Mehmet AYMAN

Dilin ve Düşüncenin Sınırları

Mehmet AYMAN

Yeryüzünün ve düşünme yeteneğine sahip/ akıllı, yegane öznesi insandır. İnsanlar düşündüklerini ya konuşarak ya da yazarak diğerlerine aktarırlar. Özetle; düşündükleri şeyleri başkalarına aktarma vasıtası dildir.  Düşüncenin sınırları yazılanın ve konuşulanın sınırlarından daha geniştir. Yani insan düşündüğü her şeyi konuşma ve yazı diline aktaramaz. Dolayısıyla konuşulan dilin sınırları düşünceye göre biraz daha dardır demekte bir sakınca yoktur. Konuşma dili 150-200 kelime/dakika ve okuma dili 200-250 kelime/ dakika iken, düşünme dili 1300-1800 kelime/dakika düzeyindedir. 

Düşünmek ayrı bir yetenek iken konuşmak ve yazmak da ayrı birer yetenektir. Hatipler düşündüklerine dile aktarmada mahir iken, yazarlar da düşündüklerini yazıya aktarma konusunda yetenekli kimselerdir. Fakat  bazı anlar vardır ki akla gelen her düşünce, kalbe gelen her his dile ve kaleme gelmez olur.  İşte o an tıpkı merhum Mehmet Akif Ersoy gibi aczimizi ifade etmek için yine dile sığınırız: 'Ağlarım ağlatamam hissederim söyleyemem /Dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım' deriz.

İnsanlar düşünme, konuşma ve yazma konusunda kapasitelerini kullanma bakımından farklı farklıdır. Bu kapasiteleri kimi insanda çalışmayla gelişmeye müsaitken kiminde değişmez. Yaratılışında veya yetiştiği çevrede dilin inceliklerini öğrenmeye müsait etken yok ise öylece kalır. Yani bir insan sıradan ihtiyaçlarını anlatmak için diyelim ki 150-200 kelimeye ihtiyaç duyuyor, o kadarla yetinirse 500-600 kelimeyle konuşan bir insanı anlamayacaktır. İşte tam o zaman konuşmak anlamsızlaşır ve dilin anlaşma aracı olarak işlevi sınırlanır hatta biter. Tam da burada "cahile laf anlatmak deveye hendek atlatmaktan zor" deriz. 

Düşüncenin sınırları dilin sınırlarıyla doğru olarak gelişir veya daralır. Yani ne kadar çok sözcük bilirseniz o kadar çok cümle kurabilir, yazabilir veya o kadar çok sözcükle düşünürsünüz. Bu anlamda dağarcığında ikibin sözcük bulunan bir yazar ile beşbin sözcük bulunan bir yazarın yazdıkları da elbette bir birinden farklı olur. Örneğin "Fuzuli, Leyla ile Mecnun’u yazdığında kafasında 18 bin kelime vardı. Bugünün insanının 350 kelime ile yaşadığımızı düşünürsek 18 bin kelime ile 16. Yüzyılda yaşayan dedemizin onda biri kadar biliyoruz onda biri kadar düşünebiliyoruz, hayatı mayalandırabiliyoruz demektir. Fuzuli bizden hayatı on kat daha zengin yaşıyordu, demektir. 18 bin kelime ile düşünebilen Fuzuli, 3 dil biliyordu ve bu dillerde kitaplar yazıyordu. Fuzuli, tıp kitabı yazdı, İslam tarihi kitabı yazdı, sosyal hayat kitabı yazdı, felsefe ve gök bilimi hakkında yazdı. Biz ise internet başında, 16 yüzyıldan bu yana teknoloji olarak çok ama çok ileride olmamıza rağmen 18 bin kelime yerine 350 kelime ile konuşur hale geldik. Halimize oturup ağlamamız lazım." (İskender Pala)

Peki ne yapalım? Tabii ki dilimizin sınırlarını genişletelim.Türkçe buna son derece müsait bir dil. İşaretlere, emojilere bağlı kalmadan konuşmayı ve yazmayı öğrenmek için gayret edelim. Binlerce yıllık tarihimizde Türkçenin sanatsal kullanımıyla alakalı o kadar güzel örnekleri var ki. Her biri birer şaheser niteliğinde olan bu eserleri her düzeyde okura hitap edecek şekilde yeniden uyarlayalım. Okullarda ders kitabı olarak okutalım. Yakın dönemin ve popüler kültürün eserlerinde başımızı biraz kaldırıp ufkumuzu genişletelim. Göreceğiz ki dilimizin sınırlarını genişlettikçe düşünce ufkumuz da genişleyecek anlayış ve kavrayış alanımız da. Sonuçta birbirimizi yeterince anlayamamaktan, eksik veya yanlış anlamaktan doğan sorunlar da ortadan kalkmış olacaktır. Böylece bir çok siyasi'nin ikide bir "yanlış anlaşıldım veya maksadını aşan bir konuşma idi" türünden beyanlarına rastlamayacağız.
 

Yorumlar 3

Yazarın Diğer Yazıları