Müslüman olsun, Hıristiyan olsun, Yahudi olsun, Türk olsun aslında her toplumda ortak aklın gereği iyi ve kötünün özellikleri hemen hemen aynıdır. Aslında ortak aklın gereği “Bana zarar veren her şey kötü ve yanlıştır” paradigmasına sahibiz. Tek eksikliğimiz bu iyi şeyleri sadece kendimiz için değil tüm insanlık ve çevremiz için istemememizdir. Hal böyle olunca insanları birçok ayırıma tabi tutup ötekileştirmenin anlamı yoktur. Bu dünya hepimizin fikrimiz, ırkımız ve bölgemiz ne olursa olsun birlikte yaşayacak toplumsal bir mutabakata ihtiyacımız vardır. Yeryüzünde iyi her yerde iyidir, kötü her yerde kötüdür. O halde insanlara bakış açımız şucu bucu olmaktan ziyade, İYİ VE KÖTÜ olmak üzere iki tip insan olmalıdır. İşte ahseni takvim ve esfeli safilin gerçeği de budur. Yani dünya da bütün çatışmaların temelinde, İYİ- KÖTÜ olmak üzere iki sınıf insan ve DOĞRU-YANLIŞ/HAK-BATIL olarak tanımlanan iki tip eylem-fikir vardır. İşte insanoğlu bu ikisinin arasında, bir o yana bir bu yana savrulur gider. İnsanlar arasında çatışmanın temelinde HAK arama yatar. Tek çözüm de HERKES İÇİN ADALETTİR. İnsanlar arasında, haklı-haksız, zalim-mazlum, olarak ta tanımlayabileceğimiz bu ayırımı körükleyen en büyük etken; birilerinin diğerlerini aşiret, ırk, dil, din, renk, bölge gibi nedenlerle ÖTEKİLEŞTİRME’sidir. Çatışma kendini her zaman haklı olarak gören BEN ve ÖTEKİ arasındadır. BEN her zaman kendini iyi-doğru ve haklı görür, ÖTEKİ ise her zaman kötü-yanlış ve haksız görülür. Eğer hedefimiz KÂMİL İNSAN yetiştirmek olup, birbirimizi ötekileştirmeye son verebilirsek çok büyük ölçüde azalacaktır. Bu açıdan Marksizm de bir hak arama hareketidir ancak ekonomik sorunlar için geçerli olan, ezen-ezilen sınıf tasnifi çatışmanın sadece bir parçasını tanımlar evrensel değildir. Bu ayırıma göre ekonomik problemler çözülse bile çatışma bitmez, başka alanlarda devam eder. Çin ve Rusya arasında olduğu gibi.
Yeni toplumsal sözleşme
Eğer çatışmasız bir dünya istiyorsak, insan yetiştirme konusundaki paradigmamız da “SADECE KENDİ İÇİN DEĞİL, HERKESE ADİL PAYLAŞIMCI VE GÜVENİLİR İNSAN” olmalıdır. Devrimi dıştan değil önce kendi içimizde yapmalıyız. Kendisinin bir kötülük görmemesini isteyen başkasına da kötülük etmemelidir. Adalet bekleyen adaletli davranmalı, çevresinden iyilik bekleyen de çevresine iyilik saçmalıdır. Markaları, sahip olunan mevki makam ve servetin yerine, “EMİN, GÜVENİLİR, PAYLAŞIMCI ve SORUMLU İNSANI” yani KÂMİL İNSAN” değerlerini yüceltirsek, toplumda saygınlığı güçlü olana değil, bu tip insana indirgersek birçok problemi daha kolay çözmüş oluruz. Ancak emin, paylaşımcı ve sorumlu insan “HERKES İÇİN ADALET” anlayışıyla hareket eder. Sorunun çözümü adil bir düzene dayanır. Ancak bu adalet, yalnızca kendi mensuplarımızın hakları değil HERKES İÇİN ADALET olmalıdır. Bu ilkelere en fazla uyması gereken yine Müslümanlar olması gerekir. Neden mi? Dünyanın en iyi üniversitelerinden biri olarak gösterilen Harvard üniversitesi, Hukuk Fakültesi Kütüphanesi girişine Kur’an’ı Kerim’den bir ayet astı. Adalet kavramını en iyi anlatan ifadelerin bir araya getirildiği “Adalet Sözcükleri” (Words of Justice) isimli sergi kapsamında, Nisa Suresi’nin 135. ayetine de yer verildi. Harvard Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrenci ve öğretim görevlileri tarafından tavsiye edilen 150 ifade arasından seçildi. Fakülte yetkilileri her bir deyişin tarihselliğini ve özgünlüğünü tek tek araştırdı. Sonuçta öne çıkan yaklaşık 25 deyiş fakülte duvarlarında sergilenmeye başlandı. Nisa Suresi’nin 135′inci ayeti en önde gelen 3 deyişten biri olarak kütüphanenin girişinde sergileniyor.
Fakülte yönetimi tarafından adaletin, “tarihteki en büyük anlatımlarından biri” olarak tanımlanan ayet, Aziz Augustinus ve Magna Carta’dan alıntıların bulunduğu giriş bölümüne konuldu. İnsanları, sonuçları ne olursa olsun adil olmaya çağıran Nisa Suresi’nin 135. ayetinde mealen şöyle deniliyor:
“Ey iman edenler! Haktan yana olup var gücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin. Allah için şahitlik eden insanlar olun. Bu hükmünüz ve şahitliğiniz isterse bizzat kendiniz, anneniz, babanız ve yakın akrabalarınız aleyhinde olsun. İsterse onlar zengin veya fakir bulunsun; çünkü Allah her ikisine de sizden daha yakındır. Onun için, sakın nefsinizin arzusuna uyarak adaletten ayrılmayın. Eğer dilinizi eğip bükerek gerçeği olduğu gibi söylemekten çekinir veya büsbütün şahitlikten kaçarsanız, iyi bilin ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.”
Tabi İslam dinindeki bunun gibi ilkeler, yönetimin seçimle işbaşına gelmesi gibi Magna Carta’dan 600 sene önce Müslüman toplumun anayasasına girmiştir. Bu yüzden diğer inançlardaki insanlarla, bir arada yaşama için bir TOPLUM SÖZLEŞMESİ niteliğinde olan Medine Sözleşmesi, sadece krala karşı İngiliz baronlarının haklarını güvence alan Magna Carata’dan çok ileri ve üstündür. Müslümanlar daha sonra seçimle yönetimin işbaşına gelmesi ilkesini yürütememişler (Batılılarda 19. Yüzyıldan sonra) ancak adalet ilkesi yeryüzünde yüz yıllarca diğer toplumlardan daha iyi uygulandığı bir gerçek. Her dilden, dinden, renkten insanı bir arada yaşatmasını bilmişlerdir. Bu yüzden olsa gerek ABD'li astrofizikçi, tarih ve hukuk profesörü Michael H. Hart 1978 yılında yayınladığı “Dünya tarihine yön veren en etkili 100 kişi” isimli eserinde 1. sıraya Hz. Muhammed’i koymuştur. Prof. M. Hart’ı bu konudaki düşüncelerine bakalım “Dünyanın en etkili insanlar listesinin başına Hz. Muhammed'i koymam bazı okurları şaşırtabilir, bazılarını da kuşkuya düşürebilir, ancak Hz. Muhammed tarihte, hem dini hem de laik düzeyde üstün başarılı olan tek insandı.” Prof. M. Hart, Cornell Üniversitesi’nden edebiyat, New York Hukuk Fakültesi'nden hukuk, Adelphi Üniversitesi'nden fizikte master, Princeton Üniversitesi'nden astronomide doktora dereceleri vardır.