Müslümanlar uzun süre hem Batı, hem de Batı'nın kurduğu düzenlerde büyük sıkıntı çektiler. Bir gazete, bir dergi, bir televizyon kuracak güçleri yoktu. Samimi dindarlardan toplanan mütevazı bağışlarla topluma hizmet etmeye çalıştılar. Kuran Kursları açıp kuran öğretmeye çalıştılar. Fakirlere yardım etmek için dernekler kurdular. Fakat son yıllarda dindarların maddî gücü çoğalmaya başladı. Gazeteleri de oldu, televizyonları da, şirketleri de, okulları da. Ama bu kez o samimiyet, muhabbet, safiyet kayboldu. O medyada, şirketlerde, okullarda ahlâk geri plana düştü. Müslümanlığın özünden çok sözü hâkim oldu.
"Güce giden yolda her şey mubahtır" anlayışını açıkça dillendirenler bile var. Ülkemizdeki Fetö krizi aslında bir ahlak kriziydi. İlk başta başörtüsü furuattandır dediler. Sonra askeriye ye sızmak için gerekirse içki için, namaz kılmayın, siz en büyük cihadı yapıyorsunuz dediler. Çiğnemedikleri hiçbir ahlaki yasa kalmadı.
Aslında toplumumuzdan böyle bir grubun çıkması, üzerinde dikkatle durmamız gereken bir konu. Nasıl oluyor da yalan söylediğinizde mümin olma özelliğiniz bile kayboluyorken bir cemaat çıkıp üyelerine amaca ulaşmak için yalan söylemek çok büyük sevaptır diyebiliyor ve bunların arkasından yüzbinler gidebiliyor.
İnsan yalan söylediğinde, mümin olma özelliğini kaybeder dediğimde bazılarının garibine gidiyor. Mümin, kendisinden emin olunan, güvenilir, iman eden kimse demektir.
Safvan İbnu Süleym (r.a.) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü! dedik, mü'min korkak olur mu?" "Evet!" buyurdular. "Pekiyi cimri olur mu?" dedik, yine: "Evet!" buyurdular. Biz yine:
"Pekiyi yalancı olur mu?" diye sorduk. Bu sefer: "Hayır! Asla!” buyurdular. (Muvatta, Kelam, 19, 2, 990)
Bu hadiste de açıkça belirttiği üzere yalanla iman yan yana durmaz. Bir mümin yalan söylediğinde hızlıca tövbe etmelidir ve yalandan oluşan maddi, manevi zararı ödemelidir. Yalan söylememek, dürüst olmak bizim en önemli değerimizken neden bu konuda Müslüman olmayan toplumların bile gerisindeyiz. Çünkü ahlakın gücünü yitirdik. Ahlak bize karlı gelmemeye başladı. Kar vde zararı tek dünyalı yapmaya başladık. Tek dünyalı olmak bizi iki yüzlülüğe, çıkarcılığa, menfaatçiliğe götürdü. İki yüzlülüğün pan zehiri iki dünyalı olmaktır. Dünyayı gelip geçici olarak görmektir. Dünyaya sımsıkı sarılırsak, ahireti özümüzle umursamazsak çıkarcıda oluruz, menfaatçide.
Güçlü olmak Müslümanların öyle bir takıntısı haline geldi ki güce ulaşmak için her türlü ahlaki yasayı çiğnemeyi normal görmeye başladılar. Resulullah Efendimiz (s.a.v.) Allah'ın dinini tebliğe başladığında maddi gücü yoktu. Tek başınaydı, hem yetim, hem öksüzdü. Maddi bir gücü yoktu. Onun en büyük gücü ahlâkı ve doğru, dürüst adama Allah’ın vereceği desteğe olan inancıydı. Bunun için kâfirler onun risaleteni inkâr ederken bile onun şahsiyetine, ahlâkına bir söz söyleyemediler. Düşünün bir gün sonra savaşacağı düşmanı geliyor, kendisine güvendiği için malını, mülkünü emanet ediyor. bu nasıl bir körlüktür, insan kendine sormaz mı ben kiminle savaşıyorum, niye savaşıyorum diye. Madem Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bizim için her hususta "en büyük örnek" tir, O halde Müslümanların güç ve ahlâk hususunda da onu örnek alması gerekir.
Peygamber Efendimizin tebliğ ettiği dinin kendi ömrü içinde ve râşid halifeler zamanında yayıldığı coğrafyaya bakarsak, Islâm'ın güçten ziyade ahlâk ile yayıldığını görürüz. Adaletli, muhabbetli, hürmetli Müslümanlar asker, tüccar, gezgin ve âlim ola- rak gittikleri her yerde kalpleri fethettiler. Selçuklu ve Osmanlı da bu yoldan yürüdükleri için asırlarca süren bir insani medeniyet kurabildiler.
İnsanlara zulmetmeden de, sömürmeden de, köleleştirmeden de, yalan ve sahtekârlığa başvurmadan da dünyada hüküm sürebilmenin örneklerini yalnız Müslümanlar vermiştir. Tarihte elbette küfre dalan büyük güçler de hükümran oldular. Hatta Roma gibi neredeyse bin sene süren devletler de kurabildiler. Ama asla insani, ahlâki güç olamadılar.
Bugün Müslümanların güce ihtiyacı var. Doğru. Daha zengin, daha müreffeh, daha sağlam olmalılar. Ama biz gücü de yanlış anlıyoruz. Güç sadece para-pul, yapı, siyaset, silah, nüfus değildir. Fakat eğer ahlâk olmazsa bütün bunlar bir işe yaramaz. Çünkü en büyük güç, kendisi olmaktır, kişilikli olmaktır. Bunun için 200 yıldır güç peşinde koşacağımıza adamlık peşinde koşsaydık bugün hem adam, hem de güçlü olurduk. Siyasi ve ideolojik farkları tefrika håline getirmeseydik, bugün kardeşliğimiz daha kuvvetli, daha sağlam olurdu.
Müslümanlar Batı gibi ahlâksız bir gücü örnek alamaz. Yalan ile, dolan ile, talan ile güç kazanmak mubahtır diyemez. Ahlâkın sadece bahsini edip kendisi ahlâksız yaşayamaz. Biz Batı gibi hem güçlü, hem suçlu olamayız. Çünkü İslâm'da her şey gibi güç de ahlâka tâbidir. "Gücü elde edelim, sonra ahlâkı düşünürüz" diyemeyiz.
Müslümanlığın gayesi sadece güç kazanmak, sadece en güçlü olmak değildir. Gaye; iyi kul, iyi insan olabilmektir. Allah'ın ahkâmına, Resûl-i Zîşân Efendimizin (s.a.v.) ahlâkına bağlanmaktır. Niyeti de, gayreti de bunun için sarfetmektir.
Dünyevi güce herkes kötülükle, şer ile ulaşabilir. Asıl marifet, iyi ve doğru, yani ahlâklı kalarak güçlü olmaktır. Bunun için adalete, ehliyete dayanmak ve doğruyu yayıp yanlıştan sakındırmak dışında kazanılan hiçbir güç meşru olmaz.