Cahilliğinin farkına varmaya başlayan bilme eylemini kılmaya başlar.
Sorunsuz olan sorunludur.
Gezen mi, okuyan mı, yaşayan mı bilir?
Ne gezen ne okuyan ne de yaşayan bilir. Sadece bireylere can suyu veren, anlam katan; bireyin içinde hayatını, varlığını idame ettirdiği canlı mekanizma olan toplum bilir. Bireyler toplumun eli, kolu ve ayağıdır. El, kol ve ayağı budarsanız eksik de olsa beden yaşamaya devam eder. Ancak beden olmadan el, kol ve ayak tek başına bir anlam ifade etmez.
Şeyh Edebali’nin “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” da birey ön plana çıkıyormuş gibi gözüküyor. Aslında öyle değil. Birey mi toplumu, toplum mu bireyi yaşatır gibi ikileme düştüğümüz durumlar olabilir. Fakat topum olmadan birey yaşayamaz. Devlet toplumun örgütlenmiş yani kurumsallaşmış haline denir. Toplum derken devleti kastediyorum. Toplum, kuramlarıyla bireyler arasındaki farklılıkları dengeler ve çatışmaları önler. Kurumsallaşmayan hiçbir yapı yaşamını idare edemez. Bireyi toplumun önünde tutarsanız o toplum kurumsallaşamaz. Çünkü birey yapısı gereği kendi çıkarlarını, İhtiyaçlarını, düşüncelerini diğer bireylerinkinden önde tutar. Böyle olunca da çatışma kaçınılmaz olur.
Modernite, bireyi toplumun önünde görür ve ona rakip olarak dayatır. Oysa birey bütünün bir parçasıdır, önde değil geridedir. Parça, bütüne tabi olmazsa varlığını, anlamını kaybeder. Birey bütünü besler, bütünden emir alır. Bir elin nesi var iki elin sesi var gibi. Bunu sadece güç anlamında düşünmeyelim, değerler ve ilkeler anlamında düşünürsek daha doğru olur. Toplumun değerleri, ilkeleri, prensipleri, sembolleri olur. Bireylerin ise nefsi arzu ve hevesleri olur. Aşkın ötesi bir inanca sahip olmayan bireyin nefsi arzu ve istekleri ancak toplumun değer yargıları, ilke ve prensipleriyle dizginlenebilir. Sağlıklı toplumlarda oluşan toplumsal hafıza bireylere değerler, ilkeler, prensipler ve semboller aşılar ya da az da olsa zorla dayatır, kabul ettirir; kabul ettiği oranda da varlığını sürdürür.
Anadolu irfanı yaşamaya dair bir ekoldür, irfan meclisidir, hikmetin peşindedir. Yaşayan, yaşadığının farkında olursa yaşayandır. Yaşayan okuyarak, dinleyerek ve gezerek öğrendiklerini; edindiği tecrübeleri yaşam havuzunda harmanlayarak kendinden sonraki nesillere aktarır ve kültür atmosferi oluşturur. Bu kültür atmosferinde yetişen nesiller arif olur. Arif sadece bilen değil bilginin hikmetine vakıf olan ve yaşamını anlamlı kılandır, anlamsızlıktan anlamlılığa doğru yol alandır. Yolda olan bulur ve olur. Yol aynı zamanda arayışın peşinde olmaktır. Yolda olmayan yolun dışında kalır, anlamını ve varlık olma bilincine kaybeder.
Eskiden Anadolu’da irfan meclislerinde bilgi değil bilginin yorumu olan hikmet tarif edilirdi. O yüzden okumamış, cahil dediğimiz Anadolu insanı marifet sahibiydi. İrfan meclislerinde elinden, belinden ve dilinden emin olunan insanlar yetişirdi. Kültürel havza olmadan bilgi ürüne dönüşmez, davranışa şekil ve yön vermez.
Nefsine ve nesline hikmeti aktaracak kültürel havzayı inşa etmeyen toplumlar çürümeye, yozlaşmaya ve çatışmaya engel olamaz. Değişim ve dönüşüm bireysel olursa toplum dönüşmez ve gelişmez. Toplumun yaşanılabilir bir mekânda ve zamanda yaşaması için maddi kalkınmanın yanında manevi kalkınmayı toplumsal düzeyde planlamak ve uygulamak gerek. Birey kontrolsüz bir şekilde çok çabuk yön alan ve yön değiştiren bir varlıktır. Bireyden yola çıkarak anlamlı bir toplum oluşturmak imkânsız gibi bir şeydir.
Değişim ve dönüşüm bireysel değil toplumsal olmalıdır. Birey geçici, toplum kalıcı hafızaya sahiptir. Birey dayanıksızdır, toplum dayanıklıdır. Bireyleri dış etkenlerin istilasından korumak için toplumsal hafızayı beslemek ve canlı tutmak gerek. Toplumsal hafıza, bireyi dış mihrakların yıkıcı ve yok edici etkisinden korur, varlık nedenine sahip çıkar.
Bu arada aşkın ötesi ile sağlam bağ kuran toplum parçalarını kendine rakip olarak görmez, bütüne yaklaştırır, parçaların kendini bütün içinde anlamlandırmasını güçlendirir ve anlamlı bir toplum inşa eder. Kısaca birey kurumsallaşmış yapılar içinde varlığını sürdürebilir, yoksa savrulur gider