Bunlar her iki akımın en belirgin özellikleridir. Ekolojik düşünce ve anlayış İNSANI üstün tutan toplumcu bir yönetim ve medeniyetten yana, egolojik anlayış MADDEYİ ve gücü üstün tutan bir medeniyetten yanadır. Geçmişe ve günümüzdeki oluşumlara, bu kıstaslarla baktığımızda tam bir ekolojik-insani oluşumu görmek çok zordur. Egolojik anlayışı da tek kelime farkıyla benzer şekilde özetleyebiliriz, “Kendileri için adalet ve iyi bir dünya”. Bunca savaş ve kavga sadece tek bir kelime farkından kaynaklanması inanılacak gibi değil! Genelde ilahi dinlerin aslı ekolojik anlayıştadır. Uygulamada bazı terslikler de olsa, her hareket bir teoriye dayanır. Daha ilk başta seçilen anlayış doğru olursa, pratikte yapılacak hatalar da azalır. Özellikle günümüzde gelişen ilmi ilerlemeler ve savaşların getirdiği tahribat, , aklın ve iyi bir dünya kurmanın yolu bir olduğundan, insanları daha sağlıklı düşünmeye sevk ederek, birlikte yaşanılacak bir dünya kurma yolunda ilerlemeler yadsınamaz.
Günümüzde egolojik oluşumların kendi içinde ırk, inanç ayrımcılığı büyük ölçüde kalkmış hak ve adaletin çok ileri olduğu Kuzey Avrupa’da bazı oluşumlar gözlenmektedir. İslami ülkeler ve özellikle zengin olanları, ABD gibi, kendi dışında olan insanlara karşı, Müslüman da olsa hak-hukuk tanımamaktadırlar. Ancak ortak aklın gereği, özellikle yaşanılacak bir dünya için çevre ve hayatın korunmasının önemi, çevreyi tam bir talan eden Kapitalist ülkelerde de artık gerçeği gibi anlaşılmıştır. Bu ülkelerde maddeye tapmayan, hayattan, kurulu düzenden ve insanlıktan yana, sağduyulu insan sayısı gittikçe artmakta ve kendi ülkelerinin de olsa, haksız ve adaletsiz uygulamalarına karşı ortak akıl geliştirilmektedir. Ne enteresandır ki geçmişin barbar Vikingleri olan Kuzey Avrupa ülkeleri Kapitalizm’in vahşiliklerine dur diyebilmişlerdir.
Çatışmaların panzehiri ADALET
Dış bir gücün hâkimiyetinde özgürlüğün olmadığı yerde hak, adalet yok olup zulüm vardır. Özgürlük ve bağımsızlık savaşı iki toplum ve ülke arasında olan gerçekte hak arama, adaletsizliklere karşı bir baş kaldırıdır. Nasıl ki insanlık egonun elinde zalimleşirse adalet ve haktan yana olmakla da kahramanlaşır. İnsanlık tarihinde az da olsa “Kendisi ihtiyaç halinde olsa da” başkalarının hakkını koruyup, gerçek bir adalet anlayışıyla can vermiş bu tür kahramanlar vardır. ABD’li BARIŞ ve ADALET VAKFI aktivisti 23 yaşındaki Rachel Corrie, Gazze’de bir Filistinlinin evini yıkmaya çalışan İsrail buldozerinin paletleri altında can vermesi, ekolojik anlayışın erdemlilik hareketi adına tam bir kahraman olarak anılacak bir isimdir. İnsanlık tarihindeki çatışmaların büyük çoğunluğu inanç ve ırk temelline dayalı “Hak arama” yatar. Fikirler ne olursa olsun, insanlığın adalet arayışı, “Hak ve Adaleti arayan aslî çatışma” değişmemektedir ancak herkes için adaletin olduğu yerde özgürlük olacağından, kimliğin korunması sorun olmaktan çıkacağı unutulmamalıdır. Çeşitli kimliklerden oluşan bir devlette, kimliklerin birbirlerine göre üstün hakları olmayıp, her kimlikteki insanın eşit haklarda olduğu bir ortamda, kimse özgürlük ve bağımsızlık peşinde koşmaz. HAK VE ADALETİN OLMADIĞI YERDE NE ÖZGÜRLÜK NE DE BAĞIMSIZLIK VARDIR. ANCAK HAK VE ADALET ANLAYIŞININ HAKİM OLDUĞU SİSTEMLERDE YÖNETİMDE EHİL İNSANLAR YER ALIR. Çünkü böyle sistemde EHİL VE GÜVENİLİR İNSAN en değerli varlıktır. Yoksa ben ve bizim adamımız öndedir.
Bu yüzden insanlık; ötekileştirdiklerine karşı hak ve adalet anlayışında olmasa da kendi taraftarlarına karşı adil olan yönetimleri, bir ehveni şer misali tercih etmişlerdir. Böylece yeryüzünde kurulan hâkimiyetler, sadece kendileri için de olsa, adalet açıkça çiğnenmediğinde ve insanca yaşanılacak pay verildiğinde, diğerlerinden daha uzun sürmüştür. İşte bu yüzden, günümüzde egolojik anlayışın zirve yaptığı ABD ve birçok Batı ülkesi; kendi içlerinde dünyanın diğer ülkelerine göre daha düzenli ve adil olduklarından, insanlar bu ülkelere göç etmek için can vermektedir.
Bu gün Kapitalist dünya insanların kimliğine ve inancına bakmadan kapılarını açması bizi şaşırtmasın. ABD kendi sistemini-gücünü ayakta tutmak için, “Kim olursan ol gel” demiyor. “Benim işime yarayacak ve bana hizmet edeceksen” gel diyor. Yeter ki “Bize güç verecek bir kapasiten olsun” demekle egodan yana tavır aldığı bir gerçektir. Tam bir Madde-Pragmatist-çıkarcı anlayışla kedisine güç verene, o da bir şeyler sunmaktadır. Maalesef bu durum, onların daha uzun süre ayakta kalmalarını sağlamaktadır. Hal böyle iken-başka bir tercihimiz yoksa-kabadayının daha iyisine, daha insaflısına hizmet edene ne mutlu. Ancak ideal bir ortam bulamasak da inanç ve fikir olarak ideal bir anlayışı benimseyip, böyle bir dünya kurma çabası içinde olmalıyız. Öte yandan varlıklı Kapitalist ülkelerde ekonomik sorunlar büyüdükçe, ezen-ezilen sınıf ayrışmasından ziyade, kimlik eksenli ırkçı partiler yükselerek DİN VE IRK gibi asıl kimlikler tekrar ön plana çıkarak, ötekileştirme yine artmaktadır. Yakın geçmişte Osmanlı ve günümüzde Marksist düşünce pratikte bazı egolojik özellikler taşımasına rağmen ekolojik özellikleri daha ağır basmaktadır. Marksizm, teolojik olarak materyalist olduğu halde pratikte maddeyi değil insanı ve insan hakkını üstün tutar. Doğu toplumlarında da benzer özelliktedir. Bu yüzden bu toplumlar bulundukları yerlerde yaşamakla yetinmişler ve bugün teknolojik olarak güçlenmiş oldukları halde emperyalist çatışmalardan uzak durmaktadırlar. Marksizm’in emperyalizm tanımı bizim zalim-batıl tanımızla uyuşmaktadır. Ancak sadece işçi sınıfına dayanması bir fikir-düşünce yerine burjuvayı toptan ötekileştirmesi ve insandaki egonun tam farkına varamaması onun eksikliklerindendir. Yoksa her iki anlayışta sömürüye ve emperyalizme karşı ayni şeyleri düşünmektedir. Marks’ın emperyalizm tanımı çatışmaların önemli bir kısmını izah edebilir ancak tamamını değil.
Kimlik ne olursa olsun, çatışmanın asıl temeli çözecek “Herkes için iyi şartlarda bir dünya” idealidir. Diğer bir tabirle; “herkes için adalettir” Böyle bir ortamda özgürce yaşanan kimliklerden dolayı, insanlar hangi anlayış ve davranışın doğru olduğunu daha kolay anlayabilir ve mantık dışı aile kimlikleri yerine daha mantıklısını seçebilir. Eğer insanlar kimliklerini bir araştırma sonucu değil de aile ve toplumlarından miras alıyorsa-ki insanların %99,9’u böyle-bu durumda kimlik üzerinde bir ayırım ve ötekileştirmenin bir anlamı yoktur. İnsanlık binlerce yıllık zaman dilimi içinde bir sürü mantıksız düşüncelerle param parça edilmiş, ırk ve inançlara ayrılmış ve aralarında bir sürü yapay sorunlar ve bunlardan kaynaklanan ön yargılar oluşmuştur. Bu ayrılıklardan kurtulmamız gerekir. Bu yüzden hâkimiyet savaşları diyeceğimiz, sömürü savaşları da bağımsızlık savaşları da kimlik üzerinden yürütülmektedir. Kimliğinde temelinde yine egolojik anlayış yatar. İnsanların arasında veya kimliklerin arasında kendini üstün gören her hareket ego temelli şeytani bir düşüncedir. Gerçek de, insanlar arasında bir sınıflandırma yapılacaksa bu davranış üzerinden, belirlenmiş İYİ-KÖTÜ kurallar üzerinden yapılmalıdır. Hangi toplum, ırk, inanç olursa olsun gerçekte biri İYİ diğeri KÖTÜ iki tip insan vardır. Burjuva denilen zengin sınıf arasında da işçi sınıfı arasında da iyi-kötü insan bulunur. Bir toplumda bulunan herkes suçlu ve kötü olamaz. Çünkü kötü olan davranış ve bunun temelindeki fikir ve inançtır. Bu yüzden suç şahsidir. Müslüman-Hıristiyan-Türk-Alman vs. her birisinde iyi de kötü de bulunur. Maalesef insanlar ırk ve inanca göre toptan ötekileştirildiği için bir bebek bile dünyaya potansiyel suçlu ve düşman olarak gelmektedir.
İnsanları sadece ekonomik açıdan sabit sınıflara bölmek yerine, fikir ve davranış biçimlerini, inanç ve ırk dâhil; haklı-haksız, zalim-mazlum ve iyi-kötü, doğru-yanlış veya ekolojik egolojik şeklinde tanımlanmalıdır. Bunların da bir ölçüsünü ortaya koyarak, hiçbir ayırım yapmadan, insanları haklı-doğru ve iyi olan değerlere çağırmalıyız. Ayni ırk ve ayni inanç sahibi insanlar, mezhep gibi basit bir yorum farklılıklarında veya ayni ırktan olanlar basit bir siyasi lider farkından bile büyük çatışmalar içine girebilmektedir. Egomuz ve sebep olduğu doymak bilmez hırslarımız bize hâkim olursa, ne kardeş dinler ne inanç…
Mesele olan hırslarımızın bizi değil, bizim hırslarımızı yönetmemizdir. Yoksa GERÇEK ÖZGÜRLÜK hayaldir. Asıl en büyük EMPERYALİST EGOMUZDUR. Biz dışımızda olana odaklanmışız ama bizi asıl sömüren ve bizlere, ÖTEKİLEŞTİRTTİĞİ diğer insanları da sömürttüren odur. Yeryüzünde kendilerini üstün gören egoist anlayışlarla, insanlığın, insanca yaşayabilecek bir âdil paylaşım, hak arama ve İNSANLIK İÇİN DOĞRU BİR SİSTEM ARAMA ve KURMA MÜCADELESİ bitmeyecektir.