimiz daha farklıdır. Mesela biz magnezyuma doktor arkadaşlar kadar marjı öyle düşünmüyoruz. Magnezyumu ikinin altına hiçbir zaman düşünmüyoruz ama baktığınız zaman 1.8 rakamı diğer doktor arkadaşların anormal diyeceği bir rakam. D vitaminini biz 35-40’ın altına hiçbir zaman düşürmüyoruz hastalarda. Gelgelelim referans değerlere bakıyorsunuz, 20’nin üzeri normal deniyor. İşte bunun gibi bizim bütünsel bakışta hem tahlil bazında hem görüntüleme teşhisleri bazında farklı bir teşhis bakışımız var. Tedavi zaten bambaşka. Kliniğin tanı kısmı, tedavi kısmı bütünsel bir harmanlama tarzımız var. Bizden eğitim alan doktor arkadaşlara da önce bütünsel bakışı kazandırmaya çalışıyoruz. Hastalar diyorlar ki: Hocam ben buraya niye geldim? Bunu bana anlatır mısınız, diyorlar. İlk söylediğimiz şudur: Benim bütünsel bakışım için geldiniz, buraya oturdunuz, diyorum. Yoksa benim kaşım, gözüm, diplomam diğer doktor arkadaşlar gibi.’’

Doğru. Hastanede hastalar klinik klinik geziyorlar ellerinde bir ton evrakla. Bu hem hastayı yoruyor, hastayı daha çok hastalandırıyor; hem de zaman, emek kayboluyor birbiriyle bağlantısız bir şekilde belki de. O açıdan sizin anlattıklarınız ve buradaki uygulamalarınız hakikaten çok değerli hocam. Son yıllarda ülkemizde ve dünyada çok popüler olan bitkisel tedaviye ve bunun destekçisi geleneksel tedaviye bir yönelme oldu. Siz de biraz önce ifade ettiniz. Aslında buna öze dönüşte diyebilir miyiz?

‘’Evet, belki bitkiler olarak değil de hem gıdasal olarak öze dönüş hem de tedavisel olarak öze dönüş var. Yani bizim ecdadımız nasıl tedavi olduysa onu yapmaya çalışıyoruz artık. Son 10-15 yıldır özellikle bu çok fazla. Bizim ecdadımız nasıl beslendi? Ata ekmeği diye bir şey çıktı değil mi? Niye çıktı bu? İhtiyaçtan. O kadar çok bozuldu ki sistem artık biz antihipertansif ilaç kullanmak yerine sarımsakla tansiyonu düşüren birçok insan var. Yanlış bir şey mi? Hayır. Nar suyu içiyor, tansiyonum düştü hocam, diyor. Ne kadar mutlu. Sanki bunu mucizevi bir şeymiş gibi düşünüyor. Hayır. Zaten nar suyunu tansiyonda kullanıyoruz. Alıçı kalp hastalıklarında kullanıyoruz. Bunu ben kullanmıyorum. Bunu ecdadım kullanmış. Dolayısıyla yeni bir şey bulmuş gibi hareket ediyoruz. Hayır, bulmadık. Yitiğimizi tekrar önümüze koydular. Biz dedik ‘Ya, evet.’ Aslında geçmiş yıllardaki o bütünsel tıbbın argümanları yitiklerimizde bizim. Yani bizim kendi ecdadımızın tıbbi yitiklerini tekrar aldık, şu an kullanıyoruz. Aslında özümüze dönmek bu. Yitiğimizin tekrar kazanılması.’’

Bakış açımız değişti, diyorsunuz. Anladım hocam. 

‘’Farklı perspektiften gıdalarda aynı şekilde. Yani biz glütensiz diyet öneriyoruz hastalarımıza. Neden? Çünkü buğdayın içindeki glüten oranını bozduk. Sanayileşmiş toplumun getirdiği bir mantalite bu. Glüten miktarını artırdığınız zaman siz daha yapışkan formatta bir hamur elde ediyorsunuz ve daha süratli bir üretim profiline geçiyorsunuz. Bunu yapmak zorundasınız. Sanayileşmiş ülkeler bunu yapıyor ve para kazanacaksınız. Hızlı bir ürün elde edeceksiniz ama o hız insan bedeniyle uyuşmuyor. İnsan bedeni bunu istemiyor. Dolayısıyla ne diyoruz biz hastalara? Glütensiz diyet. Eskiden glüten ne güzel duruyordu buğdayın içinde. Şimdi artık diyoruz ki: Biz glülten istemiyoruz. Niye? Beden diyor bunu. Ben istemiyorum, diyor. Alerji hastaları geliyor bize. İlk önce diyoruz ki: Glüteni kesin. Neden? Çünkü beden ‘Ben artık bunu istemiyorum, bu bana alerjen.’ diyor. Kesiyoruz, alerji düzeliyor. Hasta bin teşekkür edip gidiyor. Halbuki ben sadece bir şeyi kestim. Bir şey yapmadım yani.’’

Ama çok önemli bir şey yaptınız. Hastaya dokundunuz. 

‘’Elbette o. Dikkat çekmek istediğim konu o değil. Yani gıdasal formatta da biz öze dönüyoruz. Dönmemiz lazım. Tedavisel formatta da bitkilerle biz öze dönüyoruz.’’

1.bölümün sonu
 

Yazarın Diğer Yazıları