Günahtan değil de günahkardan yüz çevirenin, günahı değil de günahkarı zemmedenin ya ciddi bir kibir hastalığı vardır, ya da rahmete ihtiyacı olmadığına inanıyordur ki iki hal de hüsrana vesiledir. Kim bu dünyada kime ne ile muamele ederse ukbada göreceği muamele de mislincedir. Örten örtülür. Affeden affedilir. Alandan alınır. Verene verilir. Merhamet edene merhamet olunur. Ezen ezilir. Üzen üzülür. Sevindiren sevindirilir.
--
"Artık inanamıyoruz; ama inanana inanıyoruz. Artık sevemiyoruz; yalnızca seveni seviyoruz. Artık ne istediğimizi bilmiyoruz, ama bir başkasının istediğini isteyebiliyoruz. İstemek, yapabilmek ve bilmek eylemleri terk edilmedi ama bir başkasına devredilerek genel olarak ilga(*) edildiler."
Jean Baudrillard
--
Hey Gidinin İnsanı
Hani şöyle biri olsa seni sen olarak kabul etmiş, kendi gibi olman için çalışmayan, varlığını varlığınca almış ve varlığını varlığında özümleyebildiğin, ona uydurmasyon film çevirme ihtiyacı duymadığın, onu rahatsız eder diye sözünü tavrını çekinmediğin, hatta onunla ve onda rahatsızlık kelimesini poşetleyip uzaya fırlattığın biri... Aslında herkesin böylesi biri hep civarındadır; ama hayal ettiğinin içini boşaltıp dışına sürdüğü sertleştirici ile onu dik tutmaya çalıştığı içindir ki, yalan gerçeğin yerini dolduruyor yaşamlarda. Ufacık bir ağırlık bindiğinde tepenin toprağa yapışması bundandır. Şefkate aşırı susuzluğumuza/muhtaçlığımıza rağmen bize gaddarlık yapanların zulümleri solumuza papatya, sağımıza orkide kokusu gibi bundandır geliyor ve cerahatımızın üzerine sürülen mis kokusu bundandır burnumuzu sızlatmıyor. Civarımızda soluk alamayanların bir yudum nefes için bize attıkları göbecikler ve şaklabanlıkları görmemize mani olan da budur. Civarımızdaki niceler aynı torna tezgahı ürünü... Göbek üstadı... Yapay, sahte ve hayal alemi mumya ustaları... Kokuyor insan... Ve insanın yaşadığı her mekan... Kendine şans vermelisin; gerçek her zaman gerçektir... Yapay ve sahte hayaller asla kesmeyecektir. Sen neysen senin dibindekinde de üç aşağı beş yukarı olan odur. Kim daha fazla dürüstse o, kendini kendine kendince yaşar; başka değil... Onlarca yazı okudunuz. Şartlanma, güdüleme, yönlendirme v.s v.s... Dışınızdaki dünyaya dair ilginç ve keyif verici bilgilerin sizdeki yansımaları en derinlere gömdüğünüz tahlilsiz bırakılmış yığınımsı anılardan başka değil. Örf gütmüş, prensip, ideoloji gütmüş, güden güdene yaşayıp ölmüş öncedekiler de zaten. Tercihinizse şu yaşama biçimi; niye bu kabulsüzlüğünüz? Öfkeniz kime? Neden rahat değilsiniz? Nerede ağız tadınız? Mecburiyetten aldatılıyor, birilerinin çizdiği yoldan adımlıyorsunuz. İnancınız var mı kendinize? Yapamazsınız özgün ve özgür iradenizle iki dakika tek başınıza. Birileri yaşamınızı didiklemeli ve siz de burnunuzu sürekli başka yaşamlara sokmalısınız. Yazgınıza yakıştırdığınız bu değil mi ve doğrusu bu yoğun kabulsüzlükte başka ne olabilir ki? Arıyorsunuz aralarda içeriden insan olmanızın fazlalığı ile bir bilmediğinizi bilirden geldiğinizi, lakin bilmiyorsunuz, gördüğünüz suretlerde de sizde olandan farklı bir şey yok. Çünkü barışık değilsiniz ve değiller. İyi ve kötü tasniflemelerinizin hepsi bir yerlerin size 'bu budur'u. İçselleyemediğiniz ne varsa üzerinizde iğreti elbise misalince. Herkesin yaptığından farklı yapan; ama yaptığının farkında olup, sizin sapıkça dediğiniz işi iradesiyle yapıverip, yaptığından razı kişi, emin olun kendini bir halt sanıp da hiçbir halt olmayan, iradesi onun bunun güdümündeki sürünün küçük cücüğü bir robot et yığınından daha insancıl ve saygıdeğerdir. Yaşayamadığınız bir damla huzur... Olmak isteyip de olamadığınızı hissettiğinizi bulma ümidi. En yıkıcı ve acılı kavgalarınızda bile. Tek derdiniz bu. Söyleyemezsiniz ama... Başkalarca libaslanmış ahlak, örf, stil filan derken önünüze konan teleskoplardan kurtulup size ait saf gözlerinizle kirpik mesabenizdeki anı, anın size ait olanını yakalamanız ne mümkün. Bu nedendendir başkalardaki hafif mutluluk ayaklanmalarını bile bastırma telaşınız. Sizin dünyanızda sen onu etkilerken o seni etkiliyor. Bunu sen, o, yapmazsanız başka bir yerler, bir biçimde bunu size illa yapıyor. Etkiliyor etkicibaşıları ve tepiniyorlar üzerinizde. Etki balçığında ürperti duymanız gereken masum dokunuşlar tarihe karıştı, artık en sert hamle bile tüy dokunuşu geliyor size. Güveniniz her etkiyle kırılmakta ki bu da size celladınızın bonusu... Ne diyeyim bilemedim, hayırlı olsun sürülüğünüz mü; ya da iyi gömülmeler mi dilemeliyim? Not: Sadece bir cinse ait yazılmıştır. Üzerine almaması gerekenlerin üzerine almaları kural dışıdır.
--
Günah ve Sevap Tanrılarından Kurtulmak
Biraz farklı inanıyorum. Sunumlanan din algısına pek uymuyor inanış biçimim. İnsanla Allah arasına tanrı insanların büyük engeller koyduklarına ve insanları kendilerine tapındırdıklarına dair bir algım vardır mesela. İnsanların Allah'tan uzak olmalarının mantığını da hep bu tanrı insanlara bağlarım. Allah'a itaat yerine, onların varlıklarına itaate Allah'ı kullandıkları fikridir inanç sorunu yaşayanları ilk irite eden diye düşünürüm. Tabi ki tanrı insanların kendileri de bu yaklaşımın muhataplarıdır. Kabul etmedikleri Allah'ın yerine kendi tanrılıklarını koyup onunla ilgisiz yaşamak da bir yöntemdir. Size bir Allah ve insan diyalogu aktarmak istiyorum. geçmiş zamanlardan bir zamana ait anlatır peygamber bunu, her zamanı kapsayıcı olarak. Çıkış noktam burada: Bir adam var örneğimizde ve o, yaşamını Allah'ın isteklerine göre geçirmemiş. onun 'yapma' dediklerini yapmış, 'yap' dediklerine ise yanaşmamıştır. Ölümüne yakın bir zaman çocuklarını çağırmış etrafına ve: Ben öldüğümde beni yakın. Küllerimi denize karaya savurun, diyor adamımız. Çocukları, 'ama neden' diye sorduklarında: 'Eğer Allah beni hesaba çekecek olursa, karşısında halim perişan. En güzeli tamamen yok olmak ki karşılaşmayayım onunla' diyor. Adam kısaca korkuyor Allah'tan ve yaptıklarının karşılığında göreceği muamele onu endişelendiriyor ve ölüyor bir gün. Dediği gibi yapıyorlar, yakıyorlar cesedini ve karaya denize savuruyorlar küllerini. Allah karaya ve denize: 'Ona ait olanları verin' diyor ve adam Allah'ın karşısına dikiliveriyor, şaşkın ve ezik bir halde... Allah soruyor ona: Sen neden böyle yaptın? Adam: Ben senden korktum Tanrım, diyor. Allah ise: Madem sen benden korktun, o halde Ben de seni affettim, diyor. İkinci bir diyalog, hikaye yollu anlatılmış yine peygamberin lisanından: Melekler: filan hata etti ve sonra sana yöneldi: 'Beni affet, hata ettim' dedi, derler. Allah: ben onu affettim' der. Sonra melekler yine aynı adam hakkında: 'O yine hata etti ve hatasından pişmanlık ve af talebi ile sana yöneldi, derler. Allah: ben onu affettim, der. Sonra yine melekler: O kişi yine emrini kırdı ve günah işledi ve sana yöneldi. af talep ediyor, derler. Allah: Madem o, her hatasından sonra beni tanrı bilip, benden özür diliyor, dilediğini işlesin, der. Bu iki diyalogu inandıkları halde 'ben çok hatalıyım, yanlışlarım çok, o halde dibini bulayım, nasıl olsa işim bitmiş' diyenler varsa aramızda, okumalarını istediğim için aktardım. Geç kalmak diye bir şey yoktur ve hatadan sonra hata edilmez diye de bir kural yoktur. Tanrı insanlar ise diklerinin keyfine üretip dururlar; ama işte Allah ve insan arasındaki diyalog budur. Allah, insanın tanrılığını, ondan yönü çevirmeyi, onu dikkate almamayı beğenmiyor; ama hep bir fırsat her zaman veriyor. Dikelmeye lüzum yok eğer bir inanır iseniz, az bir şey başınızı önünüze eğin, x, y, z karşısında değil; Allah karşısında... Allah, günah ve sevap tanrısı olarak biçimlenmemeli kafalarda. Günah ya da sevaplardan da tanrı olmaz. İnanan insan, Allah ile bağını koparmamalı ve tanrısı olmamalı varlığının; ya da başkalarının, yeter... Allah'ın lekeleri silen bir silgisi vardır. Pişmanlık damlaları, en kuvvetli leke sökücüdür. O'nun affettiğini; ya da kendini affedememek ancak bedbahtlık olacaktır. Ona belki denilecek ki: Seni neden affedeyim, sen kimi affettin? Seni neden setr edeyim, sen kimi setr ettin? Seni neden esirgeyeyim, sen kimi esirgedin? Kim bu dünyada kime ne ile muamele etmiş ise onunla muamele olunacaktır. Çok mu şerlidir insan acaba şeytandan? O bile ' acaba Rabb'im bana merhamet edecek mi' diye ümitlenirken 'lekesi çok bunun diye birinden; ya da kendinden tiksintiyle yüz çevirmek...' Aynaya küsmek... Halbuki, bizden lekeye küsmemiz istendi, lekeliye değil... En çok da kendimizi affedebilmek...Gençlerle çok konuşurum ve bir zamanlar kanın deli dolu olduğu dönemlerimi de henüz unutmadım. İnsanın boğulduğu yaşamdan kopamamasının özünde kendi ile barışık olmaması yatıyor. 'Aman be, bunca şeyden sonra mı? Asla affedilemem, ben olsam affetmezdim beni, öyleyse haydi dibine erelim!' En korkunç aldanma bu. Tanrı, kulluk istiyor, kullarının tanrılığından razı değil... Halt hata günah melanet bilumum saçmalıklar, insana beşer sıfatını taktığı an zaten otomatik kabulü.... Beşer şaşar demektir. Şaşmada sebat etmek yerine arada sırada vites değiştirmek iyidir.
Oğlu ile babası sahile indiler;
- Babacığım şu yerdeki şeyler neyin nesi?
- Çakıl taşı evladım. Oğul kafasını sağa çevirdi,
- Babacığım ya bunlar?
- Onlar da çakıl taşı evladım.. Sola çevirdi,
- Ya bunlar babacığım?
- Hepsi çakıl taşı evladım..
- Babacığım ne kadar da çok var bunlardan!
- Evet evladım..
- Peki babacığım bunlardan daha çok bir şey var mı dünyada?
- Var evladım..
- Nedir babacığım?
- Babanın günahları evladım!
- Babacığım, ya senin günahlarından daha çok bir şey var mı?
- Var evladım..
- Nedir babacığım?
- Allah'ın rahmeti evladım!