Murat SERİM

Binden Fazla Türü Olan Hat Sanatında Edeple İlerlemek

Murat SERİM

Değerli dostlar, Küçük Ayasofya’da Hattat Fuat Başar ile hüsn-i hat konulu söyleşimize devam ediyoruz.

Binden Fazla Türü Olan Hat Sanatında Edeple İlerlemek

Hocam, hat sanatındaki icazet alınan yazı türü ile mi sınırlıdır?

Genellikle öyledir. Başlangıç olarak sülüs nesihle başlanır. Onlardan icazet alınır. Yeteri bir olgunluğa ulaşılmışsa hocası diğer çeşit yazıları yazıyorsa onlara da çalışılır. Ondan da icazet alınır. Yoksa benim elim kalem tutuyor, hele bir celi divani döktüreyim. Kazın ayağı hiç öyle değil. 

O zaman her yazı türü için ayrı ayrı icazet gerekiyor.

Yani gelenek gereği, saygı gereği çok büyük fayda var ama günümüzde maalesef yani önceki hafta bile gördüm. Daha nesih bir harf yazamamışken, sülüs harflerini kıvıramamışken, benzetememişken elinde kalın bir kalem celi talik yazıyor. Bu da cahil cesareti, acemi ukalalığıdır. Çok kişiye tembihatta bulunuyoruz, kalem güzel kullanılmazsa insanla çok dalga geçen bir şeydir. Kalemin bizzat kendisi öyle dalga geçer ki kendisi, dalga geçildiğinin farkında olur. Aylar yıllar sonra yazdığı yazılara bir bakar. Bunları hangi acemi yazdı, diye kendi kendine söylenir durur. O duruma düşmemek lazım. Bu konuda tecrübeli bir hocanın tavsiyelerinin dışına çıkmak hiç doğru bir şey değil. Orada da işte illa edep illa edep kavramı giriyor araya. 

Edeple başladık edeple devam ediyoruz hocam.

Zaten ilim, irfan, sanat, din, bilim hepsi edeptir. Bilimde edep maddenin hududunu bilmektir. Dinde edep insanın hududunu bilmektir. Sanatta edep onu öğrenmenin, öğretmenin, yaşamanın hududunu bilmektir. Onun dışına çıkıldı mı edepsizlik edilmiş olur yani insan; aklına eseni yapan, alabildiğine serbest mahlukat değildir. Öyle bir şey olsa ‘’Canım havaya dört metre zıplamak istiyor.’’ zıpla zıplayabiliyorsan. 

Günümüz modern eğitim bu eğitimi veriyor maalesef. Hocam, hat sanatında kaç çeşit yazı vardır?

Şimdi hiç abartısız binden fazla yazı çeşidi var. Bunun yüzden fazla çeşidi kûfi ve füruatına aittir. Kûfi o yönden en zengin yazı türüdür. Maalesef kûfi yazı çeşitleri konusunda araştırma İslam dünyasında yapılmadı, bir İspanyol adam yaptı. Bütün Ortadoğu coğrafyasını gezerek örneklerini topladı, bir kitap olarak da yayınladı.

İsmini biliyor musunuz hocam?

Kitabın İspanyolca bir ismi vardı, araştırdım, elime de geçmedi. Hâlen de araştırıyorum. İnşallah buluruz. Kûfi yazı hakkında son zamanlar epeyce bir çalışmalar yayınlandı. 

Hz Ali ile başladığını söylemiştiniz değil mi hocam?

Tabii, tabii onunla başladı. Fakat yazma kûfiyi gerçekten hâlâ onun gibi yazabilen çıkmadı. Şimdi geri kalan 500 çeşidinde bugün ismini bildiğimiz 40-50 çeşidi var. Bir kısmı kullanımdan kalkmış. Bugün yazılan 13-14 çeşit civarında yazı var. Bunların 6-7 çeşidinden fazlası pek tercih edilmiyor sanat dünyasında.

6-7 tane kaldı geriye. İsimlerini söyler misiniz hocam? 

Aklamı sitte derler fakat buna nestalik dahil değildir. Bizim talik dediğimiz aslında nestaliktir. 

Biraz sonra onunla ilgili bir sorum var hocam.

O durumda heft kalem oluyor. Yani bugün yazılan yedi çeşit civarında. 

İsimleri nedir hocam?

Bunların şimdi hepsini yazana Osmanlı Devri’nde tabir olarak şeş kalem üstadı derlerdi. 

Neden şeş kalem hocam?

Altı çeşit yazı olduğu için. Oradaki kalem, yazı manasına kullanılır. Talikle beraber heft kalem olur. Osmanlı Devri’nde genelde talik yazanlar sadece talik yazarlar veya celi talik yazarlar. Sülüs nesih ki önce sülüsle başlanır. Ümmül hudut derler, bütün yazıların anasıdır. Talim yazısıdır. Yazı ve kalem kullanma kabiliyeti o yazıyla geliştirilir. Peşine nesih, eğer yazılmak isteniyorsa muhakkak, reyhani, sonra tevkî ve rika yazıları geliyor. Bildiğimiz pusula yazılan rik’a değil rikaa yazısı. Rikaanın diğer bir ismi hatt-ı icazedir. O, bayağı yazılan bir yazıdır. Onun dışında talik yazı var, asıl imlası nestaliktir onun. Sonra bunların celileri var. Sülüsün celisi var mesela, talikin celisi var, divani var. Divaninin celisi var. Bir de divaninin kalın olanı var. Celi divani, kalın divani demek değil. Birbirlerine benzemiyor. Yani bu konuda da son zamanlar sanat dünyasında bir aydınlanma başladı. Ondan önce akademisyenim diyenlerin sülüs yazıya bir yazım hatası olmamak üzere cülus yazı denildiğini ben okudum. Nesih yazıya akademisyenimiz nezih yazı diyor.

Eyvahlar olsun!

Maalesef ama bugün onlardan kurtulduk. Yavaş yavaş tanınmaya başladı. Dahasını da bir müjde olarak söyleyeyim. Bugün bütün dünyada, İslam dünyasında yazı konusunda Türkiye başı çekiyor. İlk sırada.

Buna şükürler olsun mu diyelim hocam?

Şükür, şükür tabii. Darısı diğer İslam ülkelerinin başına. Öyle sanatta, dinde ayrılık gayrılık filan yoktur. Kim yazıyorsa bileğini öper, başımıza koyarız. Bir de demin unuttum söylemeyi.

Buyurun hocam.

Seksenli yıllar. Beyaz Saray Kitapçılar Çarşısı'nda oturuyorum. Gençlik var tabii o zaman. Kitabevinin sahibi -Allah rahmet etsin- çok sevdiğim bir zat. Bir kişi geldi, yaşlı. Bizim kitapçı hacı beni tanıştırdı. Bu genç de yazı yazar, dedi. Adam emekli profesörmüş gelen misafir. Beni tanıştırdı. O emekli profesör dedi ki: Senin elini öper, başıma koyarım.

Doğru söylemiş hocam.

Ben edebimden yerin dibine girdim. Aman estağfurullah dedim. Dedi öyle hiç hık mık etme. Allah ismini yazan bir bilek öpülür, başa konulur, dedi yaşa bakılmaz. Orada anladım İstanbul niye Kur'an-ı Kerim'in yazıldığı yer.

Şimdi taşlar yerine oturdu. 

Şimdi daha güzel oturdu, evet. Ben; Erzurum'da yazı yazarken takibat, azarlanmalar, tehdit edilmeler, hakaretler neler neler…

 

4. bölümün sonu

 

Yazarın Diğer Yazıları