Murat SERİM

Bakırcılıkta 55 yıllık ustasız usta

Murat SERİM

Eskinin kokusunu almak tarihte yolculuk yapmak isteyenlerin adresi elbetteki antikacılar amiyane ifadeyle eski eşya satan dükkanlardır. Her biri farklı hikayelere sahip bakır güğümler, taslar, siniler, ibrikler, çakılar, kömürlü ütüler, kılıçlar, tüfekler, el terazileri, gramofonlar ve daha niceleri… gizemli dünyasına çeker sizi. 

Antikacılara girdiğinizde görsel şölen başlar. Gözlerinizi birbirinden farklı eşyalarda gezdirirsiniz. Kimi zaman eşyayla bütünleşir hayal kurar kimi zaman zamanın içinde akarsınız. Ne emeklerle yapılmış el emeği göz nuru bu eşyaların manevi büyüsü parıldayan bir ışık hüzmesinden daha etkili olur. Öyleki dokunma ihtiyacı hissedersiniz. Onunla bütünleşmek, onun enerjisinden almak, onun dünyasına bir nebze de olsa girebilmektir. Duygularınız o eşyayla farklı anlamlar kazanır. Eşyayla aranızda kurulan dehlizde akarsınız. Ne de meraklı gözlerle başka bir antika eşyanın dehlizine kayarsınız. Her kaymanızda başka dünyalar, başka duygular karşılar sizi. Sözcüklere dökülemeyen anlam kaymaları. Bunları size tattıran antika eserin arkasındaki emek, zaman ve tarihin akışına şahitliğidir. Gözünüzün yoğunlaştığı her bir antika eseri evinizin bir yerine koyar evinizde hayal edersiniz. Sanki sizinle yaşayacakmış size bir şeyler anlatacakmış gibi. 

Bu anlamda antika eserin dilini en iyi bilenler taş yerinde ağırdır misali antikacılardır. Kayseri sokağında nadide bir dükkanda 55 yıldır antikacılıkla uğraşan Ömer Tüfekçi de bunlardan biri. Restore edilmiş kalaslarla örtülü tavanı, tavanın ortasından sarkan eskitilmiş lale figürlü sarı avizesi, ahşap zemini, yine ahşap üzerine Anadolu’da 1200’lük dediğimiz en büyük taban halısıyla döşeli 45-50 m2 büyüklüğünde taş bir mekan, Ömer abimizin antika eser mekanıdır. Mekana girince Erciyes’e bakan güney cephesinden orjinalliğine sadık kalınarak yapılmış ahşap çerçeveli iki pencere ile yine dış kapının hemen sağında sokağa bakan bir ahşap pencereden güneş almaktadır. Bu anlamda Erciyes, şehrin güneyine düştüğünden kıbleyi tayin etme anlamında eski Kayseri evlerinin mutlaka bir tarafı Erciyes’i görmektedir. Kapının iki basamağına çıkmadan hemen sağında demir direk üzerinde ahşap üzerine ‘’Tüfekçi Bakır Antique’’ yazısını görürsünüz. Normal kapıdan biraz daha enli bu kapının sağında ve solunda kemer sütun ve sütunların yukarısında kapının bittiği noktada kabartılı birer çiçek deseni yer almaktadır. Yine kapının üst ortasında aynı kabartılı çiçek deseni ve hemen üzerinde etrafı dikey iki sütunu yarım ayla birbirine bağlayan dış tarafı birbirine bitişik lale figürlü demir koruma göze çarpmaktadır.   

Kapıdan girince karşı sağ köşede pano üzerine asılı küçüklü büyüklü el terazileri, eski silahlar, tüfekler, kamalar, kınında duran kılıçlar, çanlar asılıdır. Dükkanın ortasındaki masada üst üste birbirinin içine girdirilmiş bakır sahanlar, helkeler durmaktadır. Ömer abinin masasına dayalı sır sırta verilmiş bakır leğenler ve onlarında hemen önünde birkaç tüfek durmaktadır. Dükkana girince sol tarafta dört rafın en üst rafında değişik ebat ve şekillerde ibrikler durmaktadır. Hemen alt rafında yine farklı ebat ve şekillerde helkeler; ikinci raftaysa şamdanlar, bakır cezveler ve ilk rafta da bronzdan yapılmış süs eşyaları dizilmiştir. Ahşap rafların dikeçlerine asılı bronz geyik kafaları, oğlak kafası, bronz kelebek ve gaz lambaları görürsünüz.  Dükkana girdiğinizde sağ taraftaki sedir buyur eder sizi. Ömer abiye yakın olmak için sedirin uç tarafına oturuyorum. Ömer abi 1.60 boylarında sağ tarafına taranmış ağarmış saçları, normal kilosunda, kaşlarının arasında yılların verdiği kalınlaşmış çizgiler, ne uzun ne kısa bıyığı, sekineti yüzüne bakışlarına yansımış beyaz tenli bir Anadolu evladı. Muhabbetimize başlamadan başındaki kasketi çıkarıyor. Kendisiyle hasbihal için ilk sualimi soruyorum.

Antikacılığa başlayış serüveninizi anlatır mısınız?

Ömer abi antikacılıktan önce bakırcılığa 1967 senesinde başladığını ve o zamanda popüler zanaatın bakırcılık olduğunu Kayserili olup da bakırcılığa gitmeyenin olmadığını söylüyor. 
‘’O zamanlar ben bakırcılığa geldiğimde Kayseri sanayisinde eski sanayide 450 tane bakırcı varıdı. Bu her dükkanda iki üç kişi çalışır çekiç sesinden durulmazdı. Başka yabancı insanlar belki çekiç sesinden rahatsız olurdu ama bize de müzik çalıyor gibi geliridi. Çünkü devamlı aynı sesi dinlediğimizde müzik gibi geliridi. Çok popüleridi. O popüler yıllarda gelin olacak bir kız annesi babası ilk defa bakırcılara gelirdi. Manifaturacılara falan gitmeden. Çünkü ilk defa insana yaşamak için aş lazım. Aşta nerde olur mutfakta. İlk mutfak eşyası alırdı. Mesela ne alırdı? Sini, üstüne üç tane sahanı, kuşanesi, tepsisi, güğümü, ıbrığı. Ondan sona bunlar dizilirdi. Ondan sonra manifaturacılara gereken yerlere gidilirdi.’’ 

Bu dediğiniz kaç yılına kadar devam etti ?   

 ‘’Aşağı yukarı doksanlı yıllara kadar. O arada doksanlı yıllardan biraz daha evel hatta şey çıktı seksenli yıllarda alüminyum çıktı. Kalaysız alüminyum dediler. Efendime söylüyom. Hafif, bütçeye uygun oluncu millet alüminyuma düştü. Mutfaktaki bizim bakırlar gitti yerini alüminyumlar aldı. Cam eşyalar aldı, emayeler aldı. Plastik aldı. İnsan işte bir dönem geldi. Bu döneme geçti. Ama millet o bakırdaki yediği yemeğin lezzetini alamadı.’’    

 Şimdilerde de bakıra tekrar bir dönüş var. Eskiye geri dönüş. 

‘’Adam demiş ya: Bir kahvenin kırk yıl hatırı var diyi. Niye söylemiş? Bakır cezvede pişmiş de ondan söylemiş. Adam bugün insana kahve söylüyon. Yarın unutuyor. Niye? Alüminyum cezvede oluyor. Bakır cezvede olsa onun hatrı yine olur. O tadı da veremiyor yani. Günler geçti. Doksanlı yıllara geldiğimizde popülerliğini kaybetti. Tabi bizde evimizin ihtiyacını karşılayacağız. Zor duruma düşüyoh. Benim bu 67’den daha evel kuyumculuk yaptım beş yıl. Gazioğlu yıkılmadan üç sene yukarda iki sene kazancılarda çalıştım.’’ 

Yukarı dediğiniz neresi? Gazioğlu Han’ın eski halini söylüyom. Bu kazancılardaki Gazioğlu Han’ın eski hali. Şimdi yıkıldı. Bu eski halinde çalıştım mesela 62’den 67’ye kadar orada çalıştım. İlkokuldan çıktım oraya gittim. Babam kuyumculuğa verdiydi. Benim o kuyumculuk yaptığım sırada Kayseri’de üç tane kuyumcu dokuz tane sarraf varıdı. Azıdı. Kayseri’nin nüfusu da ona göreydi. Zaman geçti biz bu doksanlı yıllarda biz işlemeciliğe döndük. İşlemeciliğe dönüncü bu 450 tane bakırcı hep ustasından gördüklerini yapmışlar. Hiç işleme yapmamışlar bakır üzerine. Olmadı yani. Zaman olmamış. Niye? Bakır çok süratli gidiyor. Yetişemiyorlar mutfak eşyasına. Mesela Kayseri’nin Niğde’si Yozgat’ı Kırşeher’i ondan sona bu havalinin komplesi Kayseri’den malı temin ediyor. Ticaret güçlü. Hani ihtiyaç duyulmamış işlemeciliğe. Çünkü mutfakta kullanılıyor. Ama bu cazibesini kaybedinci zate bakırcılarda azalıyordu her geçen gün.’’

Zanaat kısmı ağır basmış anladığım kadarıyla.

‘’Evet. Öyle oluncu biz de ne yapalım bizim geçmişimizde de kuyumculuğumuz var ya didim ki ya ben bunu işlerim kuyumculuğa bakarak bu bakırcılık ne ki? Kaba bir sanat kuyumculuğa bakarak. Ben yavaşdan işlemeye başladım. Hatta o zamanki yaşlı ustalar beni biraz şiy gördüler tuhaf gördüler. Çünkü ustalarından hiçbir şey görmemiş işleme olmamış şimdiye kadar. Ya işte Ahmet’in güğümü Mehmet Efendinin güğümünü buldum. Ya ben işlemesem hurdaya gidecek o güğümler. Şeyimizi yadırgadılar. Hani ustalarından böyle bir şey görmemişler. Öyle oluncu biz işlemeye başladık. Mesela sahanlardan matıra yapıyoh bakırdan işleme yapıyoh. Mesela afedersin tuvaletin ıbrığını getiriyorlar işliyoz kapının eşiğinden. Evelden eğer eben deden o tuvalatin afedersin ıbrığını içeri girdirirsen kafana vururlardı. Tuvalatin ıbrığıyla evin içine mi girerdin! Ama biz işliyinci süsleyinci o tuvalatin ıbrığı afedersin misafir odasının başköşesine geldi oturdu. Niye? Süs oldu. Ona bir emek verdik.’’
                           1.Bölüm sonu
                                   

Yorumlar 1
MB 16 Nisan 2022 14:23

Bakır cezvede pişmiş kahve tadında bir muhabbet. Tebrik ederim. Devamını bekliyoruz.

Yazarın Diğer Yazıları