Bizim gibi kendi tarihiyle bağı koparmak istenen, kendi tarihinden utanan başka bir millet var mıdır acaba? Tarihiyle bağı kopan millet, köküyle bağı kopmuş ağaç gibidir. Kısa zamanda yakılacak oduna dönüşür. Mesela tarihimizde en köklü medeniyeti inşa etmiş, en güçlü orduları kurmuş, haçlıları deliğine tıkmış, elinin ulaştığı hiçbir yerde zulme müsaade etmemiş, dünyaya hukuk, matematik, mantık, biyoloji, coğrafya, astronomi, felsefe, tıp gibi alanlarda önemli eserler bırakmış, gittikleri yerlerde yol, köprü, ibadethane yapmış, bir çok kahramanlıklar sergilemiş Osmanlıdan niye utanalım. Onların bize teslim etmiş olduğu medeniyet bayrağını niye daha ileri götürmeyelim?
Yaklaşık iki yüzyıldır batılılar gibi ilerleyebilmemiz için İslam’ı en büyük engel olarak görüyoruz. Gerçi batının ne ileride olduğunu ne de medeniyet olduğunu düşünüyorum. İlerlemek insanlıkla alakalı bir anlamdır. Daha önceki devirde yaşayan insanlara göre daha ahlaklı, daha edepli, daha insani hasletlere sahip bir toplum ilerlemiş bir toplumdur. Teknolojide, ekonomide, toplumsal refah açısından iyi olmak tek başına ilerleme ölçüsü değildir. Batının ekonomisinin güçlü olmasının altında sömürgecilik ve zulüm vardır.
Batının sömürgeciliği yayarken en büyük gücü orduları değil dil ve kültür empoze etmesidir. Emperyalist ülkeler sadece fiziki olarak ülkeleri işgal etmediler. Değerleri, inançları ve zihinleri de işgal etti, sömürdü. Örneğin İngiltere Hindistan’a girdiğinde sömürgeci emellerini gerçekleştirmek için ilk tehlike olarak İslam’ı gördüler. Ancak İslam’ı direk kötülemek karşı tarafı daha da bileyeceğini bildiklerinden şeriatı kötülemek, onu itibarsızlaştırmak yoluna gittiler. İkinci olarak da en büyük İslam toplumlarını oluşturan Türkler ve Arapların arasına fitne sokarak birbirinden nefret eden milletler olmasını sağladılar. Şeriatın, toplumsal ve yönetim anlamında İslam’ın omurgasını oluşturduğunu biliyorlardı. Şeriat demek en genel anlamıyla İslam Hukuku demektir. İngiltere, propaganda ve manipülasyon açısından o kadar güçlüdür ki halen Müslümanların yarısından fazlası Şeriat denildiğinde aklında hep kötü çağrışımlar gelir. Ayrıca Araplarla Türkler arasında tarihte bir kere bile ırksal bir problem olmadığı halde 200 yıldır soktukları nifak tıkır tıkır işliyor.
Immanuel Wallerstein Batı devletlerinin dünya tahakkümüne giden yolda dört aşamadan geçtiklerini söyler: Sömürgelerde köle kuvveti ile üretimin artması, fazla üretimin ihraç edilmesi, buradan gelen artık servetle finans merkezleri kurulması ve son olarak siyasi tahakküm. Ünlü demograf R. J. Rummel, 1900-87 yılları arasında yapılan katliam ve soykırımları inceleyerek dünya genelinde yaklaşık 167 milyon kişinin öldürüldüğünü tespit etmiştir. İşin garibi, bu suçların çoğu ya doğrudan Batılılar tarafından ya da onların desteklediği güçlerce işlenmişti. Yeryüzündeki insanlık suçları haritasında Batı’nın ayak basmadığı yer kalmamıştır anlayacağınız.
Afrika'nın %35'i 300 yıl boyunca Fransa'nın kontrolünde kaldı. Bağımsızlıklarını istedikleri için 2 milyondan fazla Afrikalı hayatını kaybetti.
Cezayir, Fransız sömürgesi idi. 1945’te bağımsızlıklarını istedikleri için Fransızlar yaklaşık 45 bin Cezayirliyi katletti.
2. Dünya Savaşında Amerikalılar ve İngilizler, “Dresden” kentine sığınan 200 bin Alman'ı katletti. Tekstilde İngiltere ile rekabet ettikleri gerekçesiyle, 40 bin Hint çıkrık ustasının elleri kesildi.
İngilizler Avustralya’da 1804-1890 arasında yaklaşık 720 bin Aborjinliyi öldürdü.
Hollanda sömürge güçleri 1945-1949 yılları arasında çocuklar ve kadınlar da dâhil olmak üzere yaklaşık 150 bin Endonezyalıyı katletti.
Namibya’da 1904-1907 yıllarında adanın yerlileri olan Harare ve Namalar üzerine taarruz eden Alman askerleri yaşlı, kadın, çocuk dinlemeden 117 bin insanı katletti.
İtalya’nın, Libya’da kaldığı 1911’den 1940’lı yıllara kadar 100 binlerce Afrikalı Müslüman katledildi.
Amerika tarafından “Irak’ı Özgürleştirme Operasyonu” adı verilen 2003’teki Irak işgalinde, 1 milyondan fazla sivil Iraklı katledildi. Yasak silahların kullanıldığı 2004’teki Felluce katliamında ise, 600 Iraklı sivil hayatını kaybetti. 2017’de Musul operasyonunda 40 bin sivil katledildi. 1991’deki 1. Körfez Savaşı’nda da Irak’ta 113 bin sivili katletti. 1945’te Hiroşima'ya atılan atom bombası ile 140 bin, Nagazaki’ye atılan bomba ile de 74 bin sivil katledildi.
Sömürdükleri ülkeleri finansal açıdan halen sömürüyorlar ve o ülkelerin halkları halen çok fakir. Kendi refahlarının ve zenginliklerinin altında mazlumların kanları vardır. Biz de toplum olarak maalesef bu ülkelerin güzellemelerini yapıyoruz. Şehirlerini ve ekonomilerini hayranlıkla takip ediyoruz. Her şeylerini taklit ediyoruz ama nedense onların zenginliğine ulaşamıyoruz. Çünkü taklit ettiğimizin ancak kuyruğu olabiliyoruz. Hele bir de hayranlık duyduğunuz ülkeler sömürgeci ülkeler olduğunda sizi çok daha rahat köleleştirebiliyorlar.
Tarihte bir çok toplumun değişim ve dönüşüm geçirdiğini görebiliriz. Mesela Ruslar imparatorluk, krallık kurdular. Daha sonra Çarlık sistemine geçtiler. Devrim yaparak belirli bir süre Komünizme geçtiler. Devrimler sırasında birçok kan akıttılar. Liderler ve komutanlar birbirini boğazladı. Ancak hiçbir zaman liderlerini, komutanlarını aşağılamadılar, onları dışlamadılar. Tam tersine her zaman tarihlerini ve tarihi şahsiyetlerini yücelttiler. Dünyadaki bütün toplumlar için bu konuda sayısız örnekler verebiliriz. Biz, yüz yıllık bir millet değiliz. Yaklaşık iki bin yıllık devlet geleneği olan dört bin yıldır da varlığını sürdüren köklü ve şanlı bir milletiz.
Bize ne oldu da kendi tarihimizi unuttuk? Biz kimiz? Birey ve toplum olarak kendimizi nasıl tanımlıyoruz? Gibi soruları kendimize sormalıyız. Teoman Duralı Öyle Geçer ki Zaman kitabında şöyle diyor: Biz toplum olarak İslam’la öyle bir bütünleşmişiz ki bu toplumdan İslam’ı çekip çıkaran geriye yüzde on bile kalmaz. Diğer toplumlar böyle değildir. Mesela İran’dan İslam’ı çekip çıkarın geriye yüzde yetmiş kalır.
Öncelikle kendimizi tanımlarken ilk sırayı Allah’ın kulu olmak almalıdır. Hem toplumsal hem de bireysel anlamda bu önceliğe dikkat etmeliyiz. Bu durum emperyalist ve kapitalistlerin en çok korktuğu şeydir. Çünkü İslam, gönüllerde filizlenip toplumsal olarak da hayat bulduğunda kendilerinin başının büyük belada olduğunu çok iyi biliyorlar. İslam, ilimin gelişmesinde engel değil tam tersine ilmin ilerlemesinde çok büyük bir etkendir. Kuran’ın ilk emri okudur. Kuran, ilk indiği toplumu öyle bir değiştirmiştir ki binlerce yıldır sözlü olan kültüre yazılı kültürü eklemiştir. Çöl bedevisi insanlardan dünyanın en naif ve ahlaklı insanını yetiştirmiştir.
Türkler, İslam’la müşerref olduktan sonra tarihinin en büyük medeniyetini kurmuş, en büyük eserleri vermiş, en önemli gelişim ve atılımları gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla İslam’ı ilerlemenin önündeki en büyük engel olarak değil tam tersine ilerlememiz için sarılacağımız en büyük sebep olarak görmeliyiz.
Geçmişini bilmeyen toplumlar geleceğine yön veremez.
Geleceğimize yön veremez isek serseri mayın gibi nerede patlayacağımız ve yok olup gideceğimiz belli olmaz. Millet ağacımızın kökleri dört bin yıldır toprağa kök salmışken kendimize odun parçası muamelesi yapmayalım. Kendimize gelelim. Biz imparatorluk bakiyesi bir toplumuz. Küçük düşünemeyiz. Bir an evvel köklerimizle bağımızı kurup kuvvetlendirmeliyiz. Bunun içinde tarihimizi ve dünya tarihini çok iyi bilmeliyiz. Üç kıtada i'lâ-yi kelimetullah (İslam davasını yaymak) için mücadele etmiş bu uğurda kanını dökmüş şanlı ecdadın torunlarıyız.