İhsan ÖZKAN

Var mıyım?

İhsan ÖZKAN

Bir şeyin varlığı, onun mahiyetini (özünü, neliğini, kimliğini) belirler. Yani varlık mahiyetten önce gelir. Örneğin bir mücevheri düşünelim. Mücevherler, sarrafların vitrinlerini süsleyen; bilekğe, boyuna, kulağa takılan değerli eşyalardır. Mücevherin hangi cins olduğu, mahiyetinin ne olduğunu öğrenebilmemiz için öncelikle onun var olması gerekir. Var olmayan bir şeyin mahiyeti, cevheri, arazı, niteliği, rengi, cinsi olmaz. Dolayısıyla ben kimim? Özelliklerim ne? Nasıl bir varlığım? gibi sorulardan önce Var mıyım? sorusunu sormamız gerekiyor. ‘Ben neyim’ sorusunun cevabı, nasıl Var oluyorum sorusunda yatar.

Var mıyım sorusuna sağlam bir cevap verdikten sonra ‘Niçin varım ve Nasıl var olmalıyım’ sorusunu sorabiliriz. Sebepler dünyasında yaşıyoruz. Kanunu koyan Yüce Yaratıcı düzeni böyle kurmuş. Her şeyin bir sebebi ve hikmeti var. Evinize bir mobilya aldığınızı ve akrabanızın hayırlı olsuna geldiğini düşünün. Mobilyayı nereden, kaça aldığınızı sorunca sizde biz almadık, kendiliğinden mobilya buraya geldi deseniz akrabanız sizin akıl sağlığınızla ilgili ne düşünürdü acaba? Kainatta hiçbir şey sebepsiz meydana gelmez. Bu sebepleri bilmek ilimdir. Sebeplerin arkasındaki hikmeti anlamaksa irfandır. Kendinize bir sorun ‘Var mıyım’ diye. Bazılarınızın, yazar kafayı yedi herhalde dediğini duyar gibiyim. Olmasak bu yazıyı nasıl okuyalım diyebilirsiniz. Var mıyım diye sorgulama yapmamız; var mıyım-yok muyum anlamında bir sorgulama değildir. Var olmamı gerektiren sebepler nelerdir? Bu sebepleri biliyor muyum? Neyi yaparsam yada yapmazsam varım diyebilirim? Hangi hal üzere olursam yok hükmünde gibi olurum? gibi sorular sormamız dır. Necip Fazıl’ın Sakarya şiirinde söylediği; ‘siz hayat süren leşler, sizi kim diriltecek’ sorusu var mıyım sorusuyla eşdeğerdir.

Var mıyım sorusuna sağlam bir cevap verdikten sonra ‘Niçin varım ve Nasıl var olmalıyım’ sorusu varlık biliminden ahlaka geçiş yaptığımız yerdir. Aslında varlık bilinciyle ahlak arasında mesafe olduğunu söylemek biraz zor. Var olmamızı, nasıl var olmalıyım sorusundan bağımsız ele alırsak varlığa ve insana dair bir şey öğrenemeyiz. Varlık nedir sorusunu soran insan, nasıl var olmalıyım sorusunu sormak zorundadır. Evrende kaç çeşit maden yahut bitki olduğunu öğrenmek elbette faydalıdır ama ‘Neden varım ve Nasıl var olmalıyım’ sorularına katkı sunmadığı müddetçe bunların malumat olmanın ötesine geçmesi mümkün değil. Var olmak, bilmek ve kendimizi bulmak için malumat değil ilim ve hikmete ihtiyacımız var.

Varlık üzerine düşünmek demek onun fiziki özelliklerini değil anlamını ve hikmetini düşünmektir. Bazen öğrencilerim, domuz madem pis hayvan neden yaratıldı diye soruyor. Domuz etinin haram oluşu hayvanın suçu değil. Bu hayvanlar yeryüzünün çiftçileridirler. Böcek aramak için boynuzlarını toprağa geçirir ve toprağı sürer. Aynı zamanda doğanın çöpçüsüdür. Bu hayvanın etinin haram oluşunun hikmetlerinden biri de insanın domuzlaşmaması içindir. Bu hayvan yemek ve üremek konusunda hiçbir sınır tanımaz.  Hadsizdir. Kendisine sınır koymayan insan haddini aşar ve domuzlaşır. Hangi varlık olursa olsun bir anlam ve amaca binaen yaratılmıştır. Her varlık evrenin içindeki ahengi sağlar ve bu ahengin bozulmasına müsade etmez. Biz insanlarında bu ahengi bozmamamız icab eder. Her günah işlediğimizde fesad çıkarmış oluyoruz. Tabiatın ve kendimizin dengesini bozan bir adım atmış oluyoruz. Üretim ve tüketim çılgınlığı yaşadığımız bu yüzyılda dünyanın kaynaklarını hızla tüketerek ve kirleterek fesad çıkarmış oluyoruz. Rum suresi 41.Ayeti Kerimede Yüce Allah şöyle buyuruyor: İnsanların kendi işledikleri kötülükler nedeniyle karada ve denizde fesad ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazılarının sonuçlarını dünyada onlara tattıracaktır.

Molla Sadra gibi düşünürlere göre kayalar, taşlar, ağaçlar, okyanuslar, denizler, bulutlar, gökler şuur sahibidir. Bunların varlık mertebeleri insan ve hayvana göre daha aşağıda olduğundan şuurları da ona göre olacaktır.

Varlık tek boyutlu olmadığı için onun zuhuru da farklı mertebelerde gerçekleşir. Güneş, ay, yanan bir kibrit; hepsinin de ışığı vardır. Fakat aralarında derece farkı vardır. Ay, ışığını güneşten aldığı ışıkla yansıtır. Yanan bir kibritin ışığı güneş ve aydan daha azdır. Kibritin ışığı az diye hiç yok diyemeyiz ya da güneşe ve aya göre daha az ışık yayıyor diye ışık saçmaz diyemeyiz. Kaynağa en yakın olan daha fazla ışık saçar. İnsanda böyledir. Yüce Allah göklerin ve yerin nuru olduğundan Allaha en yakın olan ondan aldığı ışığı en fazla yayandır. Allahtan uzaklaştıkça ışığımız söner, hayvani dürtülerimiz ve duygularımız artar, karanlıklar içinde yolunu bulamayan şaşkınlar gibi kalakalırız. Yüce Allah Enam Suresi 39. Ayeti Kerimede ‘Ayetlerimizi yalanlayanlar, karanlığa mahkum olmuş sağırlar ve dilsizlerdir’ buyuruyor. Zifiri karanlık bir odada kör, sağır ve dilsiz olarak ömrünüzü geçirdiğinizi düşünün. Ne büyük felaket. Ayetleri yalanlayanlarla, ayetler yokmuş gibi davrananlar arasında fark var mı sizce? Çağımız müslümanlarının hali pür meali bu. Basit bir örnek verelim. Yapılan bir araştırmada Türkiye’de insanların yaklaşık yüzde yetmişi, başı sıkışınca yalan söyleyebildiğini çok rahat bir şekilde itiraf ediyor. Halbuki tövbe edinceye kadar yalan söyleyen birinin mümin kalması mümkün değil. Mümin demek adı üzerinde, emin ve güvenilir olan demektir. İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Türkiye’de yayınlanan her iki haberden birinin yalan olduğunu ve bu konuda dünya birincisi olduğumuzu söylüyor. Yalan ve dünya birinciliği. Vah ki vah. Yaşarken, hayatımızda Allah yokmuş gibi yaşıyoruz.

Varlıkların şuurlu olmasıyla ilgili konu İslam Felsefesinde Teşkikü’l Vucud kavramı adı altında uzun uzadıya işlenmiştir. Buna göre güneş, ay, kibritin ışığının yoğunluğu ile anlamın yoğunluğu doğru orantılıdır. Yani kibrite göre güneşin anlam yoğunluğu çok daha fazladır. Bu yüzden Yüce Allah varlık düzeninde bir hiyerarşi kurmuştur. Her varlık kendi bulunduğu dereceye göre şuur ve anlam yoğunluğuna sahiptir. İnsan bu varlık mertebelerinin üst sıralarındadır. Hafazanallah insanın, davranışlarıyla ve düşünceleriyle şeytandan bile aşağı mertebeye düşme ihtimali vardır. Varlık mertebesindeki inişler ve çıkışlar varlıkların içinde sadece insana has bir durumdur.

Tefekkür yoluyla varlığın anlamını ve hikmetini anlamaya başladığımızda neden varım ve nasıl var olmalıyım sorularını sormaya başlarız. Varlığa odaklanıp insanı ihmal etmek ya da insanı merkeze alıp diğer varlıklara emir erimizmiş gibi görmek insanı saptırır. Bizi özel kılan şey, evrenin içindeki düzene ayak uydurup fesat çıkarmamaktır, kişisel nuzül sebebimizi gerçekleştirmektir. Her insanın özel yeteneklerinin olduğunu düşünüyorum. Bu yetenekleri açığa çıkarmadığımızda kendimize haksızlık yapmış ve dünyayı kendimizden mahrum etmiş oluruz. 

Her şeyimizi, değerimizi Allah'tan aldığımızı unutmayalım. 

Yazarın Diğer Yazıları