İsmail ARSLAN

Örf ve dini ayrıştırmak gerekmez mi?

İsmail ARSLAN

Aleyhisselam'ın örfü ile dinini karıştıranların kafa karışıklıklarını en rahat pazarlama yöntemleri sorgusuz itaati palazlamaktır. Din neyi isterin belini kırmanın en kolay yöntemi, efendi ne istere mevzuyu çevirebilmek iledir.
Aleyhisselam Arap idi, ama İslam tüm insanlığa  hitap eden İlahi Mesajdır. Çöl iklimi Arap örfünü  tüm insanlığa bir dini zorunluluk kıvamında dayatanların Arap kavmiyetçiliğine daha özde Ümeyyeoğullarına hizmetleri çok ayandır..
Mevzunun kökü
Haşim ve Ümeyye isimli iki kardeşten türeyen Haşimoğulları ve Ümeyyeoğulları Mekke’deki Kureyş kabilesinin amcazade iki sülalesidir. Bu iki kardeş, Hazreti İbrahim’in inşa ettiğine inanılan ve bugün Müslümanların kıblesi olan Kabe’nin bakımıyla ilgilenmektedirler. Ümeyye’nin yaşı Haşim’den büyük olmasına rağmen halkın sevgisini kazanamadığından, bu ailede bulunan Mekke liderliği ve Kabe’nin bakım hizmetini yapma görevini kardeşi Haşim aldı. Tabii bunu Ümeyye hiç hazmedemedi. Böylece iki kardeş arasında Hazreti Muhammed’in doğumundan yaklaşık 70-80 yıl öncesine dayanan bir rekabet başladı. Bu rekabet tarihsel süreçte İslam dünyasında Şii-Sünni olarak başlayan ayrılığın ilk tohumları oldu. 
Hazreti Muhammed’e ilk vahiy 610 yılında gelip peygamberlik görevi başladığında ona ilk karşı çıkan o tarihte Ümeyyeoğullarının Mekke’deki lideri Ebu Süfyan oldu. Ebu Süfyan’a göre; nasıl olurda Ümeyyeoğulları varken, Haşimoğullarına peygamberlik gelirdi? İşte bu öfke ve hınçla Ebu Süfyan Bedir, Uhut ve Hendek savaşlarında müşriklerin komutanlığını yaptı. Son ana kadar amcazadesi Hazreti Muhammed ve onun dinini boğmaya çalıştı.
Gerek Ebu Süfyan ve gerek eşi Hind bu öfkede o kadar ileri gittiler ki; Ebu Süfyan’ın hanımı, Vahşi adlı kölesine Uhut Savaşı’nda Hazreti Hamza’yı mızraklattı, Hazreti Hamza’nın bağrını yardırıp ciğerini çıkarttırdı ve o ciğeri çiğ çiğ yedi. Bu yüzden tarihteki adı “Ciğer Yiyen (âkiletu’l-ekbât)” olarak kaldı. Yine Hazreti Hamza’nın burnunu kulağını kesti, hatta bu kulakları bir ipe dizerek gerdanlık olarak boynunda taşıdı. 
Netice olarak Ümeyyeoğulları ve Ebu Süfyan, Hazreti Muhammed’e peygamberlik vahyedilmesini hazmedemediği için ona inanmadı, ona karşı savaşlar yönetti. Bu düşmanlığı Mekke’nin fethine kadar sürdü. Mekke’nin fethinde ise inanmaktan başka çare kalmadığını anlayıp ailesiyle birlikte Müslüman oldu. Oğlu Muaviye’de fetih esnasında Müslüman oldu. Ama Ümeyyeoğullarının, Hazreti Muhammed nezdinde Haşimoğulları ailesine karşı rekabet hissi, üstü örtülü olarak devam etti. 
Hazreti Osman, Dört Halife döneminde, Ümeyyeoğulları sülalesinden seçilen tek halifedir. Kabile asabiyesinden olacak ki; Hazreti Osman döneminde Muaviye, Şam valisi yapıldı. Bu atama Müslümanlar arasında şaşkınlığa yol açtı. Çünkü Muaviye’nin babası Ebu Süfyan ve annesi Hind’in Hazreti  Muhammed’e yaptıkları eziyetler hafızalarda taze olarak yaşamaktaydı. Neticede bu atama İslam dünyasında ilk bölünmelerin önünü açtı ve Hazreti Osman katledilmesine kadar giden ayrılıkları başlattı.
Hazreri Osman’dan sonra Hazreti Ali halife seçildiğinde kabile asabiyesini din kisvesi altında öne çıkaran Ebu Süfyan oğlu Muaviye, Hazreti Ali’nin halifeliğini tanımadı. Hazreti Ali ve Muaviye hilafet konusunda 657 yılında Sıffın Savaşı’nda karşılaştılar. Savaşı ilk anda kaybeden Muaviye, Hazreri Ali’yi alt edebilmek için hiç yapılmaması gereken bir şeyi yaptı. Kur’an-ı Kerim’in yapraklarını yırtarak kılıç ve mızraklarının ucuna taktılar. Böylece Hazreti Ali’nin kuvvetleri arasında tereddüde sebep olurken ilk defa Kur’an-ı Kerim siyaset aracı olarak kullanıldı. 
TBMM’de Hilafetin kaldırılması konuşulurken bu gerçeği Mustafa Kemal şöyle ifade eder; “Vaktaki Muaviye ile Hazreti Ali karşı karşıya geldiler. Sıffin vakasında Muaviye’nin askerleri, Kur’ân-ı Kerim’i mızraklarına diktiler ve Hasreti  Ali’nin ordusunda, bu suretle tereddüt ve zaaf husule getirdiler; işte o zaman hak olan Kur’ân, haksızlığı kabule vasıta kılındı. Ondan sonra bütün müstebit hükümdarlar hep dini alet edindiler. (...) Böyle şerre alet olan insanların yüzündendir ki, dört halifeden sonra din, daima siyaset vasıtası, menfaat vasıtası, istibdat vasıtası yapıldı.”
Sıffin Savaşı sırasında yaşanan “Hakem Olayı” ile hilafet sorunu çözümlenemezken Muaviye’nin Şam’da kendini halife ilan etmesiyle iki tane halife ortaya çıktı. Bir tarafta Kufe’de Hazreti Ali ve öbür tarafta Şam’da Muaviye. Ancak Muaviye’nin hilafeti siyasi anlamda Ümeyyeoğullarının rakipleri Haşimoğulları’nı alt etmesinin basamağı oldu. Hariciler tarafından Hazreti Ali’nin 661’de öldürülmesiyle Muaviye rakipsiz kaldı ve hilafet ve dolayısıyla Hazreti Muhammed’in doğumundan 80 yıl önce başlayan Haşim ve Ümeyye adlı iki kardeşin arasındaki anlaşmazlıktan Ümeyye tarafı galip çıkmış oldu. 
Hazreti Ali’nin büyük oğlu Hazreti  Hasan, Kufe’liler tarafından halife ilan edildiyse de Muaviye’ye karşı koyamayarak hilafet davasından vazgeçti. Hazreti Hasan’ın, hanımı tarafından zehirlendiği bunda Muaviye’nin parmağı olduğu İslam kaynaklarında geçer.
Muaviye vefat etmeden önce oğlu Yezit’i halife tayin eder ve devlet ricalini biat ettirir. Halbuki Hazreri Hasan’la yaptığı anlaşmada; Muaviye vefat ettiğinde tekrar seçim yoluyla halife tayin edilecekti. İktidarı bırakmak istemeyen Ümeyyeoğulları ve dolayısıyla Muaviye sözünde durmaz. Dolayısıyla Muaviye’nin İslam dünyasına yaptığı en kötülük; kendi sağlığında oğlunu veliaht seçip halktan Yezid için bey’at aldırarak İslâm’daki seçim sistemini saltanata çevirmiş olmasıdır. 
Bundan sonrası ise hepimizin malumu; Hazreti Muhammed’in torunu ve Hazreti Ali’nin oğlu hazreti Hüseyin hilafet davasına kalkışınca Yezit tarafından 72 akrabasıyla birlikte Kerbela’da şehit edildi.
"Bu ise İslam dünyasında günümüze kadar gelen Şii-Sünni kavgasının başlangıcı oldu. Tarihsel süreçte Mekke’de iki kardeşin anlaşmazlığı olarak doğan ayrılık, dini ve siyasi kisveye bürünerek tarih boyunca Müslümanların mezhep taassubuyla birbirini boğazlamasına sebep oldu.
Irak’ın parçalanmasının ardından Suriye’nin de aynı akıbete uğraması yakın. Libya’da da bir ameliyat başladı. Suriye’deki parçalanmada Türkiye de etkin rol alıyor. Üzücü olan ise bu parçalanma Türkiye’deki bazı dindar çevreler tarafından mezhep temeline dayandırılmaya çalışılıyor.
 Kendini dindar olarak deklare edenlerin, Müslümanlar arasında mezhep ayrımcılığı yapması veya Suriye’deki ayaklanmaları mezhep temeline dayandırmaya çalışması ne kadar doğru? Bu kavga kızıştığında akacak kan Müslüman kanı değil mi? Unutulmamalıdır ki; tarihte en büyük cinayetler ve yok etmeler din ve mezhep adına yapılmıştır. Kendi mezhebini koruma kaygısıyla karşı mezhepteki Müslüman’ı öldürmeyi kutsallaştıran, kendi mezhebi dışındakini katlettiği zaman sevap kazandığına inanan, bu cinayetle cihat yaptığını ve cennete gideceğine inandırılan insanların cinayetlerinde sınır kalır mı? Yakın tarihimizde hepsi de Türk ve Müslüman olan Maraş halkının mezhep kışkırtmalarıyla birbirine düşürüldüğünde en yakın mahalle komşularını bile baltalarla doğradığını görmedik mi?"
 
 

Yazarın Diğer Yazıları