Kiminle konuşsanız; çığırından çıkan, azgınlaşan, yaşlanan koca dünyamız ile ilgili içinde kendisinin olmadığı binlerce sorunlar, şikâyetler, sitemler var; var da var.
Çözümün parçası, tarafı olmak isteyen yok. Herkes her şeyi çok ama çok iyi biliyor. Ama affedersiniz hiçbir şey bilmiyor. Okuyan da okumayan da cahil cahil konuşmayı maharet sanıyor.
Hasbihal etmeyi bıraktım. Kendim kendimle konuşuyorum, dertleşiyorum, bazen de cedelleşiyorum. Dolayısıyla kimseye bir şey anlatmak, ispat etmek derdinde değilim. Böyle daha mutluyum. Günümüz insanlarına bir şey anlatmak deveye hendek atlatmaktan daha zor.
Ne biliyorsun? Bilmediğimi biliyorum ya da bilmeye çalışıyorum. Bana göre bilmediğini bilmek, bilmeye başlamaktır. Çünkü insanların çoğu üç maymunu oynuyor. Hakikatin peşinde olan insan sayısı çok az. Gündelik meşgalemin peşinde koşarken varlığımızı anlamlandırmayı ihmal ettik ya da o bilinç seviyesine hiçbir zaman çıkamadığımız için neyi ihmal ettiğimizi de bilmiyoruz. Bilmediğimiz, fark etmediğimiz için de arama bulma gibi bir derdimizde yok. Hiçlikte yaşıyoruz ama meydanlarda arif gibi arzı endam ediyoruz. Şikâyetlerimizin çok olmasından mutsuz olduğumuz anlaşılıyor ama kabul etmiyoruz. Hakikatin yokluğundan kaynaklanan boşluğun yerini eşyayla, yeme içmeyle, gezip tozmayla dolduracağımızı zannediyor ama dolduramıyoruz. Biriktiriyoruz, biriktiriyoruz sonra da çareyi psikiyatri, psikolog da arıyor ama bulamıyoruz. Bulacağımız yeri biliyor ama üstünü örtmek için var gücümüzle hakikatten kaçıyoruz. Cehaletimizden debelenip körleşiyor, sağırlaşıyor ama kuyruğu dik tutmayı ihmal etmiyoruz. İçimizde yanan yangını söndürmek için aynadaki aslan zannettiğimiz kediye aslan muamelesi yapıyoruz. Kedi de kendine bir türlü hakikati söyleyemiyor.
Bireysellik arttıkça insanların kendini ve karşısındakini anlama ve algılama idrakleri de kayboluyor. Bilen de bilmeyen de okuyan da okumayan da dilini yalana, gönlünü riyaya, umudunu faniye bağlamış; geçmişe takılıp kalmış, gelecekle ilgili bağını koparmış, adını bilmediği yönlendiricilerin gönüllü kölesi olmayı bireysel özgürlük sanıp tadını çıkarmak için cehaletini cesurca kuşanan kimliğini, övünç vesilesi olarak kabul ediyor. Aynada aslan var deyip aynayı karşısına koyup, aynadaki görüntüsünün aslan olduğuna inanan garip yaratıklar maalesef çok.
En çok dünyaya tamah edenler, yaşamı kendine zehir zıkkım edenler, her durumuda şikâyet edenler, hayatla cedelleşenler, en çok dünyalı olanlardır ve bu yolda dünyanın tadını, lezzetini ıskalayıp bir hiç uğruna pisipisine göçüp gidenlerdir. Kim ki dünya ile arasına mesafe koymuşsa yani dünyanın fani olduğunu aklına ve gönlüne anlatabilmişse işte onlar dünyanın gerçek yaşayanlarıdır.
Çözüm önerisi ve teklifi olmayan insanların bence şikâyet etme hakkı yoktur, şikâyet acziyetin, zavallılığın, kendine güç yetirememenin ürünüdür.
Bir çiçekle yaz mı gelecek demeyin, yazın habercisinin bir çiçek olduğunu unutmayın.
Hakikatle bağımızı güçlendirmek için okumalıyız.
Çalışmalıyız ama karın doyurmak için değil, yaşlı ve hasta dünyamızı tedavi etmek için.
Bu senenin başında rahmeti Rahman’a kavuşan Alev Alatlı’nın “Nasihatimdir, Vasiyetimdir” dediği bir yazıya denk geldim. Müthiş bir ruh, müthiş bir motivasyondu benim için. Her bir cümlesi umut aşılıyor, ufuk açıyordu.
“Güneş her gün daha mütekamil bir dünyaya doğmaz.
Tarih ezelden ebede uzanan doğrusal hat değil, devirli bir oluşumdur.
Gün olur en gerideki en öndekinden ileride olur.
Siz istihkâmlarınızı güçlendirin, zor zamanları fırsata çevirin.
Benim yaşıma geldiğinizde benim hiç olamadığım kadar hâkim, fehim, müstakim, emin, mekin ve metin olun.
Aziz Ülkemize, gelince ille de bir şeye benzetecekseniz, her budağında sürgün atan salkım saçak bir böğürtlen çalısına benzeteceksiniz Türkiye’yi. Bir sürgün çiçeğe dururken, diğerinin kurumakta, ötekinin meyve vermekte olduğunu görün. Tek bir sürgüne takılıp kalmayın, bütüne bakmayı adet edinin.
Unutmayın ki düz akılla anlaşılmaz, pergele, cetvele gelmez, kendisine has bir kimliği vardır Türkiye’nin. Batmaz. Batarsa okyanuslar taşar.
Mademki son temsilcileriyiz Gezegen’in iyiliği için yaşatılması elzem bir medeniyetin, bizi durduracak tek gerçek, soğuyan Güneş’in dünyamızı yarı yolda bırakması ihtimali olmalı.”