Metin GÖĞEBAKAN

Cehalet insanı küstahlaştırır

Metin GÖĞEBAKAN

İnsan özgür müdür?

Bu soru, felsefi düşünce dünyasında sıklıkla tartışılmıştır. Ancak bir başka açıdan bakıldığında, bu soru varlık alemi için ne kadar yerinde bir sorudur? Özgürlükten bahsederken kastımız nedir? 

Tutsaklık veya esaret dediğimizde neyi kastediyoruz? İnsan gerçekten bireysel olarak var olabilir mi, varlığı üzerinde tam anlamıyla söz sahibi midir?
Tarih boyunca insan, kendisi dışındaki varlıklarla sürekli etkileşim halinde olmuştur.

Bu etkileşimler hem ona imkanlar sunmuş hem de çeşitli sınırlandırmalar getirmiştir. Kışın soğuğundan korunmak için ev inşa etmiş, giyinmiş, avlanmış ve tarım yapmıştır. Ancak her sahip olma, beraberinde bir külfeti de getirmiştir. Sahiplik arttıkça, yükümlülükler de artmıştır. Bu bağlamda insanın özgürlüğü, mutlak anlamda sahip olma ve karar verme gücü değildir. O zaman özgürlük ne?

Özgürlük, kişinin kendi kararlarını alabilmesi ve bu kararların sonuçlarına katlanabilmesi olarak tanımlanabilir. Bir insan, baskı altında karar alıyorsa zaten özgür değildir. Ancak kararlarının sonuçlarına katlanma sorumluluğunu taşırsa, gerçek anlamda bir hürriyete sahiptir. Peki, insan topluluklar veya inanç sistemleri içinde özgürlüğünü nasıl tanımlar?

İnsanlar kendi iradeleriyle dahil oldukları topluluklarda birey olarak mı güçlenir, yoksa topluluk içinde mi kaybolur? Bu, özellikle modern seküler toplumlarda tartışılması gereken bir sorudur. Bir birey, başkalarının düşüncelerini taklit eder hale geliyorsa, bireyselliğini kaybediyor demektir. Dolayısıyla, topluluk mu güçlendirilmelidir yoksa birey mi desteklenmelidir?

Bu soruya Müslümanlar açısından cevap bulmak daha kolay olabilir. Peygamber Efendimizin etrafındaki sahabeler, Peygamber’i eleştirebiliyor, kendi düşüncelerini açıkça ifade edebiliyordu. Peygamberimiz de vahyin dışındaki bilgilerin sorgulanabilir olduğunu hayatında ortaya koymuştur. Müslümanlar, bireysellik geliştikçe özgürleşir; cahilleştikçe ise farklı yapıların içinde kaybolur. Ancak burada önemli bir ayrım vardır: Bilgi ile bireysellik birlikte geliştiğinde dindarlık da artar. Bilgi olmadan bireysellik artarsa, birey özgürleşmek yerine tutsak hale gelir.

Sekülerizim, zaten cehaletin ürünü olduğu için birey varlığını bu yapı içinde sürdüremez. Sekülerizim çıkar ilişkisine dayalı bir yapıdır/sistemdir. Dolayısıyla cemaat (topluluk)  yapılanmasını zorunlu kılar. Cahaletle bireylerin varlığını yok eder ve  sekülermizin kucağına atar. Gerçek bilgi sahipleri ancak sekülerizimden kendini korur.

Toplum içinde bireylerin varlığını koruyabilmesi için bilgiye sahip olmaları gerekir. Aksi takdirde, birey topluluğun içinde kaybolur; Ayşe’ler, Mehmet’ler çoğalırken, birey olan Ayşe ve Mehmet yok olur. Bireylerin kaybolduğu bir toplumda durağanlık artar, dinamizm azalır. Bu tür bir toplum, kendini kaybeder ve daha hareketli toplumların içinde yok olup gider.

Birey, kendini tanıması ve varlık sebebini bilip bu doğrultuda amel etmesiyle ancak topluluklar içinde varlığını sürdürebilir. İnsan, toplulukların bir parçası olarak varlığını sürdürse de, bireyselliğini kaybetmemek için kendini sürekli geliştirmeli, düşüncelerini özgürce ifade edebilmeli ve kendi kararlarının sorumluluğunu taşımalıdır. Sekülerizim de bireyin özgürlüğü yoktur. Dini topluluklar da ise bireyin özgür olabilmesi için bireyin kendini tanıması ve kendi hakikatini aramasıyla mümkündür.

Cahil cesurdur, sınırlarını bilemez, varlığını idrak edemez.

Yazarın Diğer Yazıları