İsmail ARSLAN

Sema ayini

İsmail ARSLAN

İkna ile tahsil olunmuş iman bir zaman bir yerinden pırt etmeye müsaittir. İman dediğin içte var olana soluk olmanın sıfatı olmalı. Mailis Nalars Sarpust Yazıtları
--
Sema ayını
Bedava esen rüzgar gazete kağıdını havalandırdığında ucuz kelimeler köşelerin eteklerine tutunur ve cümlelerin lunapark keyfi başlar. Daima budur. Bütün malzeme de bu kadardır. Rüzgar bir gün esmek için bedel isteyecek ve kelimeler vasıflarına isyan edecekler. Köşeler dağılacak, etekler yıpranacak... Sözün sihri bozulacak... Bu ayaklanma, ayaklarımızı yerden kesecek... İnsan bir halt sandığı ve sahipliği ile gururlandığı konuşmayı öğrendiği zamana ve yazıya lanet edecek... İş işten geçmiş olsa da; evet, edecek... Telepatinin, derûnî görgünün gelişmesinin önündeki en ciddi engel söz ve yazı terk edilmedikçe de; hisleri potalarda eritip ifade kalıplarında sunumlamaktan vaz geçmedikçe üzülecek ve üzüldüğümüz ile kalacağız...
--
Yandaşı Kollama
Yandaşı kollama, vasıfsızı sırf görüşünde veya hizmetinde olduğu için vasıflıya tercih etmenin din ve iman ile bir ilgisinin olmadığını her vicdan çok net algılayabilirken, uygulamada bu günah en çok, en dindarlar arasında yaygın ve meşrulaşmış bir halttır.
--
Ateş Çemberi
Para ve mevki sahiplerine ihtimam alaka ve ama para ve mevkisi olmayana paçavra muamelesi yapma dinin kınadığı iken en çok dindarlarda bu hasletlerin ayyuka çıkmasının en sağlam açıklamasını, vaazlarında tevazu ve merhametten bahsedenlerin bu bahisler ile ona muhabbet besleyen insanları emeli için ateşe yuvarlamasında bulacaksınız.
--
Tuzsuz Aşım Dertsiz Başım
Gözlemleyebildiğim kadarıyla imkan sahibi olanların, olmayanlara nazaran yaşam kaliteleri daha zayıf ve huzursuzlukları daha fazla. Tuhaf gelebilir, fakat hakikat böyle... 'Tuzsuz aşım dertsiz başım' deyişi, aslında bu durumu ifade ediyor. Varlık çoğalıp, sorumluluk genişledikçe güç, huzura asit etkisi yapmakta... Geceleyin, kişinin yastığına şöyle rahat, kararlarından, kendinden emin, güven ile başını koyabilmesi attalara gittiğinde, kişiye bir hasbihal fena olmaz, kendine dair kendi ile... Bu coğrafyada yaşayan insanların en büyük problemi, kafaları ile kalplerinin aynı ölçütlere sahip olmamasıdır. Bir olayı değerlendirmede mihenk olarak kişinin kalbi Şark, kafası Batı tipi algıyı muhakeme levazımı edindiğinde, ortaya çıkan sonuç, ağız tadını illa ki bozacaktır. İnsanlığın ortak kabulü –evrensel- değer ve değer yargıları yoktur ve olmayacaktır. Din kabulü bile doğrusu evrensel değildir. Her kültürün, yaşama formunun kendine özgü bir algı ve kabulü vardır. Yaşama hakkını ele alalım: Japonya'da kocası tarafından aldatılmış bir kadın, şerefi adına intihar etmek ister ise geride çocuklarını bırakamaz, onun çocuklarını öldürmesi kültürünün bir gereğidir. Zira Japon kültüründe kadının ergenliğe ulaşmamış çocukları bir parçasıdır ve kadın kendini öldürmeye teşebbüs edecek ise, çocuklarını da öldürmelidir ki bir bütün olarak maddi dünyadan bağı kesilsin. Çocuklarını geride bırakır ise, toplum onu kötü ve iğrenç bir kişi olarak tanımlar. Şerefi için çocuklarını öldürmelidir. Bizim topraklarımızda da bu şeref denen mevzuya dair hala bazı bölgelerde revaçta olan ve töre olarak isimlendirilen kriterleri araştırdığınızda yaşama hakkına dair benzer tespitleriniz olacaktır. Bu misaller, yaşam hakkının evrensel olduğu görüşünün genel bir geçerliğinin olmadığını ifade için verildi. Din bile dediğimde bazı suratlar buruşmuş olabilir, buruşmasın. Mesela Hristiyanlık... Aynı metinleri baz alan inanırlar, birbirlerini o metinleri anlamamak ile suçlar ve kendi bakış tarzlarına sahip olmayanların küfür içinde olduklarını iddia ederler. 'Sen yanlış anlamışsın evrenselliği' derseniz; bu nasıl bir doğru anlamadır ki aynı kitaplara inandıklarını söyleyenler, Katolik, Ortadoks, Protestan vb. birçok kola ayrılır ve her biri diğerinin imanını kabul etmez, ibadetini beğenmez, ötesini hüsran görür! İslam açısından da farklı mıdır görünen? Şii, Sünni vb... Neden böyledir peki? Aslında böyle olması doğaldır. Herkes algısının beslendiği kültür ve ferdi birikimi, terbiye ve eğitimi nispetince bir yol çiziyor kendine. Nefs/ego ile savaşmayı öngören ne kadar felsefi ekol var ise, bakıyorsunuz güç onun yed'ine geçtiğinde tüm sistematiğini yerle bir edebiliyor. İmkanlar çoğaldıkça ihtiyaçların çeşitlilik arz etmesi ve çoğaldıkça azalmak hep bundan... İktidar kuvvetlenip, hükmün ihtişamı genişledikçe bundan doğuyor huzursuzluk... İnsana tanrı vasfı ağır geliyor ve realitesine sığdıramıyor sınırsız tasarruf yetkinliğini; fakat güçten de, gücün kazanımlarından da vaz geçemiyor... Ağız tadının yok alması da bundandır... Evrensel kavramının içinin boşalması da... Her kuvvet sahibinin bir şekilde, yaşamı yönlendirmedeki tesiri sebebiyle nifakın ardı arkası kesilmiyor... Ve her hüküm ile biraz daha uzaklaşıyor insan, insan sıfatından...
--
Evrim
Bir evrim varsa beyin adına. Artık düşünmüyor; Düşlüyor ve düşleniyoruz. Düş düşeyiz. Döş döşeyken bile hatta. Muhakeme öldü. Yaşasın murakabe.
--
'Falan kişi nasıl biri' denildiğinde vasfeden, esasta vasıflarını, algı ve muhakemesini ortaya koyar. O, onu anlattıkça siz, anlatıcıyı tanırsınız. Mailis Nalars Sarpust Yazıtları mö 3234
--
Çocuğun kuşu ölmüştü. Peygamberimiz o çocuğa taziyeye gitti. Bu dindir, buna uymayan ise hurafe...
 

Yazarın Diğer Yazıları