Mahmut BENDEŞ

Bir Beka Sorunu: Doğurganlık Hızı Üzerine

Mahmut BENDEŞ

Bir Beka Sorunu: Doğurganlık Hızı Üzerine

Dün fark ettiniz mi? Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, ülkeyi çok önemli bir konuda uyardı. Bu mesele, Türkiye’de yaşayan herkesi yakından ilgilendiren hayati bir konudur.

Sayın Erdoğan şöyle dedi:

“Türkiye, nüfus artış hızı bakımından kritik bir kavşağa gelmiştir. Muhalefet buna önem vermiyor olabilir. Muhalefet, absürt argümanlarla bu meseleyi sulandırmak istiyor. Ancak nüfus meselesi, milletimiz açısından giderek bir beka sorununa dönüşmektedir.”

Şimdi, doğurganlık kavramını sayısal olarak açıklamaya çalışalım:

Doğurganlık hızı, bir kadının doğurganlık döneminde (genellikle 18–49 yaş arası) ortalama kaç çocuk doğurduğunu gösteren istatistiksel bir ölçüttür.
Bu oran 2,1 ise nüfus kendini yeniler; ne artar ne azalır. Bu değere “yenilenme eşiği” denir.
Doğurganlık hızı 2,1'in üzerindeyse nüfus artar, altındaysa nüfus azalır.

TÜİK verilerine göre, 2023 yılında Türkiye’de toplam doğurganlık hızı 1,51'e gerilemiştir. Yani ülke nüfusumuz hızla eriyor.

TÜİK verilerine göre Türkiye’de doğurganlık hızı:

Yıl

Toplam Doğurganlık Hızı

1965–1970

5,31

2001

2,53

2022

1,63

2023

1,51

Tablodan da görüldüğü üzere, Türkiye'de doğurganlık hızı 1965’ten bu yana sürekli düşmektedir. 2023 itibarıyla kadın başına düşen ortalama çocuk sayısı 1,51’e gerilemiş ve bu değer, nüfusun kendini yenileme eşiği olan 2,1’in oldukça altındadır.

Avrupa Birliği ortalaması 1,54, dünya ortalaması ise 2,31’dir. Yani hem Avrupa Birliği’nin hem de dünyanın altına düşmüş durumdayız.

Sayısal durumu anladığımıza göre şu soruyu sormalıyız: Neden bu hale geldik?

Son 30 yılda ülkemizde;

  • Kadınların eğitim düzeyinin artması ve iş gücüne katılımı,
  • Şehirleşme ve modern yaşamın etkisi,
  • Ekonomik zorluklar,
  • Geç evlenme ve bekârlık oranlarındaki artış,
  • Aile yapısının değişmesi,
  • Toplumsal değerlerdeki dönüşüm,
  • Doğum kontrol yöntemlerinin yaygınlaşması
    gibi birçok faktör doğurganlık hızının düşmesine neden olmuştur.

Kısacası; eğitim, şehirleşme, ekonomi ve yaşam tarzı değiştikçe doğurganlık hızı da düşmektedir.

Sayın Erdoğan’ın uyarısı yerindedir; ancak devlet gerçekçi adımlar atmadan bu çağrıdan sonuç alınması mümkün değildir. Bu sözlerin ete kemiğe bürünmesi için, toplumu kuşatan modernist yaşam tarzının devlet eliyle sorgulanması gerekir.

Sosyolojik açıdan incelendiğinde, doğurganlık hızının yüksek olduğu dönemlerde kadınlar daha çok ev içi rollerle tanımlanıyordu. Bugün ise eğitimli, çalışan, karar alabilen bireyler olarak toplumsal hayatta yer almaktalar.

“Anne olmak mı, kariyer mi?” ikilemiyle karşı karşıya kalan kadınların sayısı giderek artıyor.

Diğer yandan, gereksiz yere uzatılan eğitim süresi ve medyanın etkisi bu sorunu derinleştiriyor. Televizyon dizilerinde ve reklamlarda sıkça “özgür birey”, “bağımsız kadın”, “çocuksuz çift” temaları işleniyor. Anne olmak yerine “gezmek, özgür yaşamak, kariyer yapmak” daha cazip bir yaşam biçimi olarak sunuluyor. Artık aile ve çocuk sahibi olmak, “olmazsa olmaz” bir hedef olmaktan çıkıyor.

İşin ekonomik boyutunda ise kadınların çalışmak zorunda olması, doğurganlık hızının düşmesine yol açıyor. İşsizlik, konut fiyatları, eğitim ve geçim masrafları, aile kurma kararını geciktiriyor.

“Çocuk yaparsam ona iyi bir gelecek sunabilir miyim?” kaygısı giderek yaygınlaşıyor.

Sonuç: Sayın Erdoğan’ın çağrısı çok kıymetlidir. Ancak bu çağrının ete kemiğe bürünmesi için devletin yükü çok daha büyüktür. Sorunun çözümü için hem ekonomik hem sosyolojik boyutları olan kapsamlı ve uzun vadeli politikalar geliştirilmelidir.

 

Yazarın Diğer Yazıları