Romalı şair Horatius ‘bilmeye cüret et’ demiş. Bilmek ve anlamak cesaret işidir. İnsanın en önemli özelliği düşünmek ve bilmek olduğuna göre zihninin tembelliğinden kurtulup düşünmeyi, bilmeyi ve bu alanda üretim yapmayı alışkanlık haline getirmelidir. Bu da cesur insanların yapacağı bir iştir. Çünkü tembeller korkaktır. Düşünmeye ve üretmeye korkarlar. Zihinlerinde bile sürekli kısa yolları takip ederler. Horatius’un anlattığı bir hikayeye göre derenin karşısına geçmek isteyen biri, derenin kurumasını beklemeye başlamış. Bu tembellik değil de nedir. Derenin kurumasını beklemek sadece vakit kaybetmemize sebep olmaz, aynı zamanda kendimizi tabiat karşısında aciz ve anlamsız bir konuma mahkum etmemizi ifade eder. Bilmeye ve anlamaya cüret etmek demek hakikate ulaşmak için çaba sarfetmek, yol almak demektir.
Latincede Sapere fiili lafzi olarak ‘bil’ demektir. Fakat bu bilme sıradan bilme değil, hikmetle bilmek demektir. Aynı kökten gelen sapiens kelimesi niceliksel değil, hikemi bilgiyi ifade eder. Dolayısıyla Homo Sapiens eşyaya hikmet nazarıyla bakan demektir. Cesaret etmemiz gereken şey, eşyaya hikmet nazarıyla bakmak ve hikemi bilgiyi elde etmeye çalışmaktır.
Hikemi bilgi aynı zamanda tefekkür, teemmül ve tezekkür kavramlarını da ihtiva eder. Erdem ve basiret, bu düşünme tarzının temel unsurlarındandır. Düşüncede olgunlaşmanın temeli Tevhid’e dayanır. Eylemde olgunlaşmanın temeli ise bu düşüncenin hayata geçirilmesidir. Düşünce ve eylemin kılavuzluğunu, ana örgüsünü ahlak oluşturması gerekir. Ahlaki davranışlar insanın kişiliğinde olgunlaşıp, alışkanlık haline gelince biz buna erdem diyoruz. Bu kavramın Arapçadaki en yakın karşılığı fazilettir.
Fazilet; ‘artmak’, ‘fazlalaşmak’, ‘üstün olmak’, ‘ihsan’ (iyilik etmek) anlamlarını taşıyan fadl kökünden gelmektedir. Dolayısıyla fazilet ya da erdem insanlığımızı üst noktalara taşıyan düşünce ve eylemlerimizdir. Buna göre erdem de insanın ahlaki davranışlarını alışkanlık haline getirmesi ve ahlakın bir ileri aşaması diyebiliriz.
İnsanın erdem seviyesine yükselebilmesi için fıtrata yüklenen verilerin ortaya çıkması adına çaba sarf etmeli, azmetmelidir. İnsanın en büyük avantajlarından biri iyi ve güzel davranışların kaynağının fıtratında yüklü olmasıdır. Kötülük insanda arızi olarak ortaya çıkar. İnsanın karşısına iyi ve kötü olarak iki yol çıktığında 2 yoldan kötü ve yanlış olanını tercih etmesiyle oluşur. Doğuştan gelen bir veri ile değil. Bu yüzden ahlaki davranışın temel kaynağı bilgidir. Peki bilginin temel kaynağı nedir? Bilginin temel kaynağı Allah’tır. Dolayısıyla bilginin en değerlisi, Yüce Yaratıcı ve kudretini bilmektir. İnsanın potansiyelini açığa çıkarmak ve mutlu olmak için bu bilgiye sahip olması gerekir. Bir ‘eğitim programı’ gibi düşünebileceğimiz dinin nihai amacı, insanı ahlaklı/erdemli kılmaktır. Kulluğumuzu ve ibadetlerimizi niçin yaparız? Davranışlarımızı ve düşüncelerimizi; Fıtrata yabancı tutumlardan ayıklayarak, kemale ulaşmak amacıyla yaparız.
Vahyin üzerlerine indiği sahabe neslinin ne kadar çok ahlaki ve erdemli davranışlar ürettiğini; hadis kaynaklarında geçen ‘sahabenin erdemleri’, ‘amellerin erdemleri’ gibi başlıklar altında görüyoruz. Böyle erdemli bir nesil yetişmeseydi, İslam'ın çağrısının bugünlere kadar gelmesi mümkün değildi. Nitekim Kur'an ı Kerim, çağrısının kesintiye uğradığı birçok peygamberden bahseder. Hucurat suresi 13. ayeti kerimede Yüce Allah; insanları kabilelere ve aşiretlere bölme sebebi ve hikmetinin insanların birbiriyle tanışması için olduğunu söyledikten sonra üstünlüğün ancak takvada olduğunu söylüyor. Takva, insanı sorumluluk bilincine götüren erdemli davranıştır. Kuran'a göre hiçbir insan hiçbir insana üstünlük taslayamaz. Erdemli davranış bunu gerektirir. Kimin takvalı olduğuna da sadece yüce Allah karar verir.
Yalnız başına ıssız bir adada yaşayan insanın erdemli davranışların çoğunu yapmasına gerek yoktur. Çünkü insanı erdemli yapan ahlaki davranışların büyük çoğunluğu toplum içindeki ilişkilerinde ortaya çıkar. Bu yüzden erdemli insanın topluma bakan yüzü daha belirgindir.
Farabi, siyaset felsefesine dair Medinetü’l Fazıla adlı eserinde bir erdemli devlet tasarımı sunar. Bu devlet ahlaki erdemleri ilke edinmiş, iş bölümü ve sosyal dayanışmanın en üst düzeyde gerçekleştiği, adaletin tam olarak uygulandığı, erdemi en geniş anlamı ile yaşayan bilge kişilerin başkan olduğu bir devlettir. (El Medinetü’l Fadıla,s.79-89) Erdemli şehrin karşıtları ise cahil, fâsık, değişken ve sapkın devletlerdir. Cahil devletin halkı mutluluk nedir bilmez. (El Medinetü’l Fadıla,s.90)
Farabi, bir davranışın erdem diye nitelenebilmesi için onda 3 temel özellik arar. Erdem'in birinci niteliği iradî oluşudur. Doğuştan getirilen güzellik, sağlık, soylu bir aileye mensup oluş gibi nitelikler erdem sayılmaz. Erdem bir iç güdü işi değil, bir akıl işidir. Erdemli davranış güçlü bir irade gerektirir. Çünkü keyfi ya da çıkarına göre bir hayatın tam tersi istikametinde bir hayat anlayışını gerektirir. İradî olarak insanın vahyi bilgiye yönelimi gerekir.
Erdem'in ikinci niteliği sosyal oluşudur. Yani sadece sende erdem var, başkasına aktarmaya çalışmıyorsun, bu erdemlilik değildir. Ahlaklı davranışın en önemli özelliklerinden birisi de insanlara örnek olmak, model olmak, başkasına erdemi sevdirmeye çalışmaktır. Yüce Allah, Ali İmran suresi 104. ayeti kerimede ‘içinizde hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun, işte kurtuluşa erenler onlardır.’ buyurmuştur. Toplumda bu kişiler ne kadar yaygın olursa, toplum o kadar sıhhatli olur.
Günümüzde özgürlük kavramı, manipüle edilerek her türlü ahlaksızlığın koruma kalkanı olarak görev yapmaktadır. Özellikle bu satırları okuyanların ‘emri bil maruf nehyi anil münker’ (iyiliği emretmek, kötülüğü sakındırmak) konusunda hassas olmasını diliyorum. Toplumdaki kötülüklere müdahale oranımız düştükçe yozlaşma ve ahlaksızlığın hızı da artıyor. İslam'ı temsil kabilinden ekranlarda boy gösteren kişiler de maalesef iyi örnekler göremiyoruz. Özellikle tarikat şeyhleri ve din adamlarının lüks içinde yaşaması, kin ve nefret söylemlerini ön planda tutmaları ve yeterli bilgi birikimine sahip olmayıp mefkurelerinin dar kapsamlı olması insanlara iyi örnek olamamalarına sebep olmaktadır.
Erdem'in üçüncü niteliği içerdiği hayrın sürekli oluşudur. Bazen ahlaklı olup bazen ahlaksız olmak, ahlakın ve erdemin özüne aykırıdır. Ahlaki davranışın sürekliliği esastır. Hiç kimse etrafındaki insanların bazen doğru söyleyip bazen yalan söylemesini istemez, hep doğruyu duymak ister.
İnsanoğlu farkında olsun ya da olmasın sürekli mutlu olmanın peşindedir. Mutlu olma konusunda insanlığın müracaat ettiği en etkili kurum din ve inançtır. Bu alanda dinden aldığımız temel mesaj, mutluluğun ancak erdemli olmakla mümkün olduğudur. Erdemi istemekle ona sahip olmak arasında uzun ve çileli bir yol vardır.
Halil Cibran’ın hayat için çizdiği şu yol haritası bu gerçeği ortaya koyuyor:
‘Ve ben derim ki hayat, hayat sahiden karanlıktır.
Saik (yönlendirici) olduğu zaman başka,
Ve her Saik kördür, bilgi olduğu zaman başka.
Ve her bilgi beyhudedir, çalışma olduğu zaman başka.
Ve her çalışma nafiledir, aşk olduğu zaman başka.
Ve her zaman çalışırsanız kendinizi kendinize rapt edersiniz ve ötekine ve Allaha.
(Halil Cibran, Ermiş, Türkçesi; İlyas Aslan, Kaknüs, 4. baskı İstanbul 2007, s. 44)