İhsan ÖZKAN

Kalbimiz Ne Zaman Akledecek?

İhsan ÖZKAN

İbadetler sırf adet yerini bulsun diye yapılmaz. Daha üstün bir amaca hizmet eder. Mesela Kur’an’a göre namazın amacı, insanı kötülükten alıkoymasıdır. Huzurda hazırolda durarak huzura ermektir. Kuranı talim etmektir. Orucun amacı ise insanı “takva”ya, yani “sorumluluk bilincine” ulaştırmasıdır. İnsanın nefsî arzularından arınıp, vahiyle muhatap olmasındaki engellerin kalkmasıdır. Dolayısıyla eğer ibadetler bizi daha merhametli, daha akıllı, daha iradeli, daha şefkatli, daha iyi, daha kaliteli insan yapmıyorsa, o ibadet ibadet olmaktan çıkmıştır. Adet olmuştur, ayin olmuştur, ritüel olmuştur. Dahası anlamını ve amacını kaybederek zayi olmuş, kanserli bir hücre gibi sahibine hayat yerine ölüm getiren bir uyuşturucuya dönmüştür. 

İbadetler amacını gerçekleştirmediği zaman uyuşturucuya dönüşürler. “İbadetten uyuşturucu olur mu?” demeyin. Bazı filozoflar “Din bir yabancılaşmadır” der. Aynı kanaatteyim, tek farkla… Eğer o din Allah’ın dini değilse… İnsanın ürettiği din yabancılaşmadır zira insan din üretmemelidir. Din üretmeye kalkan insan kendisini Allah yerine, Tanrı yerine koymaktadır. İnsan kültür ve medeniyet üretmelidir. Bunları da yenileyerek geliştirmelidir. 

Bu anlamda tekrar edeyim, ibadetler amaçlarını gerçekleştirmedikleri zaman olağanüstü bir uyuşturucuya dönüşürler. Haşhaşı gördünüz mü bilmiyorum!? Yuvarlak, harika bir nimettir aslında, muhteşem bir nimet. Afyon’da çok ekilir, çok olur. Haşhaşı kanatırlar, yeşilken o kandan sakız akar. O sakızı imbikle damıtırlar ve eroin olur. Aklı örten şeyler neden haramdır biliyor musunuz! Haram olduğu için haram değildir, insanı geçici de olsa akılsız bıraktığı için haramdır. Eroin de bu nedenle insanı yani aklı uyuşturduğu için haramdır. 

Amacını, ruhunu ve anlamını kaybeden bir ibadet, amacının tam tersine hizmet eder. Mesela zekâtın, infakın, hayır-hasenatın amacı yoksullukla mücadeledir. Yoksullukla, yoksulluğu yok etmek için mücadele etmeniz gerekir. Ama amacı ıskaladığınızda, yoksullukla yoksulluğu yok etmek için değil kurumlaştırmak için mücadele etmeye başlarsınız. Nasıl? Yoksulluğu var edeceksiniz ki her verdiğinizi vicdanınıza rüşvet olarak veresiniz! Yoksa o görkemli, gösterişli dünyalığınızdan küçücük kırıntıları vererek nasıl tatmin olabilirsiniz! Ancak böyle yapabilirsiniz. Yoksulluğu yok edecek küresel projeler yerine yoksulluğu dünyada asla kökünü kazımayacak ama yoksulları da böyle küçük küçük yemleyerek kendimizi tatmin edecek ve onların sırtından cennet kazanacak bir kapıya dönüştürmek lazım, değil mi? Alın size harika bir uyanıklık türü daha. Sevgili Resul’ün ifadesiyle yapanın yanına yorgunluğun, açlığın ve gösterişin kaldığı ibadetler.

Akleden kalbimizin kılavuzluğuna ihtiyacımız var. Uzunca bir süredir batının Rasyonel aklının kılavuzluğuna sığınmış durumdayız. Fakat bu bizi onların kuyruğu olmaktan başka bir yere getirmiyor. Kafamız hala çok karışık. Akıl ve akılcılığı vurgulayanlar kalp yolunun ve geleneğin batı karşısında yaşadığımız yenilginin asıl sebebi olduğunu söylüyorlar. Gelenek ehliyse Batı’nın materyalizminin onu tükettiğini vurgulayıp çarenin yine kalp yolu olduğunu ifade ediyorlar. Çoğu kesimin ortak bir özelliği var. O da ‘Aşağılık Kompleksi’.

Aslında akıl ve kalp der ken bu kelimeleri ve kavramları bilerek ve doğru kullandığımız söylenemez. Nitekim akıl rasyonel ve rasyonalizmin ayrı ayrı kavramlar olduğunu bileniniz pek azdır.

Bu ikilik ve ayrışma yüzünden islam dünyası sadece siyasi birliğini değil uygarlık anlayışını da kaybetti bu ikisi arasında bir denge kurma arayışı hala sürüyor. Oysa akıl ve kalp arasında dengeyi Mevla’mız kuranda bize gösteriyor. Araf suresi 179. ayeti kerimede yüce Allah şöyle buyuruyor: Andolsun ki cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Onların kalpleri vardır fakat onunla gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır fakat onlarla görmezler. Kulakları vardır fakat onlarla işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibidirler. Hatta daha da aşağıdırlar. Bunlar da gafillerin ta kendileridir.

Burada dikkatimizi çeken ibare şudur: Onların kalpleri vardır, fakat onunla gerçeği anlamazlar. Evet Rabbimiz burada kalbin anlamasını beyan buyuruyor. Bu bizim için şaşırtıcıdır. Çünkü biz hep akıl, beyin veya zihin ile anladığımızı sanırız. Anlama yani idrak bize göre sadece akıl ile mümkün olan bir şeydir. Dolayısıyla akıl, beyin ve zihin ile ilgilidir. Kalp ise duygular ve hisler ile ilgilidir. O halde kalp ile anlamak bizim şu andaki kavrayışımızda karşılığı olmayan bir gerçek.

Çünkü bize batı usulünce öğretilen şey şudur. Akıl idrak eder, Kalp hisseder. Akıl somutun, kalp soyutun mahallidir. Akıl düşüncenin, kalp duygunun merkezidir.
Batı düşüncesinden kompleks ile iktibas ettiğimiz bu yanlış tezat, zihinlerimiz olduğu kadar eylemlerimizi ve hayatı kavrayış ve yaşamımızı da maalesef kirletiyor.
Kalbin bir aklı, aklın da bir kalbi olabileceğini düşünemiyoruz. O yüzden Rahmet peygamberinin aynı zamanda savaşan bir peygamber olması, Sufilerin aynı zamanda mücahit olması, alimlerin aynı zamanda mutasavvıf olması bize hep ters geliyor.

Peki kalbimiz ne zaman akledecek? Araf suresi 179. ayetinde geçen Kalbin idrak etmesi diye tercüme ettiğimiz cümlede yefkahune kelimesi geçer. Kelimenin kökü Fıkıh ’tır.   Fıkıh, bilmenin en derin ve yoğun halidir. İlginçtir ki, İmam-ı Azam itikad ile ilgili görüşlerini beyan ettiği eserine Fıkhu’l-Ekber ismini vermiştir. İşte fıkıh kavramını yeniden asli anlamıyla ele almalıyız. Ancak böylece dinimizdeki kalp ve akıl arasındaki dengeyi bulabiliriz. Böylelikle de davranış ve niyet doğruluk ve güzellik kavramları arasındaki dengeye de ulaşabiliriz.

Fıkhı yerli yerine oturunca sadece davranış kalıpları olarak görülen ahlak da asli anlamına kavuşacaktır; Yani her şeyde Allah ile olma, her şeyi onunla bilme ve kılma. Bu açıdan siyaset gibi, ticaret gibi mesela müziğin de resmin de mimarinin de şiirin de bir ahlak alanı olduğu bilinecektir. Yani fıkhedilecektir.

İşte o zaman insan zamanın esiri değil, emiri olacaktır. Mekanın mahkumu değil, hakimi olacaktır.
 

Yazarın Diğer Yazıları