“Nerede hareket, orada bereket.” Bu Anadolu irfanının hikmetli sözü, aslında insanın yaşam yolculuğunda karşılaştığı zorluklar karşısında pes etmeden ilerlemesinin, bir noktada bereketli sonuçlar doğuracağını anlatır.
İnşirah Suresi’nin 5-8. Ayetlerinde: “Demek ki zorlukla birlikte kolaylık vardır. Evet, her güçlüğün yanında bir kolaylık vardır. O halde önemli bir işi bitirince hemen diğerine koyul ve yalnız Rabbine yönel.” Buyuruyor yüce Yaradan. Bu ayetlerde, insanın hayatta sürekli bir hareket halinde olması gerektiğini, duraksamadan hedeflerine doğru ilerlerken yalnızca yaratıcıya yönelmesinin içsel huzuru bulma yolunda ne kadar önemli olduğunu hatırlatır. Duran ölür, yürüyen olur.
Cuma Suresi 10. Ayette “Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.” Buyuruyor Rabbimiz. Bu ayette de Allah çalışmayı, hareket halinde olmayı emrediyor. “Çalışan demir pas tutmaz.” Bu hikmetli sözde de hareketin bereket olduğu ve insanı olumsuzluklardan koruduğu anlatılmaktadır. İzinde olan sözünde, işinde, aşında, düşünde olur; yolda olan sözünde, işinde, aşında, düşünde durur.
Zihnin, bedenin ve ruhun birbiriyle uyum içinde olması insanın yaşamındaki en kritik dengelerden biridir. Beyin, düşünmenin merkezidir. Olumsuz düşünceler ise beynin normal işleyişini sekteye uğratarak onun fonksiyonlarını zayıflatır. Sürekli negatif bir bakış açısına saplanmak, beyni adeta dumura uğratarak işlevselliğini kaybetmesine neden olur.
Beden, görünürlüğümüzün dış dünyaya yansımasıdır. Dengeli ve sağlıklı beslenmeyen, yeterince hareket etmeyen bir beden, güçsüz ve zayıf düşer. Organlar arasındaki ahenk kaybolduğunda, bedenin dış dünya ile olan iletişimi de bozulur. Bedenin bu dengesizliği, içsel bütünlüğün kaybolmasına neden olur. Bu noktada insan, varlık âleminden savrulmaya başlar. Kendi içinde kopan fırtınalar dış dünyaya da yansır ve bu kopuş ne kadar derinleşirse, insanın içsel huzuru o denli zarar görür.
Ruh ise değer algısının merkezidir ve akla yardımcı olur. Değersizlik duygusu, ruhu mutsuzluğa sürükler. İnançlar, ruhu besler ya da aç bırakır. Sıklıkla söylenen “müzik ruhun gıdasıdır” ifadesi aslında yanlıştır. Ruhun gerçek gıdası, yaradılışa ve fıtrata uygun inançlardır. İnsan, ruhunu manevi değerlerle beslemezse, içsel boşluk kaçınılmaz hale gelir.
Nefis, kontrol altına alınmadığında insanın felaketi olabilir. Nefis, yaratılışa uygun inançlarla dizginlenmezse, insanı bir kayadan diğerine savurur. Beyni, bedeni ve ruhu tüketir; adeta bir meyveye musallat olan böcek gibi insanı içeriden kemirir. Hayatta mutluluğu bulmak için nefsin isteklerine sınır koymak, ona “dur” demek gerekir. İçindeki nefsine gem vurmayan insanın mutluluğu yakalaması zordur. Tasavvuf edebiyatında sıkça geçen “içindeki öküze oha de” ifadesi, aslında nefsin dizginlenmesi gerektiğine vurgu yapar.
Sonuç olarak, Allah insanı mükemmel bir şekilde yaratmıştır. Yaradılışa uygun bir hayat yaşayan insanın yaşamı daha anlamlı ve değerli hale gelir. Yaratılış gayesine uygun hareket eden insan, hayatın gündelik zorluklarına boyun eğmez; depresyon, stres gibi modern çağın sıkça karşılaşılan problemleriyle daha kolay başa çıkar. Bu dengeyi kurabilen insan, içsel huzuru bulur ve hayatta gerçek mutluluğu yakalar.
Stres, tüm hastalıkları anasıdır. Din, insanın yaşamında depresyonu, stresi azaltıcı ya da yok edici etkiye sahiptir. Daraldığımız, umutsuzluğa kapıldığımız, çıkmaza düştüğümüz an yaratıcının varlığını bilmek, onun bizimle iletişim kurduğunu hatırlamak bize güç katar. Tüm araştırmalar gösteriyor ki Yaratıcının varlığını iç dünyasında güçlü bir şekilde hisseden bireyler, diğerlerine göre daha güçlüdürler ve daha mutludurlar; öz saygı düzeyleri daha yüksektir.
Ezcümle, yaratılan varlık, kendini Yaradan’ın emrine amade kıldığında, hayat anlam kazanır ve mutluluk peşinden gelir.