Ağız tadının (yaşama sevinci) kaybolması ile bedeni ayakta tutan hormonlar, "bu organizmanın işi bitmiş" diyerek bedeni devirmek için çalışmaya başlarlar.
*
Binlerce yıldır bazılarının bazılarını baskı altına alma çabası hiç eksilmemiştir. Birileri birilerine 'sen beceremiyorsun yaşamayı, al sana yaşam!' demiş ve hep o yaşamın ona iyi geldiği iddia edilmiştir.
Hayvan topluluklarındaki sürü mantığı... Biri veya bir kaçı güder, gerisi güdücülerin keyfine sermaye...
İşin özünde aslında biraz da din kökenli emir ve tavsiyelerin işi yönlendirmesi yadsınmaz bir gerçekliktir.
Hani muharref Tevrat'ta yazar ya: ' Onları köle yap! öldür! yoluna engel ne varsa yok et!' tarzı şeyler...
Benzeri İncil'de de vardır: Vahiy kitabında, mektuplarda buna benzer yaklaşımlar görürsünüz. Haçlı seferlerinin dayanak noktaları...
İslam'da ise nasıldır mevzu, onu size bırakıyorum. o, bambaşka, etüdleri öyle bir iki kelimeye asla sığmaz... Kur'an'da insan eli değmiş bir tahrife inanmak mümkün değil; ama sonrasındaki yorumlarla tahrifin alası esirgenmemiş. Bu da doğal bir şey, sonuçta muhatap insan... Musa'nın ümmeti nasıl insan ise, isa'nın ki; böylece hep... İnsana bulaşan ne iflah olmuş ki...
Öte yanda komünizma, faşizma v.s onlar da aslında hep böyledir...
Topluluk yaşamı öngören her oluşum, bazı kuralları 'bu senin lehinedir' yargısı ile topluluğun üyelerine dayatmıştır.
Problem şu: Karşıt veya benzer her oluşum yekdiğerinin yaşamını tanzim ile kendini yükümlü saymışken, kendisine reva görünen beğenmediği uygulamayı asla kendi baskınlığı cihetinden algılamamıştır.
Yani: Başı kapalının 'başını aç' diye diretene uygun görülen 'zorba' yakıştırması' başı açık olana 'kapat' diyene kendi tarafından asla yakıştırılmamıştır.
Tabi ki de -mevzu İslam olunca- yakıştırılmıyor. Herkes 'bunu ben demiyorum! Allah diyor' ile meseleden sıyrılıyor; ama hakikat öyle mi acaba? Yani gerçekten de Allah istedi diye mi? Bunu konuşacağız sonra.
Filanca, zevki uğruna, falanca dini için derken gerilim ve mutsuz yaşamlar...
Fırsat eline geçen yapıyor yapacağını...
Ortada zemin ve zaman diye bir şey var mı peki!?
Aklıma hep gelir:
Hazreti Ömer radıyallahu anh, kıtlık günlerinde el kesme cezasını neden uygulamadı? diye...
Gerekçeler aslında çok basit ve net:
Kıtlık var, aç kalmış, çalıyor ve bir Kur'an emri uygulanmıyor!
Ama Kur'an, adam mecburiyetten çalıyorsa, elini kesemezsin demiyor! Hırsız şu şu durumlarda affedilir de demiyor!
Peygamber aleyhisselam: 'Kızım Fatıma da olsa keserim' diyor...
Bu yorum nasıl uygunlaştırıldı o halde?
Çok basit!
Zaruret kavramı ile ilişiklendirildi. Herkesin de aklı yattı.
Yaşadığımız topraklarda aklına mukayyed olanlar ya akıllarını fezada gezmelere çıkarmışlar; ya da akıllarını sipariş ile törpülemiş, kılıflamış, mahpese almışlar olunca, ne menem bir halt bu zeka diyesim geliyor, durup dururken...
Kes kafayı, işine bak...
Kes sesini, süpür kırıntılarını fikrin...
Bunlar nereden çıktı şimdi?
Çevreme, yaşananlara, yaşadığım yaşama bakıyorum da; 1400 yıl önceki zemini bile kaybetmişiz demek zorunda kalıyorum. Kaba, posa bir şey olmuş din diye sunumlanan... Gelişme bir tarafa, kütükleştirmişler...
Şimdilerde ne yaşam levazımlarında arzu edilen bir iyileştirme var ve ne de kurallarda o zaman kurgulanan esneklikler...
İnsanlar akın akın İslam'a girmiyor! Girenler İslam ilgisinden uzaklaşıyor ve bunun da adı, 'Din böyledir zaten' oluyor! 'İnsanlar akledemiyor canım, kafaları çalışmıyor, kurtuluşun nerede olduğunu bilemiyorlar' oluyor ya da... Acaba diyorum bugünki yaşam levazımları o zamanda olsaydı, nasıl bir islam yaşanırdı? Bugünün bilen zümresi o gün neye müstehak görülürdü ya da...
Sokağımız, vitrinimiz, yeme içme alışkanlıklarımız, flörtlerimiz, cinselliğimiz, medyamız, internetimiz, hastanemiz, uzayımız, tezgahımız, teknoloji ve hayat standartlarımızla bir metropolde neşve bulsaydı islam...
Nasıl bir islam ile yüzgöz olurduk?
'Zamanın değişmesiyle dinin hükümleri değişmez' denilir ya, zamanın içinde küçük bir devrede bir kıtlıkta bile dinin hükmü yine dinden aldığı güç ile değiştirilirken söylenmez mi bu söz bir de...
Dinin hükmünü değiştiren kim? Öyle bir şey yok ki aslında. Olay hükmün yorumunda kafayı 1400 yıl önceye gömmek meselesi mesele... Halbuki din 'kemale erdiğinden' 30 sene bile geçmeden değiştiren değiştirmişti gereklilikten!
'Teravih kılmada gevşediler' diye 20 rekat toplu kılınması uygulamasıyla veya Kur'an'da varken müellefetulkulub'u yok sayan Ömer'de düğümlendi bütün mesele sanki...
Kadın erkek yanyana dolmuşta, okulda, çarşıda, nette, işte tıklım tıklım yaşayacak ve yasak zemini aynı kalacak?
Buyrun İran İslam Cumhuriyeti! En becerebilse o becerirdi -ki zahirde bütün güç kuvvet ellerinde.- Becerebiliyorlar mı? Sokakta yarım örtünen, evinde parti verdiğinde bunun mu adı samimi dürüst insanların beldesi İslam cumhuriyeti!
Ya da Arabistan Krallığı! Kabe'nin hemen yanındaki otelde çarşafının altından bütün hatları ortada cilveli kızlara dondurma ikram eden yakışıklı gençler, acaba cep telefon numaralarını aldıkları kızlarla ne planlamış olabilirler!?
Bir sapma var; ama bu sapmayı sapanda aramayın...
Sapmayı kesmeyen, sapmaya çare olamayan neyse onda arayın! Sakın bunu da dinde bilmeyin. O yorumculara nazar edin...
Meclisteki kayıt sistemi gibi olsaymış acaba Peygamber'den sadır olan sözlerin zabt durumu, zayıf uydurma sahih hadis ile ömrü geçer miydi o insanların? Bunun yerine danışan, ortamının gerektirdiği kültürü yaşayan Peygamber'in peygamberlik tavrının idrakına kafa yormak olsaydı bilenlerin işleri ve bu genel geçer olsaydı, acaba şu sakatlıklar yaşanır mıydı?
Çözüm bulamayınca alıyor eline kara kaplı kitabı; 'bu budur!' diyor hoca... O o değil halbuki! İnsanlar sindiremiyor ve yaşayamıyor! Diyen de öylece üstelik... Misal: Kendi evinde gelinleri damatları yer içer, eğlence, latife keyf tamam; ama biri bunun hükmünü sorsa: 'Hayır! Asla olmaz... Fitne olur' der... Ticarette büyüyecek olanlara mani olacak fetvalar verir; ama kendi iyali ticarette büyüdükçe büyür...
Söze gelince 'para pul mevki mühim değil!' der. Peki, kabul ettik, ama sağı solu fındık kıran zengin veya makam sahibi ile doludur. Onlara şirin ve müsamahalıdır. Doktor, öğretmen olmasını istemez kızlarının, eşini kadın doktora götürmeye araştırma yapar. Hatta birlikte giderler, o kadın doktorun esprilerine karşılık verir...
Ciplerde, yazlıklarda sefa yapar, bir eli yağda bir eli balda, insanlara sabır tevazu v.s öğütleri aktarır. Onların şuurlarını evirip çevirmek güzel; ama işte uymuyor elbise bedene... O insanlar ve de sen biraz dışına çıksan baksan komedi hakikaten...
Sanki yok saymalar...
Var olandan kopuk koskoca bir sanal dünya... Hem de yaşamın göbeğinde!
Bunlar cemiyette çok yaşanıyor, ben en zayıf halkadan bahsettim. Sui misal emsal olmaz; ama işte böyle... Yaşam bulamıyor anlatılan... Benim sıkıntım, neden sorusu ile ilgili... Bunun için vaktim elverdiğince yazıyorum . Kafam dolu, gözlem ve değerlendirmelerim var ve anlatmam lazım kendimi kendime...
İnsanlar mutsuz! En imanlı sandıklarınız bile mutsuz! Yaşam bulamayan bir din insanı hasta eder, çünkü insanın kökü psikolojidir ve psikoloji bütün vucudu yönetir.
Bakın ne söyleyeyim:
Üç vakte kalmaz bilim sese ulaşacak! Malum hiçbir ses yok olmuyor... Fezada gezişip duruyor sesler. Ayıklanıp bulunup bilinip tespit edildiğinde cümleler 'Bu şeytan icadı! Vurun kellelerini densizlerin' diyeceklere sermaye mermaye de kalmayacak...
'Yahu arkadaş amma da yazıyorsun! Sapla saman bu kadar da birbirine karıştırılmaz ki! sus bir!?'
Saman dayata dayata önümüze hayvan ettiniz bizi! Asıl sen kes sesini. Konuşmak istiyorum. Susmazsam ne olacak hem!?
'Geçmiş senin gibilerin kellesi ayrı vücudu ayrı gömüldüğü mekanlarla dolu! Yum gözünü, kapat beynini, tıka kulağını, çek elini, derin derin 'huuu' de... Haddini bil, kırarım bir yerlerini....'
Valla doğru! Aynen de öyle oluyor aslında ve kırmazlarsa da seni öyle bir mimliyorlar ki sana selam bile vermek haram oluyor! Adını çıkarıyorlar sekize, sıkıyorsa indirsin alem yediye!
Av.İsmail Arslan