İslam aleminin asıl mesesi güçsüzlük değil kendi olamamaktır. Kendimiz olabilsek bütün sorunlarımızın altından kalkabileceğiz. Kullandığımız kelimelerden ilmi konuşmalarımıza kadar, siyasetten sanata kadar batılılar tarafından tasdik edilmedikçe ya da başkalarını referans göstermedikçe kendimizi değerli görmüyoruz. O zamanda ancak başkalarının kuyruğu olabiliyoruz.
Kendimiz olmadan kendi hayatımızı inşa edemeyiz. Kendi hayatımızı inşa etmeden de medeniyetimizi inşa edemeyiz. İslam dünyasında medeniyetle ilgili fikir hareketleri genelde iki şekilde ortaya çıkıyor: Modernleşmeci ve Vehhabilik. Modernistler her konuda istemli ya da istemsiz batıya eklemleme derdindeler. Her fırsatta onların ne kadar üstün olduğundan dem vuruyorlar. Modernistlerimiz tefsir alanında tez yazsa kaynakçaya bir bakıyorsunuz yarıdan çoğu oryantalistler. Bu oryantalistlerin bir kısmı hatıratlarında açıkça ajanlık faaliyetlerine katıldıklarını itiraf ediyorlar. Siz bir hadis okuduğunuzda hemen bu kurana ters deyip reddedebiliyorlar. Ya da peygamber böyle söz söyleyeceğini sanmıyorum diyorlar. Bin yıldan fazla eşi benzeri olmayan bir orjinallikte yazılan Hadis usül kitapları bir saniyede çöpe atılıyor. Anlayacağınız her konuda Batı karşısında bir aşağılık kompleksi var.
İslam Laik bir dindir diyeni mi ararsınız, müzik dinlerseniz de namaz kılmış olursunuz diyeni mi, çıplak da namaz kılınabilir diyeni mi, Kemalizmin İslam’ın özüne uygun olduğunu söyleyeni mi, Kuranın Allah’ın sözü değil peygamberin yorumu diyeni mi, faizin helal olduğunu diyeni mi, demokrasinin İslam kaynaklı olduğunu diyeni mi ararsınız. Hepsi de fazlasıyla mevcut.
Vehhabilik ve alt fraksiyonları ise ‘yalnızca Kurana yapışmak’ gerektiğini düşünerek, bugüne kadar gelmiş bütün külliyatı reddederek öze dönülmesi gerektiğini düşünüyorlar. Sünneti bile devre dışı bırakmak istiyorlar. Tefekkür ve tasavvuf onlara göre şirk. Müslümanların peygamberimizden bu yana gerilediğini iddia ediyorlar.
Her iki akımda kendinden uzak, tarihimize düşman, özgün değil, köksüz ve şuursuz ve medeniyet kurma iddiasından uzak. Her ikisi de gelenek kavramını olumsuz algılıyor ve İslam tarihini batılı oryantalistler gibi karanlık, kanlı, zevk ve sefa düşkünü toplumlar olarak görüyorlar. Modernistler hayran oldukları Batılı ülkelerdeki ilim, teknoloji, ilerleme anlayışı, düşünce, akıl gibi kavramların İslam’da var olduğunu söylüyorlar ama ortaya bir medeniyet tasavvuru bile koyamıyorlar.
Bu iki akım İslam dünyasının ve aydınlarımızın ne kadar şizofrenik yapıda olduğunu gösteriyor. Bir yandan modernizmin laik ve çağdaş kurgularını İslam’a hamletmeye çalışanlar, öte yandan öze dönelim çağrısıyla bugünü ve geçmişi silip bütün külliyatımızı reddedenler.
İslam medeniyetinin ‘’m’’esinden bile nasiplenememiş bu iki akımı ne hikmetse batılı devletler genel olarak desteklemişlerdir. İslam ülkelerinden çıkan akımların çoğu ister eleştirsin, ister övsün iştahlı bir şekilde batılıları takip ediyorlar ve batılılar Müslümanların ana meşgalesi haline gelmiş durumda. Biz sürekli batı medeniyetinin eserlerini takip eder, sürekli onları anlamaya çalışırsak nasıl özgün bir medeniyet kurabiliriz, nasıl kendimiz oluruz?
Ülkemizde de birkaç istisna hariç eleştiri, maalesef inşaya bir türlü dönüşemedi. 19. yy'da, önce Batılı değerlerin İslâm'da da mevcut olduğunu söyleyerek işe girişen bazı Müslüman aydınlar, Batı'nın saldırganlığını bizzat gördükleri Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra bile bu masum zanlarını bir tarafa bırakmadılar. Günümüzde de ne olduğunu tam bilmedikleri demokrasi, cumhuriyet, bilim ve felsefe gibi Batılı fikir ve değerlerin İslâm'da aynen bulunduğunu savunmaya çalışanlar çoğunlukta. Modernleşmeciler daha fazla mesafe katettiler. 1960'lardan beri ortaya çıkan eleştirici ve radikal akımlarda ise tenkitten başka bir şey çıkmadı. Hâlâ medeniyet inşa edecek bir şuur ve anlayış tesis edilmiş değil.
Batı'dan çok fazla söz açıyoruz, Batılı klişeleri kendi dertlerimizi tartışmada neredeyse referans olarak kullanıyoruz. Belki geçen asırdaki kadar bir romantik Batı hayranlığı yok ama eleştirilerimizde bile inşa emaresi görünmüyor. Çünkü geleneğe bağlanmadan, onun ana kaynaklarını bilmeden, kendimizi keşfetmeden sağlam bir temel olmadan Batı'yı eleştiriyoruz. Kendi geleneklerimizi, kendi müktebasatımızı, kendi değerlerimizi, kendi eserlerimizi, kendi ilim adamlarımızı, kendi dünya görüşümüzü merkeze alamazsak nasıl kendimiz olabiliriz.
İnşa etmek kendinden başlar. Düşünür olmak, aydın olmak böyle bir istisna sağlamıyor insana. O da kendini inşa etmek zorunda. Bu kendini inşa, toplumu inşa ve giderek yapılan her işin, atılan her adımın temel referanslara göre inşası sonucunu getirmeli. Bizim okuyanımız da, memurumuz da, sanatçımız da, iş adamımız da farklı olmalı. Bu farklılık tefekkür, tasavvur, telakki alanında kendini göstermeli.
Elbette tenkit, eleştiri gerekli. Ama sürekli Batı'yı tenkit ederek vakit geçiriyoruz. Bu olumsuz bakışı, olumlu bir eyleme çevirme zamanı geldi de geçti bile. Başkasını tenkid, kendimizde bir değişim yaratmıyorsa ne işe yarar?
Kısacası, artık inşaya, küçük de olsa fark göstermeye ve yitirdiğimiz medeniyeti yeniden inşa etmeye başlamalıyız. İnsanlık İslam’a ve değerlerine çok acıktı. Elimizdeki hazinenin büyüklüğünün farkına varıp kendimiz olduğumuzda insanlığın ve kendimizin açlığını giderebiliriz.