Kendimizde değiliz, kendimiz değiliz. Kendimize dair şüphelerimiz var. Kendimiz olmayı bir tarafa bırakıp başkası olmaya çalışıyoruz.
Bundan dolayı geleneği sahiplenenlerin çoğu geleneği reddedenler kadar kendinden uzak. Aklı araç olmaktan çıkarıp amaç haline getirenler İslam’ın tarihini, edebiyatını, felsefesini, usulünü ve daha bir çok ilmini kaldırıp çöpe atıyor. Batıda gelişen Rönesans, Reform, Aydınlanma hareketleri sonunda ortaya çıkan aklı putlaştıran anlayış, bu arkadaşları derinden etkileyip, kendi tarihlerine ve ilimlerine yabancılaşmakta ancak batı ile ilgili herhangi bir konu geçse hayranlıkla takip etmekteler. Doğal olarak da bir çoğu deizme yada ateizme kayıyor. Ya da ibadetleri namazdan başlayarak önce kısaltmaya sonra cem etmeye sonra da terk etmeye başlıyorlar. İslami camiada bunun haricinde bir de din üzerine tumturaklı laflar edip namaz kılmayan tipler türedi. Rabbim bizleri Sırat-ı Müstakimden ayırmasın.
Bir yanda kendimiz olan her şeyi reddeden, küçümseyen, tahkir edenler var. Bir yandan da geleneği yüceltmek adına onu bugünün insanına, dünyasına, hayatına kapayanlar var. Kendimize o kadar yabancılaştık ki kim olduğumuzu yabancılara anlatmaktan daha çok kendimize anlatmamız gerekiyor. Medeniyetimizin özelliklerinin ne olduğunu geçmişe doğru bir kazı yaparak bulup çıkarmamız gerekiyor. Köklerimizle bağımızı sağlamlaştırmalıyız. Kalp, muhabbet, aşk gibi kavramların gerçek anlamlarının ortadan kalktığı bir dönemde, insanın medeniyeti bu kavramlarla ifade etmesi kolay değil. Bugün eğitim şart diyoruz, ama eğitim kelimesinden başka terbiye, talim, tahsil, maarif gibi her biri ayrı bir alem olan kavramlarımız unutulmuş durumda.
Yabancılaşma, kendini inkar o kadar ileri düzeyde ki bugün bizler medeniyetimizin özünü, kaynaklarını, ilkelerini, değerlerini, şekillenme sürecini bize gelen birikimin içinden çekip süzmek zorundayız. Bu neredeyse arkeolojik bir çaba. Müzikten mimariye, şiirden siyasete bize miras olarak gelen ilke ve değerlerin bu alanlara nasıl nüfuz ettiğini öğrenmemiz gerekiyor. Bir nevi kendini hatırlama seferberliği gerekiyor.
Kant’la birlikte akla o kadar çok vurgu yapıldı ki insanın ergin halinden çıkıp özgürlüğüne kavuşması için akla olan imanını kuvvetlendirmesi gerekiyordu. Kendisini tanımlayıp gerçekleştirmek isteyen insan, kendisini ve dünyayı yönetmek için en önemli etken olarak aklı gördü. Aklın hükmetmeyeceği bir alan olmadığını iddia ettiler. Hatta dini bile aklın hakimiyeti altına aldılar. Din amaç, akıl araç iken bu ikisi batıya karşı aşağılık kompleksimizden dolayı yer değiştirdi. Aklı araç olmaktan çıkarıp amaç haline getirenler, dikkat ederseniz dini konular dahil bütün konuların ana merkezi olarak aklı görürler. Hadisin akla uymadığından, zayıflığından bahseder. Ya da mucizeleri doğa olaylarıyla zorlama yorumlar yaparak Rasyonel açıklama girişimi içinde bulunurlar.
Burada anlatmaya çalıştığımız şey kesinlikle aklı iptal etmek değildir. Bu çok tehlikeli bir şey. İslam dünyasında aklı iptal eden kesim çoğunlukta olmakla birlikte her şeye akıl penceresinden bakmak ta çok tehlikelidir. Unutmayalım ki bugün yaşanan insanlık krizi, katliamlar, çekilen yoksulluklar modernizmi ve post modernizmi üretenlerin eseri. Bu insanlar da aklı her şeyin merkezine koydu ve aklı putlaştırdı. Bugün yaşadığımız dramların ana sebebi bu insanların her şeyi akla hamledip daha sonraki aşama da çıkarcı olmaları ve canavarlaşması. Akıl yerinden edildi, her yerinden ettiğiniz şey zulümdür, zulüm saçar. Bir annenin yada babanın çocuğu için kendini feda etmesi akıllıca olmayabilir ama çok üstün bir davranıştır.
İnsan tarihinde hiç olmadığı kadar kendine ve doğaya yabancılaştı, sûnileşti. Yabancılaşma kişinin kendisi ile arasına giren her şey üzerinden gerçekleşebilir. Kendiliği ve safiyeti bozulan her şey yabancılaşır. Kendi olmaktan çıkan varlık etrafına zulüm saçar. Farkında mısınız bilmiyorum. Her şey ekonominin diline dönüştü. Ekonomi, sosyal ve kültürel bütün dilleri dönüştürmeye başladı.
Öğrencilerimizi eğitirken ahlaklı ve imanlı olmasını önemsemeden çok gelir getiren bir mesleğe yönlendirmeye çalışıyoruz. Ebeveynler için çocuklarının namaz kılmaması ya da ahlaklı olmaması o kadar da önemli değilken güzel bir meslek sahibi olmak için ders çalışmaması çok büyük problem oluyor. Çocuklarımızı evlendirirken ailesinin maddi durumu iyi oldu mu gencimizin diğer ahlaki özellikleri araştırılmıyor bile. Gerçi şimdi evlenen gençler ailesine danışmayı bırakmaya başladı. Doktorluk toplumda en saygı duyulan ve en çok gelir getiren mesleklerden biri olduğu için aileler sürekli bu alana doğru çocuklarını yönlendiriyor. Tıp fakültesi öğrencilerinin yarıdan fazlasının kendi isteğiyle bu bölüme geldiklerini düşünmüyorum.
Din dili bile ekonomik dile evrilmeye başladı. Yanmaz kefen, peygamberimizin sakalı şerifine değerek damıtılmış su, hastalıklara şifa dua kitabı bunlardan bir kaçı. Bu kitap, tabi ki sıradan bir kitap değil. Benzerlerinden on katı pahalı. Bir kitapçıda gördüm. İçine açıp bakmak istedim. O da parayla. Çünkü jelatinlemişler. Jelatini açarsan parasını ödersin. Sonra hasbelkader bir yerde denk geldim. Gelişi güzel açtığım ilk sayfa da ‘’cinsel sıkıntıların şifası için ayet’’ başlığını görünce çok şaşırdım. Ayeti de merak ettim tabi. Bir ilahiyatçı olarak hiç böyle bir ayet hatırlamıyordum. Sonra ayeti okumaya başladım.
‘’O, İsrailoğullarına bir elçi olacak (ve onlara şöyle diyecek:) Size Rabbinizden bir mucize getirdim: Size çamurdan bir kuş sureti yapar, ona üflerim ve Allah'ın izni ile o kuş oluverir. Yine Allah'ın izni ile körü ve alacalıyı iyileştirir, ölüleri diriltirim. Ayrıca evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer inanan kimseler iseniz, bunda sizin için bir ibret vardır’’ (Ali İmran Suresi 49.ayet) Ayette geçen Hz. İsa’nın mucizeleriyle ilgili ayeti almışlar, ölüleri diriltirim kısmını da büyük puntolarla yazıp ekonomik bir dile çevirmişler. Güleyim mi ağlayayım mı bilemedim.