İslam; hakikat peşinde koşan, doğruluk ve güzelliği kendine ilke edinmiş insan modeli vaaz eder. Kulluğumuzun ana ilkeleri doğruluk ve güzellik olmalı. İşlerimiz hem doğru hem güzel olmalı. Şairliğimiz, hikayeciliğimiz, öğretmenliğimiz, esnaflığımız, anneliğimiz, babalığımız, akademisyenliğimiz, hayatımız doğru ve güzel olmalı.
Son dönemlerde işlerimizin güzellik boyutu ön planda değil. Daha çok Kuranı doğru anlamaya, inancı doğru yaşamaya, sünneti doğru anlamaya çalıştık. Bu amaçla bir çok vakıf, dernek, kurum, mektep kuruldu. Sayısız kitap, dergi, makale, ansiklopedi yayınlandı. Sayısız panel, konferans, toplantı yapıldı. Amaç insanların inancın ve amellerinin doğru olmasıydı.
Kayseri de binden fazla vakıf ve dernek var. Bunların hangisine giderseniz gidin fakirlere mutlaka yardım ediyorlar. Peki sanatla kaç tanesi ilgileniyor. Kaç tanesi sinemacı, fotoğrafçı yetiştiriyor. Kaç tanesi ebru, minyatür, tezhip, tasavvuf musikisi, hüsn-i hat, ney gibi sanatlarla uğraşıyor ve bu konuda adam yetiştirmeye çalışıyor. Hadi onu da geçtim. Kaç tanesi bu sanatlarda okuyan ya da yetişen öğrencilere burs veriyor. (Benim çocuğum sinema bölümü okuyor diye söylemiyorum:)) Cevap sıfıra çok yakın.
Bütün bu çabalar sonunda hayatını doğru yaşayan insanlar çoğaldı. Allah’ın muradına, Resulullahın sünnetine uygun yaşayanlar, orucu, zekatı, haccı düzgün bir şekilde ifa etmeye çalışan Müslümanların sayısı arttı. Kurulan vakıf ve dernekler sayısız doktor, mühendis, avukat, ilim adamı yetişmesine vesile oldu. Hatta iddia ediyorum bu günkü Müslümanlar bilgiye ulaşma ve öğrenme açısından, İslami bilgiler konusunda sahabeden daha ileride.
Bütün bunlar yapılırken önemli bir şey ihmal edildi. ‘’Güzellik’’, ‘’Sanat’’ ve ‘’Estetik’’. Doğru insan yetişsin diye talebelere burs verdik ama sanata, estetiğe, güzelliğe yönelmiş talebelere burs vermedik. Camiler, Mescitler, binalar inşa ettik ama bunları beton yığınına çevirdik. Anadolu da örnek alacağımız bir çok cami, medrese, han, hamam, bedesten örnekleri var. Hepsi de bizim eserlerimiz. Bu mimarilerin özünü kavrayıp daha da geliştirmemiz gerekirken neden bu kadar zenginliğimizin içinde beton yığınları yükseliyor. Çünkü güzeli ihmal ettik, dibimizdeki güzellikleri göremedik. Mimarimizin ve estetiğimizin güzelliklerini, özünü, felsefesini kavrayamadık.
Örneğin Osmanlı şehirlerine ve yerleşim yerlerine baktığınızda doğayla uyum görürsünüz. Bir ev yapılacağı zaman başkasının manzarasının kapanmamasına özen gösterilirmiş. Kapıda iki tokmak olurmuş, ince sesli tokmağa vurulursa gelenin bayan olduğu anlaşılırmış. Evin içindeki mahremiyete çok önem verilirmiş. Şehrin sokakları günümüzde olduğu gibi cetvelle çizilmiş gibi değilmiş, hayatta olduğu gibi şehirde de çıkmaz sokaklar olurmuş.
Şiirde, edebiyatta, müzikte, siyasette, ticarette de her şeyi doğru yapıp güzelliği ihmal etme hastalığımız devam etti. O yüzden doğruyu söylerken güzelce söylemeyi ihmal ettik. Hatta birbirimizle dini konuları konuşurken, Allah’ın mucizevi, güzeller güzeli kelamını birbirimize sıkacak kurşun haline getirdik. Nasıl becerdiysek, birbirimize ayet ve hadislerle hakaret eder olduk.
İnsanımız büyük sanatçılarla tanıştığında sükût-i hayale uğradılar. Çünkü sanatları gibi güzel ahlakları gelişmemişti.
Oysa Yüce Rabbimiz Bakara suresi 263. Ayeti Kerimede şöyle buyuruyor: Güzel bir söz ve kusurları bağışlama, ardından eziyetle gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah'ın kimsenin yardımına ihtiyacı yoktur. O, ceza vermekte hiç acele etmeyendir.
Size bir selâm verildiğinde ya daha güzeli ile veya dengi ile karşılık verin. Allah, her şeyin hesabını tutmaktadır. (Nisa, 4/86)
O ki, yarattığı her şeyi güzel yaptı. (Secde, 32/7)
İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel olan davranışla sav; o zaman bir de göreceksin ki seninle aranızda düşmanlık bulunan kimse kesinlikle sıcak bir dost oluvermiş! (Fussilet, 41/34)
Allah indinde güzellik o kadar çok ön plandadır ki kendi isimlerini Esma’ül Hüsna, yani isimlerin en güzeli olarak nitelendirmiştir. En güzel ahlak üzerine olan Resulullah Efendimizde zatı, sözü ve eylemiyle güzelliğin baş örneğidir. Şu hadis bizim güzellik anlayışımızın tacı olmalıdır. (Müslim, Îmân, 147)
“Allah, sizin her biriniz ile tercümansız konuşacaktır. Kişi sağ tarafına bakacak, âhirete gönderdiklerinden başka bir şey göremeyecektir. Soluna bakacak, âhirete gönderdiklerinden başka bir şey göremeyecektir. Önüne bakacak, karşısında cehennemden başka bir şey göremeyecektir. O halde artık bir hurmanın yarısı ile de olsa, kendinizi cehennem ateşinden koruyun. Bunu da bulamayan, güzel bir söz ile kendisini korusun.” (Buhârî, Edeb 34, Zekât 10, Rikak 51, Tevhîd 36; Müslim, Zekât 66-70. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 1, Zühd 37; Nesâî, Zekât 63-64; İbni Mâce, Mukaddime 13, Zekât 28)
Tebessümün sadaka olduğu bir inanca sahibiz. İslam’da hayat ile güzellik, vazife ile zevk, ahlak ile sanat iç içedir. Her şey gibi sanat ta ne hayattan ne de inançtan kopuktur. Aksine fıtrat anlamına gelen ahlaka hizmet eden bir araçtır. Müziğin, mimarinin, tezhibin, şiirin, bütün sanatların gayesi kişinin edebini, kişiliğini, kulluğunu güzelleştirmektir.
Güzel olan Mevlamıza güzel kul olmak yaraşır.