İsmail ARSLAN

Hırs Haset Kardeşliği

İsmail ARSLAN

İnsanın sadece cinsinin sahip olduğu ve onu sair canlı cinslerinden farklı kılan, nefret ettiği ve övündüğü, reddettiği ve sahiplendiği, onun ile onurlandığı ve aşağılandığı büyük bir defosu var.
Doğrusu tüm dünyayı kan gölüne çevirmesinin ve üç kuruşluk hayatını hem kendine hem gayrına zehir etmesinin yegane sebebi de bu defodur. Defo olduğunu her fırsatta dillendirmesine rağmen tabiatı icabı asla vazgeçemediği bu defo,
Hırs ve haset duygusundan başkası değildir.
Hırs ve haset ayrı kavramlar gibi algılanılmasına rağmen özü itibarıyla tek yumurta ikizleri gibi menşei aynı olan duygulardır.
Fazlaya göz dikmek... Elde etme temayülü...
"Onda var, bende neden yok", "ondaki de benim olmalı"
Variyetteki şişmanlık da cılızlık da sadece bundandır; tüm nifakın sebebi de budur.
Felsefenin tafsilatlı tarifinde başarılı olduğu, lakin tahribatına mani olamadığı bu defo, kazındıkça daha gür biten kıl gibi, insan üredikçe, daha da güçlenmede ve nihayetinde er ya da geç insanı yok etmede insan tarihine kapak olma kabiliyetini haiz tek vasıftır.
İnsan, nesli kesilen dinazorlar gibi, dış etkenler sebebi ile değil, özünde var olan hırs ve haset kazanında eriyip bitecek; bu net..
Hırs
Haset
İnsan, var olduğundan bu yana bu iki kelime insan ile birlikte daima anılmıştır.
Hırs: Mülkiyet ya da tasarrufunda olanı çoğaltmaya gayret etmek, başkasında olana da göz dikmek.
Haset: Mülkiyet ya da tasarrufunda olmayanın, başkada olmasına iç geçirmek ve başkada olanı elde etmede niyet ve gayreti yoğunlaştırmak.
Bu iki duygu, yeryüzünü kana, ateşe boğmuştur. Maddi kaileler kökenli ve maneviyata da şiddetli tesiri olan tüm kavgalar hep bu iki kelime ile ilişiklidir ve bu kavganın adı tarih boyunca nifak olarak adlandırılmıştır.
Nifakın tahribatını engelleyebilecek, hükmünü zayıflatacak, etkisini kıracak tek çare ise, infaktır.
İnfak: İnsan veya kurumsal varlığın mülkiyetine ya da tasarrufuna sahip olduğu her ne ise, ondan bir bölümü/miktarı, karşılık gözetmeksizin, olmayana verebilmesidir.
İnfak; hırsı köreltir, haseDi törpüler.
Veren ile alan arasında kurulacak bu bağ, doğa kurallarında olduğu keskinlikte tevazu ve şefkati, sevgi ve saygıyı ilişkilere hakim kılacaktır.
Bu bağ kurulmadıkça ne nifak biter ve ne de bu iki duygunun etkisi nedeni ile ortaya çıkan arızalar sona erer.
--
Bir söz okudum, şöyle yazıyordu: 'Hak ile batıl bir arada bulunmaz' Bu tespit yanlış ve gerçekçi degil. İnsan mesela, tamamen bundan ibarettir esasında. Bünyesinde hakkı da batılı da barındırır ve kimi zaman haktan, kimi zaman batıldan yana refleks geliştirir ve bazen de ikisine birden aynı anda taraf olduğu da vakidir.
--
Ermeni tehciri ve Rum mübadelesi sırasında ve sonrasında komşularının bağlarına evlerine işlerine çökenlerin torunları bugün de dolar altın stokçuluğu yapmakta değiller mi?
Özellikle bazı şehirlerin yerlileri bakıyorsunuz para ve güç ile oynuyorlar. Bu para ve gücün kaynağına dair bir saptama bu.
--
Kutsal Semboller

Kişilik sahibi olmak meşakkatli iştir. Makam, insanı kıymetlendirmez; insanı, onuruna düşkünlüğü kıymetlendirir. Örnekleyelim: Bir hoca… Giyince cübbeyi cennet cehennemi tapuluyor ve cübbesine duyduğu güven ile vasfını beğenmediğini cehenneme, hoşuna gideni cennete yolluyor ise bu gücü aldığı cübbenin onu inandığı sonrasında savunacağını sandığında kocaman bir yanılgı da değil midir?

Bir hakim… Mahkemede yüksek bir yere çıkıp sırtına cübbeyi çekince, aşağıda kalanlardan hakikaten farklı bir konuma mı geçiyor? Adalet, cübbe ve kürsünün sıfatı mı? Vicdan, ne kadar mütevazi olur, bilgelik ile donanmış ve kibirden arınmış olursa adalet kendini o nispette ifade etmez mi?

Kim soktu insanların aklına mahkemelerde cübbe giymeyi, kürsülere çıkmayı? Kim, bu hakim, savcı, avukatlara cübbe giyme ritüelini, hangi sosyal ve kültürel değeri referans alarak akıllarına sokuşturdu?

Nedir bu önde olmak, önce olmak, ötede olmak, bir imtiyaz ile hemcinsinden sıyrılmak? İnsana ’yücelik isimli bir dağ var, ne yap et oraya tırman ve kal orada’ masalını kim anlattı?

Baş olmak kişinin başına alacağı en büyük beladır. Tüm bir topluluğun sorunlarını çözmede, taşın altına elini sokma niyet ve gayreti… Onu yukarılarda görmek isteyenlere, ona layüs’ellik isnad edenlere, saygı maygı adına şempanzelik yapanlara yerini yurdunu hatırlatması gereken o değil midir ki şaklabanlıklardan ferahlamak da neyin nesi oluyor?

Bu makam, masa, oda, koltuk, kostüm, ünvan, aksesuar ritüel safsataları topluca insandaki tapınma güdüsünün eserleridir. Aklı başında, hakikatli insanlar bu gibi sembollerin peşine kapılanlara iltifat etmez, yanlışlarını doğrultmaya çalışırlar diye düşünürken heyhat!... Makama yumuşak yerlerini yerleştirenler bakıyorsunuz o cübbeye, masaya, koltuğa aşık olmuş, orada olmayan diğerlerinden ötede, önde, farklı bir atmosferde bir hava solukluyormuş gibi en önce kendisi kendine bir yaşam normu oluşturuveriyor…

Hakim, kürsüden dolayı saygınlık ve dokunulmazlık kazanmaz; hükmü adalete uygun olduğu ve sorumluluğunu layıkıyla yerine getirdiği sürecedir o saygı. Kendini ötelere taşıyıp, cübbesine bir yücelik yüklediği, hatasında ızdırap duymayıp, doğrusunu şahsına bir öndelik vasfı olarak telakki ettiği sürece de vebali artar.

Öğretim üyesi, hayat boyu öğrenci olma onurundan hocalık vasfını öncelediği sürece ağız tadına ulaşamaz.

Kutsallık sirayet eden bir olgu…

Kişiye sirayet edince tanrı adına yön verenler kutsallaştırılır. Kişiden eşyaya sirayet edince de kişinin kullandığı eşya kutsallaştırılır. Halbuki kutsal olan tek şey esasta kutsal olmayanı kutsallıktan kurtarmaktır. Zira insana atfedilen kutsallık, insanı insanlığından eden, ren geyiği topluluğu haline getiren bir olgudur. En büyük boynuz kimde ise o önderdir ilkesi ren malum ki ren geyiklerinin ilkesidir!

İnsana ise kişilik lazım... Kişi olmak demek tek olmadığını idrak etmek, vebal sahibi olmak, adil olmak, mütevazi olmak, mala, makam olgusuna kapılmamak, övgüye sövgüye kulağı tıkamak, vicdanı öncelemek demektir…

Adaleti sarayların esaretinden kurtarmaya çalışmada kanını akıtmış şu insan evladı, adalet dağıtılan yere adalet sarayı der ise bu terslik tereslikten başka bir mefhum ile izah edilemez.

‘Ye kürküm ye’ diyenin ruhu şad olsun. Kürk ile cübbe ile, unvan makam ile adam olunmuyor; adam olmak, adem olmaktan geçer…

Sembolün anlamı, simgelediğini ifade iken, kendini simge ile mühürleyip, olmadığı olarak vasıflayanların tedaviye ihtiyacı vardır.

Yazarın Diğer Yazıları