Mehmet AYMAN

Vakıfların kısa tarihçesi

Mehmet AYMAN

Tarihçesi ve ilk defa ne zaman kurulduğu konusunda farklı değerlendirmelerin yapıldığı vakıf müessesesinin İslam tarihi dikkate alındığında ilk defa Hz. Ömer, Hayber’de ganimet olarak sahip bulunduğu değerli bir arazisini Resûl-i Ekrem’in, “Aslını alıkoy, gelirini tasadduk et” yolundaki tavsiyesine uyup satılmamak, hibe edilmemek ve miras kalmamak şartıyla ihtiyaç sahipleri için tasadduk etmiş. 

Hz. Osman da yine Resûlullah’ın yol göstermesiyle Medine’deki Rûme Kuyusu’nu satın alıp bütün Müslümanların yararına tahsis etmiş, 

Hz. Ali bir arazisini ve Yenbu‘da bir su kaynağını vakfetmiş, diğer sahâbîler de ev ve arsa gibi mülklerini 
Hâlid b. Velîd savaş aletlerini ve atlarını vakıf haline getirmiştir 

Câbir b. Abdullah’ın, “Ben muhacir ve Ensar’dan mal sahibi olup da vakıf yapmamış bir kimse bilmiyorum” dediği rivayet edilir İslâm tarihinin ilerleyen dönemlerinde Müslüman toplumlarda vakıf uygulamaları giderek artmıştır. 

TÜRK-İSLÂM TARİHİNDEKİ SERÜVENİ 

İlk defa Karahanlılar döneminde ve Batı Karahanlı Emiri Ebû ishak İbrahim b. Nasr Tamgaç Buğra Han tarafından kurulan eserle başlamıştır.Yaklaşık M XI yy) Tamgaç Buğra Han, vakıf bir medrese tesis etmiştir. Tamgaç Buğra İbrahim Han, Doğu Karahanlılar ve Gazneliler’den toprak kazanarak sınırlarını genişletmiş, ülkesinde Türk-İslam tarihinde ilk örnekler sayılabilecek olan, medrese (Semerkant Medresesi Recep 458/1066-Haziran),hastane (Dar’ül-Merza’sı Recep 457-458/16 Haziran 1066) ve vakıf (Semerkant Medresesinin ve Dar’ül-Merza’sının/Hastahane vakfı) kurmuştur. 

Bu vakfın dikkat çeken özelliği, Selçuklu Veziri Nizâmülmülk’ün 1067’de Bağdat’ta kurduğu ve yine bir vakıf medrese olan Bağdat Nizâmiye Medresesi’nden önce kurulmuş olmasıdır.

2 Selçuklu Devleti’nin kurulmasıyla birlikte vakıf müessesesi, bir kat daha gelişme göstermiştir. Zira ehl-i sünnet akidesini benimseyen Selçuklu Devleti’nin, Şii-Fâtimî devletine karşı giriştiği mücadelede her alanda birçok dini müessese ve özellikle medrese kurması ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Ayrıca XI-XII. yüzyıllarda tarikatların düzenli bir sosyal müessese şeklini alması, Selçuklu topraklarında yine birer vakıf müessesesi olan tekke ve zâviyelerin artmasına sebep olmuştur. Bu münasebetle Selçuklu Sultanları, şehzadeleri, devlet adamları ve ileri gelenler büyük vakıf eserler kurma konusunda birbirleriyle yarışmışlardır. Selçuklular’dan sonra ortaya çıkan diğer Türk-İslâm Devletlerinin - Hârezmşahlar, Atabekler, Eyyûbîler, Memluklar, Anadolu Selçukluları, Osmanlılar - idareleri altındaki bölgelerde vakıf müessesesinin büyük oranda gelişmesini sağladıkları görülmektedir. Aynı şekilde Moğol prensleri, Müslüman olduktan sonra, tahrip olan şehirlerin kalkınmasıyla birlikte büyük vakıflar kurmuşlardır. Meselâ, Gazan Han, Hüdâbende ve Ebû Saîd gibi Müslüman Moğol hükümdarları ve zengin Moğol emirleri, büyük vakıflar tesis etmişler ve onların idaresi için geniş arazi emlâk tahsis etmişlerdir. Onlardan sonra da Celâyirler, Timûrîler, Akkoyunlular, Safevîler, Eeybânîler gibi Moğol ve Türk sülaleleri dönemlerinde de vakıfların gelişmesi devam etmiştir. Nihayet Anadolu Selçukluları’nın yıkılmasıyla ortaya çıkan Beylikler zamanında ve özellikle de Osmanlı Devleti döneminde, vakıf müessesesi büyük bir önem kazanmıştır.3 İslâm öncesi döneme kadar da giden, ancak Türk-İslâm medeniyetinde Karahanlılar ile başlayan vakıf müessesesi, Osmanlılar döneminin sonuna kadar sürekli gelişerek varlığını sürdürmüştür. Osmanlı Devleti’nden sonra da günümüze kadar gerek eski vakıf eserler ve gerekse de yeni kurulan vakıflar yoluyla vakıf müessesesi devam etmektedir.

Tarihimizde birçok hizmetin vakıf yoluyla yapılması öngörülmektedir. Bu hizmetler şu şekilde sıralanabilir:
1.    Dini hizmetler
2.    Eğitim ve öğretim hizmetleri
3.    Yapım, bakım ve restorasyon hizmetleri
4.    Kültür hizmetleri
5.    Sağlık hizmetleri
6.    Hayri ve sosyal yardım hizmetleri
7.    Güvenlik hizmetleri
8.    Ulaşım hizmetleri
9.    Temizlik hizmetleri
10.    Diğer  şehircilik hizmetleri
 

Yazarın Diğer Yazıları