İhsan ÖZKAN

Varlık ve Nûr

İhsan ÖZKAN

Cansız denilen nesneler dahil tüm varlık alemi hayat ve şuur sahibidir. Molla Sadra, var olma eyleminin şuuru gerektirdiğini söyler. Bu şuur, şeylerin var olma derecesine göre farklılık arz eder. Molla Sadra’ya göre ‘Varlıkta hasıl olan her şey bilkuvve olarak bile akledilir olmaya muktedirdirler.’(İttihad,s.71) Lakin, Akıl sahibi insanların çoğu ilim, kudret ve iradenin tıpkı varlığın onlara nüfuz edişi gibi taşlar ve cansız cisimlere nüfuz ettiğini anlamaya muktedir değildir.’ (Sadra, Esfar, III, 1) s.335-336. Tüm evren canlıdır ve şura sahiptir ancak her varlık bu kozmik hayatiyete farklı derecelerde katılır. 

Her varlığın hayatiyet sahibi olması, varlığının bilincinde olması ve şuurlu olması ne muhteşem bir şey. Düşünsenize; toprak, taş, ağaç bütün varlıklar var olduğunun farkında. Yüce Allah bunları bize musahhar kıldığı için taşı yontabiliyor, ağacı kesip ahşap malzemeleri üretebiliyoruz. Ağacın kendisinin kesilmesine izin verecek kabiliyette yaratılması, Allah'ın koyduğu yasalara uyduğunun farkında olması, bizlerin de eşyaya ve varlığa yaklaşırken hassas olmamızı, onların yaratılışına uygun davranmamızı gerektirir. Bu varlıkları Yüce Allah bize musahhar kıldığı için bolca teşekkür etmeliyiz.

İsra suresi 44. Ayeti Kerimede Cenabı hak şöyle buyuruyor: ‘Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O'nu tesbih eder; O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur, ’ Hamd, sırf yaratıldığı için varlığın yaratıcıya minnet duyması, teşekkür etmesidir. Şükür ise varlığa verilen nimet karşısında kulun minnet duymasıdır. Yaratıldığımız ve Cenabı Hakk'ın ruhumuza kendi ruhundan üflediği için, bizi nimetlerle donattığı için kendimizi seçilmiş ve özel hissetmeliyiz. Başka türlüsü körlüğe girer. Nankörlük ise insanları imandan uzaklaştırır.

Sadece yaratılmış olmakla bile ne kadar büyük bir nimete sahip olduğumuzu çok fazla unutuyor olmalıyız ki Yüce Rabbimiz namazlarda Müslümanlara Fatiha suresinin başında geçen, ‘Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun’ cümlesini günde 40 defa tekrar ettiriyor.

Canımın canını, güzeller güzeli rahmetli anneciğim çiçeklerle sohbet eder, onları koklar, onları öperdi. Bazen beni de öpsün diye saksıların dizildiği sıranın sonuna oturup sıramı beklerdim. Solmaya yüz tutmuş bazı çiçeklerin bu sevgi seli karşısında nasıl canlandığını hayretle müşahade ederdim. Anneciğim alim değildi ama arifti. Bir gün küçükken taşları bir duvara fırlatıyordum. Anneciğim dedi ki yazık değil mi oğlum, taşında duvarında canı var, onlara eziyet etme dedi. Ben de taşın ne canı olacak ya demiştim. Demek ki taş da olsa bütün varlıklara saygı duymak, varlıklara sevgi ve rahmet eksenli yaklaşmak, yaratılışına uygun davranmak gerekiyormuş. Ben rahmetli Anneciğimin o sözünü çok sonraları anladım. Rabbim mekanını cennet etsin, makamını âli etsin, ahirette bütün müminleri birbirine kavuştursun. Annesizlik tarif edilemeyecek kadar zor, kapanmayan bir yara.

Varlıklar, fıtrî kemallerine ulaşmak için tabii bir eğilime sahiptirler. Bu kemal her canlıda varlık tarzına ve haline bağlı olarak değişir. Tohum ağaç olmak, ağaç meyve vermek, meyve olgunlaşmak ister. Kalem yazmak, yazı bir mana ifade etmek, mana hakikati ortaya çıkarmak ister. Bu arzu ve istek her varlık mertebesinde bil kuvve olarak bulunur. Hiçbir sebeple varlık, illeti olmadan var olamaz. Zira bu, onun kemali ve tamlığıdır.( Sadra, Esfar, III, 2, S. 149).  Taha süresi 49 ve 50 inci ayetlerde hazreti Musa ve Harun'un firavunun karşısına dikildiklerinde aralarındaki konuşmadan bahseder. Firavun sizin rabbiniz kimdir diye soruyor. Bir cümleyle harika bir cevap geliyor. Bizim rabbimiz, her şeyin yaratılışını takdir edip sonra da onu yaratılış amacına yönlendirendir. Bu diyalog sırasında Hazreti Musa ve Harun, ilahlık iddiasında bulunan Firavun'a bilerek Yüce Allah'ın Rab ismini sık sık kullanıyorlar. Çünkü Rab, terbiye edicidir, terbiye ettiklerini denetler ve gözetler. Ona müdahale eder. 

Yüce Allah Fatiha suresi birinci ayeti kerimede geçtiği şekliyle alemlerin Rabbidir. Yani bütün kâinatın ve yaratılan her şeyin rabbidir. Rabbimiz, sadece insanların Rabbi değildir. Taha suresi 50. ayette belirttiği üzere yarattığı her şeyi yaratmakla kendi haline bırakmaz. Onun yaratılış amacını, görevini, fıtratını o varlığa yükler. Yarattığı varlıklarda bu görevlerini Allah'a boyun eğerek yerine getirirler. Hac süresi 78. ayette Yüce Allah ‘Göklerde ve yerde bulunan bütün varlıkların, güneşin, ayın, yıldızların, dağların, ağaçların, hayvanların Allah’ın emrine amade olduğunu görmez misin’ buyuruyor. Bu ayeti kerimede göklerde ve yerdeki varlıklardan bahsederken insandan bahsediyor gibi Arapçadaki ‘men’ kelimesini kullanması, bu varlıkların da insanlara benzeyen yönlerinin olduğuna, varlıklarının bilincinde olduğuna işarettir bana göre. Tabii ki en iyisini Allah bilir. İsabet ediyorsak Yüce Allah'ın bahşettiği ilim ve Hikmet sayesindedir. Hatta ediyorsak nefsimizdendir.

Demek ki Yüce Allah, insan dahil yarattığı bütün varlıklara yaratılış amacını yüklüyor. Daha sonra insanın hayatı boyunca özüne dönmesi, kendini bilmesi ve tanıması için sayısız emareler ve ayetler gönderiyor. Nefes alıp vermemizden tutun, gördüğümüz görmediğimiz her şeye hikmetle baktığımızda, bize rabbimizi işaret ediyor. İnsan, hayatında Yüce Allah’ı uzaklaştırdıkça, hayatın anlamından ve amacından da uzaklaşır, vahşileşir, kendi çıkarından başka hiçbir şeyi düşünemez. Kâf süresi 16. Ayeti Kerimede geçtiği şekliyle Yüce Allah bize şah damarından daha yakındır ve hayatın, evrenin, her yerini kuşatmıştır. Ahzap sûresi 41. Ayeti Kerimede Cenab ı Hak ‘Ey iman edenler, Allah'ı çokça zikredin’ buyurmaktadır. Arapça da zikir kelimesinin en çok kullanılan anlamı hatırlama, anma ve anlatmadır. Allah'ı zikretmek, sürekli Allah demek değildir. Ağzımız, organlarımız, kendi dilleriyle Allah'ı zikretmekte ve ona boyun eğmektedir zaten. İnsanın Allah'ı çokça zikretmesi demek, hayata her an müdahil olan Yüce Allah'ı hayatımızdan dışlayarak kendimize yazık etmemiz demektir, yarattıkları karşısında hakikati hayret makamında temaşa etmektir, hayır ve güzel olan her şeyin sebebini Allah'a bağlamaktır, makro ve mikro âlemde yaratılan her varlığın bir yaratılış amacının ve hikmetinin olduğunu bilmektir.

Varlıklar zuhur ederek hakikatlerini, manalarını ve gayelerini bulurlar. Çünkü bunlar, Yüce Allah tarafından kendilerine bahşedilir. Varlığın gizli ve saklı iken ya da yokken bilinir hale gelmesi demek ışıkla ve aydınlıkla temas etmesi demektir. Çünkü zifiri karanlıkta hiçbir şey göremeyiz. Bu yüzden Molla sadra, ‘varlık nur ve zuhurla aynıdır’ der.(Sadra, Kaşaniyye, s.137). Nitekim Nur süresi 35. Ayeti Kerimede Yüce Allah'ın yerin ve göklerin nuru olduğu ifade ediliyor. Nisa süresi 174. Ayeti Kerimede Kuran'dan ‘Nur’ ismiyle bahseder ve Kuran da diğer varlıklar gibi Allah'tan aldığı nuru yansıtır. Var olmak, nur ve zuhur hallerine bürünmek demektir. Varlığa gelmek, aydınlıkla beraber ortaya çıkma halini ifade eder. Nur ile zuhur eden hem kendini hem etrafını aydınlatır. Hakikatin nuru, bu aydınlığın ortaya çıkma sürecini ifade eder.

İmam Gazali, Mişkatül Envar adlı eserinde her şeyi aydınlatan ve varlığa çıkartan ‘gerçek nurun’ Allahu Teala olduğunu söyler. Genel manada ışık, zuhur demektir. Zuhurun 2 manası vardır. Ortaya çıkma ve ortaya çıkarma. Güneşin hem kendini hem de başka şeyleri aydınlatması gibi hakiki nur da ışığını yayarak varlıkları aydınlatır. Gazali’ye göre ‘Nur'un sırrı ve ruhu idrake zuhur etmesidir.’ Zira idrak, tıpkı gözün doğal ışıkla görmesi gibi ancak akli nurun varlığıyla mümkündür. Nasıl gözlerimiz karanlıkta olan şeyleri görmezse, zihnimizde aydınlanmamış kavramları ve gerçekleri idrak edemez. Fakat akıl, gözden daha fazlasını görebildiği için ‘nur’ adını almaya daha layıktır. Akıl, görünenlerin ötesine geçerek varlıkların hakikatini görebilir. Çünkü bütün varlıklar aklın tasarruf alanındadır.

Yorumlar 1
Osman Ezim 11 Nisan 2024 14:40

Nankörlük ise insanları imandan uzaklaştırır gel bunu nankör insanlara anlat müslüman olarak gezen nankörlere

Yazarın Diğer Yazıları